Kemal Sayar: Günümüz insanı neden mutsuz?

Kemal Sayar: Günümüz insanı neden mutsuz?
Kitabın Ortası Dergisi, Kasım sayısında Prof. Dr. Kemal Sayar ile modern dünyanın insanlar üzerindeki etkisini konuştu. Acaba modern dünya hangi duyguyu unutturdu

Kemal Sayar: Günümüz insanı neden mutsuz?

Kitabın Ortası Dergisi, Kasım sayısında Prof. Dr. Kemal Sayar ile modern dünyanın insanlar üzerindeki etkisini konuştu. Acaba modern dünya hangi duyguyu unutturdu

Aylık olarak çıkan Kitabın Ortası Dergisi her sayısında tematik konular üzerinden kitap dosyaları ve alanlarında uzman isimlerle röportajlar yapıyor.

Derginin Kasım sayısında Kemal Sayar modern toplumda insanın rolünü ve sosyal medyanın insanlar üzerindeki etkisini anlattı. Sayar, “Sosyal medya insanların çok kolaylıkla –mış gibi davranabildiği bir mecra. Orada olduğumuz gibi değil, olmak istediğimiz gibi davranıyoruz. Kişiliğimizin göstermek istediğimiz taraflarını yansıtıyor ya da kendi kişiliğimizi cilalayıp parlatıyoruz. Kimlik egzersizi gibi herkes kendinin ne olabileceğini orada biraz göstermeye çalışıyor. Kendimize ait hayallerimizi, ümitlerimizi ve beklentilerimizi oraya yansıtıyoruz.” diyor.

Günümüzde insanlar genelde mutsuzluktan dert yanıyor. Sizce neden mutsuzuz?

İnsanlar anlam duygusunu kaybettikleri ve neden yaşadıklarını bilmedikleri için mutsuzlar. Materyal zenginliğin ortasında ruhlarıyla baş başa kalamadıkları için Yaratıcıyla gerçek ve içten bir iletişim kuramadıkları için mutsuzlar. İnsanlar, sosyal ilişkiler yıprandığı ve birbirlerine artık çare olamadıkları için mutsuz. Modern çağda mutsuzluğun en temel sebebinin, anlam kaybı ve toplumsal olanın kaybı olduğunu söyleyebiliriz.

Önemli Etkenlerden Biri “Belirsizlik”

Uzmanlar genelde anksiyetenin modern toplumun hastalığı olduğu görüşünde. Sizin bu konuda yorumunuz ne olacaktır? Sizce bu hastalık neden artıyor?

Anksiyete durumu belirsizlikle ortaya çıkan bir durumdur. İnsanlar gelecekten emin olmadıklarında ve geleceğin neler getireceğini çok iyi tahmin edemedikleri zaman anksiyete sorunu yaşayabiliyorlar. Tabii bir de her şeyi kontrol etme istediğimizden kurtulmamız lazım. Hayat kendini kolaylıkla ele veren bir durum değil, hayatta her şeyi tam manasıyla kontrol edemeyiz. Modern dünya biraz kontrol isteği üzerine kurulmuştur. Her şeyin elimizin altında kurulmasını bekliyor ve hayatı uzaktan kumanda ile kontrol edebileceğimizi zannediyoruz. Bu yanıltıcı bir düşünce; eğer insan her şeyi kontrol edebileceği düşüncesinden sıyrılırsa, anksiyeten kurtulur diye düşünüyorum.

Olmak İstediğimiz Gibi Davranıyoruz

İnsanlar sosyal medya üzerinden her anını paylaşıyor. Mutlu olmasalar da çok mutluymuş gibi davranıyorlar. Bir psikiyatrist olarak insanların sosyal medya ile ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Sosyal medya insanların çok kolaylıkla –mış gibi davranabildiği bir mecra. Orada olduğumuz gibi değil, olmak istediğimiz gibi davranıyoruz. Aslında kişiliğimizde göstermek istediğimiz tarafları yansıtıyor ya da kendi kişiliğimizi cilalatıp parlatıyoruz. Kimlik egzersizi gibi herkes kendinin ne olabileceğini biraz orada göstermeye çalışıyor. Kendimize ait hayallerimizi, ümitlerimizi ve beklentilerimizi oraya yansıtıyoruz. Göründüğümüz kadar var olduğumuzu zannettiğimiz bir çağda yaşıyoruz.

Dürtüsel Gerginlik ve Anonimlik Zırhı

Sosyal medyada giderek artan şiddet eğilimleri de var. Herkes herkesin alanına çok kolay müdahale edebiliyor. İnsanlarda artan şiddet eğilimini nasıl yorumlarsınız?

İnsan görmediği zaman bir başkasına çok kolay düşmanlık geliştirebilir; gözlerine baktığı kişiye ise çok kolay şiddet uygulayamaz. Oysa sosyal medyada aynı futbol tribünlerinde olduğu gibi insanlar anonimlik zırhının arkasına saklanıp çok kolay nefret ve öfke hareketlerine savrulabiliyor. Burada birkaç faktör var. Birisi anonimlik zırhı; binlerce ya da on binlerce insanın içerisinden sahte bir isimle fark edilmeyeceği düşüncesi bizi daha kayıtsız davranmaya yönlendiriyor. Bir diğeri ise internet ortamı; burası dürtüselliği çok kışkırtan bir ortam yani aklımıza geleni çok hızlı eyleme dönüştürebiliyoruz. Normalde yüz yüze olduğumuz ve öfkelendiğimiz insana karşı duygularımızı tutarız; hemen ifade etmeyiz, daha sakınımlı davranırız. Oysa internet ortamında çok hızlı ve dürtüsel bir şekilde ve düşünmeden fevri olarak hareket edebiliyoruz. Bu da öfke söylemlerini artırıyor.

Varlığımızın Bilinci Mutluluk Getirir

Peki, mutluluğun psikolojide karşılığı nedir? İnsanlar nasıl mutlu olabilir?

Mutluluk, yetinmeyi bilmekle olur. Mutluluk, andan zevk almayı bilmekle olur. Mutluluk, dostlara yeterince zaman ayırmayı başarmakla olur. İnsan sevdiklerine iyi zaman ayırırsa, sevdiklerini yeterince severse, sosyal ilişkilerini derin ve geniş tutarsa, mutlu olma ihtimali artar. Mutluluk, insan bir anlam duygusuna sahip olduğunda olur. Niçin yaşadığını, hayatını neyin aydınlattığını bilirse insan daha fazla mutlu olacaktır. Bu dünyada neden var olduğu bilinci, mutluluğa götürür.

Çocuklara Bu Duygu Öğretilmeli

Kitaplarınızda genelde “Merhamet” duygusu üzerine yoğunlaşıyorsunuz. Peki, neden “Merhamet” duygusu?

Günümüzde en temel meselenin merhamet olduğunu düşünüyorum. İnsanlar birbirine karşı çok kırıcı ve acımasız. Merhamet duygusunun ilköğretimden başlayarak okullarda bir ders olarak okutulması lazım. Çocuklara cana kıymanın kötülüğünün en başta öğretilmesi gerekiyor. Bugün dünyada büyük bir mülteci krizi ve bununda merkezinde yine merhametsizlik var. Mülteciler gittikleri her yerde güzel karşılanmıyor. Çok acımasız muamelelere maruz kalabiliyorlar. Bütün bunlar toplumda en büyük meselemizin empati ve merhamet olduğunu düşündürüyor.

Hızlanan Dünyada Yavaşlamalıyız

Modern toplumda insan en çok hangi duygusunu kaybetti?

İnsan olarak acıma, merhamet, anlayış, hoşgörü ve tahammül duygumuzu kaybediyoruz. Hayat hızlandıkça insanlar, birbirlerine karşı daha acımasız daha kıyıcı olabiliyorlar. Hızlanan hayatta durup kendi içimize bakmayı unutuyoruz. O yüzden benim bir kitabımın başlığı “Yavaşla! Bu Dünyadan Bir Defa Geçeceksin” Türkçede yavaşlık üzerine yazılan ilk kitaptır. Hala da belki de öyledir. Hepimizin yavaşlamayı ve kendi içimizden bakmayı başarabilmesi gerek.

Hayatı ve Yaptığın İşi Sevmek

Peki, insanı en çok hangi duygu üretken yapar?

İnsan yaptığı işi seviyorsa üretkendir. İnsan yaptığı işi yaparken akış duygusuna kapılıyorsa üretken bir hayat sürdürüyor. Yaptığı işin anlamlı bir iş olduğuna inanan insanlar, faydalı olma bilinciyle üretken olabilirler. En temel şart, insanın hayatı ve yaptığı işi sevmesidir.

Hayatın Derinliğini Öğretir

Hüzün ve keder ilişkisini konuşmak isterim. Arasında nasıl bir fark var?

Hüzün, bir misafir gibidir ara ara gelir ve gider. İçimizin en tenha köşeleriyle bizi buluşturur. Hayatın gelip geçiciliğini hissettirir. O an için hayattan çok büyük bir neşe duymayız ama bazı şeyleri de daha derinlemesine yaşarız. Klinik depresyon, çok ağır mutsuzluk halidir. Bu durumda hayat durmuştur ve kişi etrafında güzel şeyler olsa da hiçbir şeyden lezzet almaz hale gelir. Hüzünlü insan ise hayattan lezzet alır.

Bu durum melankoliye benziyor mu?

Melankoli daha depresif bir durumdur. Eskiden, melankoli, hüzünlü halleri tasvir etmek için kullanılmıştır. Günümüzde melankolik depresyon dediğimiz zaman klinik düzeyde bir depresyonu anlıyoruz. Dolayısıyla hüznü tedavi etmeyelim ama depresyonu gördüğümüz yerde iyileştirelim. Onun insanları felç etmesine izin vermeyelim. Hüzün, insanın derinleşmesine yol açtığı için üretkenliği de arttırabilir.

Yakın zamanda okuduğunuz ve beğendiğiniz bir kitap var mı?

Her gün kitap okurum. Zygmunt Bauman’ın “Benlik Pratikleri” kitabını okuyorum. Bazı İngilizce kaynaklardan “Sufiler” üzerine okumalar yapıyorum.

KAYNAK: KİTABIN ORTASI/GASTE24


 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.