Kabahatinden büyük...
Diyelim, Heronlar vasıtasıyla 30-40 kişiyi gördünüz. "Ahmet mi Mehmet mi olduğu"nu anlayamadınız.
Görmek, onları izleyebilme imkânına kavuştuğunuz anlamına geliyor.
Dolayısıyla takip edebilirsiniz.
Sınırı geçebilirler. Yine izlersiniz.
Geçtikten sonra kara birlikleriyle onları kuşatmanız, teslim olmaya çağırmanız, silahlı olup olmadıklarını tespit etmeniz mümkün.
Silahlı bir direnişle karşılaşırsanız, sizin askeri gücünüzün onları yine de etkisiz hale getirmesi imkânı var.
Sayıları da belli olduğuna göre oraya sevk edilecek üstün imkânlara sahip birlikler, onları kolayca etkisiz hale getirebilir.
Savaşma niyetleri yoksa zaten bu da belli olacak, dolayısıyla herhangi bir çatışmaya gerek olmayacaktır.
Böyle değil midir?
Bu söylediklerimiz, Uludere'de Heronların gördüğü 30-40 kişiye karşı tek seçeneğin havadan bombalama olmadığı gerçeğini ortaya koyuyor.
Kaldı ki, zaten "Ahmet mi Mehmet mi olduğu"nu bilemediğiniz bir kitleye karşı bombardımana geçmenin hiçbir mantığı bulunmuyor.
Daha önce Hantepe, Gediktepe'de yapılan yanlışlar... Onların yol açtığı yeniden hata yapmama paniği, çok daha vahim bir hatayı getirmiş gözüküyor.
Başbakan Pakistan yolunda bazı şeyler söyledi. İçinde vurgulu olmasa da, tatmin edip etmeyeceği bilinmese de örtülü bir "özür boyutu" vardı.
Mazeret olarak, "Ahmet mi Mehmet mi bilinemez"e sığınılıyordu.
Pata küte bir üslup
Ben, Başbakan'ın sözlerinden sonra da, "Bu özrün yeterli olmayacağını, bizzat Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın gidip Uludere'de çocuklarını kaybeden annelerle buluşması"nı önerdim.
Şimdi İçişleri Bakanı Şahin çıkıyor, acıların üzerine tuz biber ekercesine konuşmalar yapıyor.
Yok bilmem zaten kaçakçı imişler de, PKK'nın figüranları imişler de, özre mözre gerek yokmuş da, yakalansalar kaçakçılıktan yargılanacaklarmış da...
Bunlar, yaraya tuz basmak evet ve insanların yüreğindeki yangının üzerine benzin dökmek.
Bu sözler, AK Parti'nin bugüne kadar sürdürdüğü tüm hassasiyeti yerle bir ediyor.
Nasıl konuşulur bunlar?
Uludere konusunun, asla konuşulamayacağı üslup, İdris Naim Şahin üslubudur diyebilirim.
Özensiz, pata küte bir üslup.
Uludere işinde resmen batağa saplanılıyor.
Hata açık bir kere. Bunun lamı cimi yok. Kasıt, ancak son derece kötü niyetle olabilir. Daha çok tuzağa düşmekten söz edilebilir.
Ama nereden bakılırsa bakılsın, hükümetin zorda olduğu bir konu Uludere. Bunu, hükümetin hissettiği de ayan beyan görülüyor.
Bundan sonra yanlış yapma lüksü yok.
Özrün ertelendiği her durum yanlışta yeni bir adım olacak.
Uludereliler'e yönelik her suçlama, bölgedeki siyasi zemine çarpıp tuz buz olacak.
Çare
Çare insani dilin bulunması.
Hata ettik ama bu bizim asli çizgimiz değil, diyebilmek.
İnsanların gönlüne ulaşacak dili bulmak.
Oraya Emine Hanım'ın gitmesi doğruydu.
Ama yeterli değildi.
Olaydan hemen sonra söylemiştim, bir kere daha söylüyorum:
Oraya bizzat Cumhurbaşkanı ve Başbakan gitmeliydi.
Her türlü provokasyonu aşıp gitmeyi başarmalıydılar.
Bu acı ancak öyle büyük bir jestle teselli edilebilirdi.
Dingir Mir Mehmet Fırat söylemiş: Hâlâ özür beyan edilebilir, diye.
Evet, hâlâ Uludere Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ı bekliyor.
Gideceksiniz, annelerin gözyaşını sileceksiniz, babaların yürek yarasını saracaksınız.
Aslında, bunda asla zorlanmazlar çünkü Abdullah Gül'ün dili de budur, Tayyip Erdoğan'ın dili de...
Medyada zehir gibi yazılar yazılıyor, Meclis'te zehir gibi sözler söyleniyor.
Bölgede çok daha ağır bir duygu fırtınası estiriliyor. Bunların çoğalmasının önünü ancak bu iki liderin yürek harekâtı keser.
Ahmet TAŞGETİREN
atasgetiren@bugun.com.tr
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.