İsmet Özel: “Düzen Müzen, Gündem Mündem, Şiir Miir”
Dünya Düzeni lâfzını bunun ne olduğunu meraka vesile olur kastıyla kullanıyoruz. Dünya Düzeni dediğimiz şey gerçekte bütün insanlığı mali hegemonyası eliyle sıkboğaz eden Dünya Sistemi’dir. Düzene sistem dediğimiz zaman kasıtlı bir devr-i daime gönderme yaparız. Tıpkı dolaşım, sindirim, sinir sistemi gibi. Bir kavram olarak değil, fiilî gerçeklik olarak düzen dediğimiz şey insan oluşun ön şartıdır. Her çağda ve her kültür ortamında insanoğlu belli beşerî uzlaşmaları yerine getirerek hayatta kalmıştır. Niçin bu böyledir? İnsana Allah tarafından biçilen kıymet halife oluşunda odaklanır. Dünyaya gelen her bebek ancak muhafaza altında hayatını idame ettirebilir. Açıkçası bir himaye düzeninin olmadığı yerde insandan bahis açmamız imkânsızdır. Dünya Düzeni dediğimiz zaman en büyük parayı kapanların kollayıp yürüttüğü kapitalizmi ifşa etmekten başka gaye gütmeyiz. Niyetimiz modernlik sonrası yerküre üzerinde yürürlükte olanın başka hiçbir şey değil, sermaye yönetimi olduğuna dikkat çekmektir.
Sermaye yönetimi derken neyi kast ediyoruz? Bir mekanizmanın işleyişini mi, yoksa ne yolla ve sosyal hayata yaptığı hangi işle birikmiş sermayenin en getirimli kullanılışını mı? Mali mekanizmanın iyi işleyişi ile paranın kendine en güvenli alanı tercih etmesinin kol kola gittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu iki işleyiş biri diğerini gözeterek ilerlemez. Birinin diğeriyle uzlaşma eğilimi yerine birbirlerine çelme takma tutumuna yatkınlıkları dünya olaylarıyla gözlerimiz önündedir. Lenin’in 1924 Hıristiyan yılında SSCB’ne yabancı sermaye celp etmek için çırpındığını bilir miydiniz? Bunu bilmiyor ve giderek buna ihtimal dahi vermiyorsanız benim yazdıklarımdan istifade etmeniz imkânsızdır. Senin istifadeye mazhar şeyler yazdığın kendine mahsus bir hüsnü kuruntudur şeklinde bir görüş zihninize takılabilir. O takdirde benim elimden size şifa dilemekten başka bir şey gelmez.
Şifa diliyoruz. Hem kendimiz ve hem de başkaları için. Toplum içinde buldukları yer neresi olursa olsun insanlar sorumsuz yaşayacak kadar pürüzsüz şartlar altında değildir. Allah’tan iki dünyada da kolaylık diliyoruz. Yani yalnızca hayatımızdaki mâniaları aşmak için değil, mânia üretmemek için de savaşmamız gerekiyor. Dünyada bulunmanın bilinci bizi acıya yaklaştırıyor. Bu dünya der demez içimiz burkuluyor. Şahit olduklarımızda zevk alınacak bir taraf bulmamız ancak iman ile mümkündür. Allah’tan bize iman nasip etmesini bekliyoruz. Şahadet âleminin temeldeki özelliği acıdır. Acıdan uzak durabilmek için gündemler tertip edebiliriz; ama savaştan kaçınmamız neredeyse imkânsızdır. Dünya Sistemi’ni hasım saymamız gerekiyor. Tarih içinde dikkatimizi önce neyin büyük parayı doğurduğuna çevirmemiz gerek. Bunu başardığımız dakikada büyük para olanca müessiriyetini kaybedecektir. Kötülük kalabalığın ağır bastığı her yerde kendini belli ediyor. Kalabalığı kötülüğe rapt eden şey çoğunluktan sıyrılmayı servetle ilişkilendiren şeydir. Para kötülüğünü kalabalıkla gizler.
Tarihi galebelerin yazdığı fikrine takılmışsanız her dildeki sürümü farklı olan bir tarihten söz ediyor olmalısınız. Buna resmi tarih diyebilirsiniz. Bir ülkede konuşulan dile kim tahakküm ediyorsa o ülkenin tarihine de o tahakküm ediyordur. Bir ülkenin hâkim sınıfı diğer ülkeninkini dışladığı için her resmi tarih kendine mahsustur ve bilhassa o topraklarda yaşayan milletin düştüğü tuzakları gölgede bırakır. Halbuki gerçek tarih yaşanmışlığı, daha doğrusu çekilen acıları hikâye eder ve bulduğu her fırsatta kendini dünyaya olduğu gibi gösterir. Oysa edebiyatın işi nelerin olması gerektiği sahaya girer. Olması gereken sahayı şiir tanzim eder. Gerçek tarihin şiirle iç içe, içli dışlı olduğunu söylemek isterdim; ama söyleyemiyorum. Zira şiir de kendi başına bir asalettir ve milletin tökezlediği yerleri işaret etmez. Şiirin asaleti vazgeçilmezliğini doğurur.
Nelerin şiirle başladığı, şiirin nelerle başladığı muammadır. Şiirin doğurduğu tesiri farklı bir dil düzenlemesiyle çözümlemek imkânsızdır. Şuurla şiirin aynı kökten gelişi sizi hayrete düşürmemeli. Çünkü ceninde şuura giden yol açılmıştır. Doğmadan önce muhatap olunan hangi seslerin ve hareketlerin bu seslere ve hareketlere maruz kalan bünyede ne gibi tesirler icra ettiğini o tesirlere uğrayanın da açıklayamayacağı sonuçlar hâsıl ettiğini hayal etmemiz çok güçtür. Doğumdan sonra ve hele akıl baliğ olduktan sonra şartlar beşeriyete mensup olanları bir kimse olmağa veya bir kişi olmağa sürükler. Kişilik kazanamamış, ancak “kimse” kalmışların şairlikte nasibi yoktur. Yetişkin kişiler ise şiirle şöyle veya böyle hesaplaşır.
Hesaplaşmadan kaçmamağı dünyada bulunmanın hakkı olarak görmeliyiz. Her yalan söyleyenle aramıza mesafe koymayı ve giderek onu istiskal etmeği ilke edinmeliyiz. Modernleşme sebebiyle uğradığımız kirlerden arınmamız böyle mümkündür.
Okumakta bulunduğunuz yazı düzenin, gündemin ve şiirin insan adına vazgeçilmezliğine dikkat çekme gayesiyle kaleme alındı. İnsan kaderiyle birlikte yaratılır. Bizim istikametimizi sadece ellerimiz ve beynimiz mi tayin eder? Hayır, azalarımızın hepsi geleceğimizi bildirir bize. Kulaklarımız arkamızdan bizim hakkımızda söylenene değil bize cephe açmış olanların ne söylediğine dönüktür. Ayaklarımız ilerlemeye dönüktür. Helâl lokma bizi arındırır. Harama uçkur çözen dünyasının gayri-meşru unsurlarla tesis edilmesine engel olamaz. İnkılâpların büyük kitleler tarafından hazmedilmesine hayret etmektense son dönem Osmanlı zabitlerinin göğüslerinde taşıdıkları haç şeklindeki nişanlara isyan etmeyişlerine hayret ediyorum. İsyandan geçtim; iftihar ediyorlardı. Tıpkı bugün herhangi bir Avrupa ülkesinin veya Kanada’nın vatandaşı olmakla iftihar edişleri gibi.
İsmet Özel, 7 Ramazan 1444 (29 Mart 2023)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.