İsmet Özel: ‘Bütün mesele neyin zulüm olduğunun tespitinde’
Hılf'ul Fudul
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi vesellem), öyle bir yolda yürümüş, başlangıcından son anına kadar öyle bir hayat yaşamış ki, yüzyıllar sonrasında bir müslümanrın O'nu takib etmeye gayret ederken ve O'nu taklid etme çabası gösterirken içinde bir heyecan, kalbinde bir ferahlık duymaması imkânsız. Her insanın çok gizli bir yerlerinden akan dürüstlük, adalet, hakkaniyet duyguları, güzellik sevgisi, ahenk ihtiyacı, hilkatin dinamizmi ile canlanma coşkunluğu İslâm Peygamberinin verdiği her örnekte yeniden canlanıyor, insanın varlığını bütünüyle kaplıyor ve sanki insandan insana ulaşan bir ahlâk tınısı açığa çıkıyor.
Bütün bu girişi "hılf-ul fudul" andını düşündüğüm için yaptım. Allah Resulü'nün "Ben ona, İslâmiyet devrinde bile çağrılsam, icabet ederdim" sözleriyle bahsettiği yemindir bu. Belki herkesi Muhammed (s.a.v.)’in Hılf-ul Fudul'a katılmış olması fazlaca heyecanlandırmayabilir. Birçok müslüman O'nun bu davranışını sağlam kişiliğinin ve temiz ahlâkının tabii bir neticesi olarak görür ve zaten başka türlü olamayacağı için gereği gibi davranmıştır, diyebilir. Ben de Peygamberimizin bu yeminine katılışını kendisinin hayat tatbikatının bir sonucu olarak görüyorum. Ama bu görüş, benim gerek Hılf-ul Fudul'un mevcudiyetinden, gerekse onun İslâmiyet çağından sonra da övülmüş olmasından ayrıca ve özellikle bir heyecan duymama engel değil.
Yapılan yeminin sözleri şöyle:
"Vallahi,
Bundan böyle Mekke'de yerli olsun, yabancı olsun zulme uğramış hiç kimse bırakmayacağız!..
Zulme meydan vermeyeceğiz!...
Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla birlikte hareket edeceğiz!
Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağı yerlerinden silinip gidinceye, Kabe'ye istilâm (Hacer ül Esved'in elle okşanması) ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz!.."
Hılf-ul Fudul'un günümüzdeki anlamı ne olabilir? Bu konu üzerinde düşünülmeye, yorumlar yapılmaya muhtaç bir konudur. Peygamberimize henüz risalet verilmeden önce ortaya konulan bazı kural ve davranışlar günümüz müslümanının gözünde böylesine önem kazanmalı mı?
Bu bahiste söylenebilecek ilk söz insanların her çağda ve her ortamda Allah'ın emirlerine uygun bir ahlâki potansiyeli hep içlerinde bulundurduğu ve İslâm'ın gerçekte insanın akıl, duygu ve ahlâk birikimine atıfta bulunduğu, insana insanın mihverinden nüfuz edebildiğidir. Bir bakıma her insanın fıtrat üzere yaratılmış olmasının bir sonucudur bu. Demek ki insanlar her hal ve şartta İslâm'a duyarlı olabilecek gizli bir gücü içlerinde barındırırlar.
Daha İslâm bir davet olarak söz konusu değilken sırf hakkaniyet uğruna, mazlumdan yana çıkmak, zulme karşı koymaktan başka bir amaç taşımaksızın girişilen hareketler peygamberimiz tarafından, İslâm daveti geçerli olduğu zamanlar içinde de övülmüş ve "kırmızı tüylü develere malik olmaktan daha sevgili" kabul edilmiştir.
Bütün müslümanlar adına sevindirici olan şudur ki davranışlarımıza dayanak olacak kaynaklar yeterince açık, örnekler belirgin ve düşünce sarihtir. İslâmî olan ve olmayan karma karışık teolojik handikaplarla örtülmüş değil.
Müslümanların zalimden değil, mazlumdan yana oldukları kesin, açık, su götürmez bir gerçektir. Mazlumdan değil de zalimden yana ortaya konulan her davranış gayri islâmî'dir.
Bu konuda kimsenin kem küm etmesine ne ihtiyaç vardır, ne de inancının sorumluluğunu yüklenmiş müslümanlar tarafından bu saf satalı gerekçeler dinlenilmeye değer bulunabilir. Bütün mesele neyin zulüm olduğunun tesbitinde galiba. Kur'ân bu hususu da açık seçik dile getirmiyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.