İrfan Küçükköy: Necip Fazıl'ın Bilinmeyen Yönleri

İrfan Küçükköy: Necip Fazıl'ın Bilinmeyen Yönleri
Babası Yarbay Fazıl genç yaşta ölmüş ve Necip Fazıl dedesinin dizi dibine köşklerde, konaklarda elbebek, gülbebek büyümüştür. Daha on yaşına gelmeden "ben şair olacağım" demiştir.

Necip Fazıl, Maraşlı Necip Efendinin torunudur. Oniki yaşında Necip Efendinin elinden tutan Maraş valisi, bu yetenekli çocuğu, İstanbul'a getirmiş, Müftü olmak için yola çıkan çocuğun Abdülhamid zamanında açılan Hukuk Fakültesini bitirmesini sağlamış, Yüksek Mahkemenin başkanlığına kadar yükselmiştir. Sultan Abdülhamid'e suikast hazırlayan Ermeni çetelerini yargılamış ve onlara idam cezası vermiş ve idamlarını sağlamıştır. Babası Yarbay Fazıl genç yaşta ölmüş ve Necip Fazıl dedesinin dizi dibine köşklerde, konaklarda elbebek, gülbebek büyümüştür. Daha on yaşına gelmeden "ben şair olacağım" demiştir.

Necip Fazıl Kısakürek, Maraşlı bir ailenin çocuğu olarak 1905’te İstanbul’da doğdu. Çocukluğu büyükbabasının Çemberlitaş'taki konağında geçti. Bahriye Mektebi’nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğrenim gördü.

1924'te Paris’e gitti. Bu kez Sarbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almaya başladı. 1925'te yurda döndü. 1926-1939 arasında İstanbul'da çeşitli bankalarda çalıştı. 1939-1943 arasında Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı, İstanbul Güzel Sanatlar Akadamesi’nde dersler verdi.

İlk şiirleri 1922'de "Yeni Mecmua"da yayınlandı. Milli Mecmua, Hayat ve Varlık dergilerinde yayınlanan şiirleriyle tanındı. 14 Mayıs 1929- Ağustos 1936 arasında 17 sayı Ağaç dergisini yayınladı. 1943-1971 arasında "Büyük Doğu" dergisini çıkardı. 1960 öncesi "Son Posta" ve 1960 sonrası Yeni İstanbul gazetelerinde yazarlık yaptı. Bu yaşlarda çocuktum ama bu gazetelerde okuduğum yazıları olurdu. "Sabırtaşı" (1940) oyunuyla 1947'de, Piyes Yarışması'nda birincilik kazandı. 1928'de basılan "Kaldırımlar" adlı şiir kitabı büyük ilgi gördü. kitabını altmış öncesi orta kısım öğrencisi iken zevkle okumuştum. Bu kitabın ardından uzun süre "Kaldırımlar Şairi" olarak anıldı. 1930’lardan sonra, mistisizmi İslami değerlere bağlayan, dini ve toplumsal bir kavga sanatına yöneldi. "Sonsuzluk Kervanı" isimli şiir kitabını uzunca bir aradan sonra 1955'te yayınladı. Şiiri, üstün bir algılama sorunu ve mutlak gerçeği, yani Allah'ı arama yolunda sonsuz bir uğraş olarak gördü. Sağlam bir dil yapısına ve tirajik öğelere dayanan mistik eğilimli şiirlerinde çağdaş insanın bunalımlarını işledi. Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Cahit Sıtkı Tarancı'nın da aralarında bulunduğu çağdaşı birçok şair üzerinde etkili oldu. Güçlü bir yazım tekniğinin görüldüğü tiyatro oyunlarında ise daha çok korku ve kaygı psikolojisini işledi. Anı, makale, inceleme türü eserleri, okuyanlar üzerinde derin izler bıraktı.

Çeşitli alanlarının sayısı bazısı bir cildden fazla yüzü aşar.

1952'de İstanbul Jokey Kulübünün isteği üzerine basımı yapılıp, bu kulüp tarafından dağıtımı yapılan "ATA SENFONİ" kitabını 1961 yılında zevkle okumuştum. Atlara hayranlığı çok sonra polemiklere konu olacaktır.

1960 Darbesinden sonra Gökhan Evliyaoğlunun sahipliğini yaptığı, Hami Tezkan'ın yazı işleri müdürlüğünü yaptığı "Yeni İstanbul Gazetesi"nde gündelik beyitleri ve kıtaları yayınlanırdı. Gazete almak biz öğrenciler için zordu. Ben bir yerlerde bu gazeteyi bulur ve bu şiirleri mutlaka okurdum. Beyitleri, kıt'aları bana İslam düşmanlarının üzerine fırlatılan gülle gibi, kurşun gibi gelirdi.

Allah bana Necip Fazıl'ın en yalnız olduğu zamanında yanında bulunmayı nasip etti.

Necip Fazıl’ın topluluk içinde en yalnız anında üç arkadaş, biz vardık yanında. Üstelik bu tabir Üstad’ın kendisine ait. 1977 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı toplantı yaptı ve bir kokteyl düzenledi. Kokteylden sonra bakan bey bir konuşma yaptı. Ardından emekli basın mensuplarına emekli basın kartları ve basın hizmetinde yirmi beş senesi geçenlere Şeref basın Kartları merasimi yapıldı. Necip Fazıl Kısakürek’in adı da Şeref Basın Kartı alacaklar listesi içinde vardı. Bunlar zaten birkaç kişiydi. Toplantı, İstanbul Çemberlitaş’da Dâru’ş-Şafaka binasında yapıldı.

Kokteyl, zemin kattaki salonda idi. Toplantıda sağ gazetelerden kimse yoktu. Sadece ben (İrfan Küçükköy), Bayrak Gazetesi sahibi Yıldırım Kemal Akıncı ve Sabah gazetesi (o tar sahibi Mehmet Arıkan vardık. Herkes, kadehlerinde içki yudumlarken biz üçümüz, kapalı şişede meşrubat arıyorduk. Kokteyl salonunda bir buçuk saat kadar oyalandık. Bu esnada davetliler konferans salonunda ikinci katta toplanmışlar. Üst kata çıkarken merdiven kenarındaki pencerenin süvesine oturmuş halde, yalnız bekleyen Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i gördük. Yukarıya çıkmış, kalabalıktan ve ilgisizlikten iyice sıkılmış. Topluluktan ayrılmış, pencere kenarına oturmuş. Yanına vardık, elini öptük. Kendimizi tanıttık. Çok memnun oldu. Bir sandalye bulduk. Oturmasını sağladık. “En yalnız anımda Allah bana sizi gönderdi. Mahşerde yalnız gibi kalmıştım.” dedi. Onun için diyorum ki “Necip Fazıl Kısakürek’in en yalnız kaldığı zamanda yanında ben vardım”. Sohbet ettik. Hüznü dağıldı, neşesi yerine geldi. Çok geçmeden ismi anons edildi. Kürsüye kadar eşlik ettik. Şeref basın kartını alkışlar arasında aldı.

Allah Rahmet eylesin. Âhiret yurdu Cennet olsun. Amin...

yazının devamı..

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.