İran’da dini otorite ve meşruiyet tartışmaları
İSTANBUL - Hadi Khodabandeh Loui
Şiiliğin bir ideoloji ve siyasal mobilizasyon aracı olarak ortaya çıkmasından itibaren geleneksel otoriteler, farklı ekoller ve yeni siyasi örgütler arasında derin görüş ayrılıkları meydana gelmiştir. Şiiliğin, devlet ideolojisine dönüşmesi ve Şii temelli fıkıh kurallarına göre devletin yönetilmesi, aynı gelenekten beslenen farklı güç odakları arasındaki rekabeti daha keskin hâle getirmiştir. Bu noktada devlet, fıkhî ve siyasi yorumların çeşitliliğini de kendi otoritesine yönelik bir tehdit olarak algılamıştır. Buna bağlı olarak ortaya çıkan çeşitli düşüncelerin kanaat önderleri, devlet uygulamalarını Şii fıkhına aykırı bulabilmekte ve devlete karşı muhalefete başvurmaktadır.
Bu çerçevede 1979’da Humeyni liderliğinde gerçekleşen İran devrimi, Şiiliği bir siyasal mobilizasyon aracı olarak kullanmanın en belirgin örneği olarak ele alınabilir. İran devrimi öncesinde Humeyni, Şii din adamlarıhiyerarşisinin tepesinde yer alamamış ve Ortadoğu’da muhafazakâr Şiilerin çoğu Necef Havzasında mukim Ayetullah el-Uzmâ Muhsin el-Hekim’i dönemin en büyük taklit mercii olarak görmüştür. İran’da ise Kum Havzası mercileri olan Ayetullah el-Uzmâ Gülpayganî ve Maraşî Necefi ile Şii Türkler arasında en popüler merci olan Ayetullah el-Uzmâ Şeriatmedarî, müntesip sayısı ve fıkhî yetkinlik açısından Humeyni’den daha yüksek bir seviyede yer almıştır. Bu dönemde Humeyni’nin siyasi liderliğini benimseyenlerin çoğu dahi dinî hususlarda Humeyni’yi değil el-Hekim ve el-Hûî gibi taklit mercilerini takip etmiştir.
Şeriatmedarî ve Gülpayganî gibi önde gelen Şii müçtehitler, devrim sürecinde Şah rejimine karşı faaliyet göstermiştir. Şah rejiminin devrilmesinden sonra Şii fıkhı temelinde şekillenen İslam Cumhuriyeti’nde bu müçtehitlerin görüşlerinin hâkim olması beklenmiştir. Ayetullah Şeriatmedarî devrim sürecinde Humeyni’yle yakın bir çizgide hareket etse de Şii müçtehitlerinin halk nezdindeki itibarının muhafaza edilmesi kaygısından hareketle din adamlarının siyasi makamlara yerleşmemesini ve sadece denetim rolünü üstlenmesini doğru bulduğunu ifade etmiştir.
Şii din adamları arasında 'Velayet-i Fakih' ihtilafı
Milletin egemenliğinin zayıflamasını İslam’ın zayıflaması olarak gören Şeriatmedarî, İslam Cumhuriyeti Anayasasının 110. maddesinde yer alan Velayet-i Fakih/Rehberlik kurumunun milletin yetkisini gasp ettiğini ve halka seçim hakkı veren ilkelerle çeliştiğini vurgulamıştır. Bu aşamada, Şeriatmedarî, dinî yetkinliği ve özellikle İran Azerbaycanı ve Kum’daki Türk müntesiplerinin desteğiyle İran’ın 1906 tarihli meşrutiyet anayasasının tatbik edilmesini talep etmiştir.
Mercilik kurumu ve dinî havzaların devletten özerkliğini savunan ayetullahlar, siyasi hiyerarşinin tepesine bir müçtehit yerleşse dahi sistemi dışarıdan denetleyebilecek kurumların ve aktörlerin varlığının gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Bu görüş, Kaçar ve Pehlevi döneminde dinî müesseselerin dengeleyici rolünü örnek göstererek, devlete angaje olmayan bir mercilik kurumunun söz konusu denetime katkı sağlayacağını vurgulamıştır. Buna karşın, yeni rejimin kurucu kadrosu, iki hususu göz önünde bulundurmuştur. İlk olarak, devletin nüfuz alanı dışında kalan havzalardan ve dinî merkezlerden yükselerek Şah rejimini deviren Humeyni ve çevresindeki siyasi elitler, özerk dinî müesseselerin devlete ne gibi tehditler arz edebileceğinin bilinciyle hareket etmiştir. Ayrıca, radikal bir Şii anlayışını benimseyen devrimciler, Kum havzasının gelenekçi bir tutum izlediğini ve Şah rejimine karşı mücadelede Humeyni yanlıları hariç diğer din adamlarının yeterince aktif bir rol almadığını düşünerek, gelenekçi din adamları ve Humeyni’nin Şii fıkhına dayandırdığı siyasi teoriye karşı çıkan ayetullahlar ve dinî merkezlerden rövanş almaya çalışmıştır.
Humeyni’nin mercilik kurumuna karşı uzlaşmaz tutumu, Kum’daki Şii müçtehitlerin pozisyonunu zayıflatmıştır. Kaçar ve Pehlevi monarşileri döneminde bile bu denli tazyiklere maruz kalmayan ve örfî bir dokunulmazlığa sahip olan Şii mercileri, Velayet-i Fakih rejimi döneminde, otoriter bir sistem tarafından yargılamalar, hapis ve zorunlu itiraflar dahil cezaî yaptırımlarla karşı karşıya kalmıştır. Devrim sonrası dönemde, Humeyni, Rehberlik Kurumu adı altında bütün dinî-siyasi otoriteyi tek elde toplamıştır. Devletle dinî havzaları birleştirmeye çalışan Humeyni’ye göre, İslam Cumhuriyeti öncesindeki devletlerin İmam Mehdi’yi temsil etmeyişi, havzaların devletten ayrılmasına sebep olmuştur. Ancak Velayet-i Fakih hakimiyeti, Mehdi’yi temsil ettiği için önceki devletlerden farklı olarak İslam şeriatına dayanan bir devlettir. Velayet-i Fakih düzeni içinde mercilik kurumu başta olmak üzere geleneksel müesseselerin erimesini amaçlayan Humeyni’ye karşı dönemin saygın müçtehitleri, mercilik kurumunun özerkliğini ve devlet düzenine entegre edilmemesi gerektiğini savunmuştur. Rejimin merciliği devlete bağlama çabaları, Şiiliğin geleneksel otoritesi olan mercilik müessesesine bir meydan okuma olarak algılanmıştır. Bu noktada Rehberlik-Mercilik çatışması ortaya çıkmıştır. Başka bir ifadeyle mutlak yetkiyi haiz Rehberlik Kurumu ya da Velayet-i Fakih, özerk konumuyla bilinen merciliğin sonu anlamına gelmektedir.
Geleneksel kurumlar devre dışı bırakıldı
Velayet-i Fakih’in mutlak yetkisi ve otoriter tabiatına karşı çıkan Kum’daki ayetullahlara müsamaha göstermeyen yeni rejim, bu muhalefetlere rağmen kendi görüşünü, devlet gücünü kullanarak benimsetmek istemiştir. Bundan dolayıdır ki Humeyni, kendi döneminin en saygın mercii olan Ayetullah el-Uzmâ Hûî’yi eleştirmiş, devrimden sonra Ayetullah el-Uzmâ Şeriatmedari’yle derin bir çekişmeye girmiş ve nihayetinde kendi vekili Ayetullah el-Uzmâ Munteziri’yi azletmiştir.
Aynı şekilde Humeyni’nin Irak’taki sürgün yıllarında ona karşı bir tutum içerisinde olan Necef Havzası ve Irak İslamî Davet Partisi aksine Humeyni’nin siyasal vizyonuna tam destek veren Ayetullah Muhammed eş-Şirazi, devrim sonrasında Humeyni’nin altında yer alacağı herhangi bir hiyerarşi içerisinde bulunmayı reddettiği için merkezî-dinî otorite tarafından pasifize edilmek istenmiştir. Muhalif dinî müesseselerle arasındaki çekişmeyi sonlandırmak isteyen Humeyni anayasal pozisyonunu, devlet imkanlarını ve güvenlik güçlerini kullanmaktan çekinmemiştir. Ayetullah Şeriatmedari gibi nüfuz sahibi din adamları, geniş halk tabanını temsil etmelerine karşın anayasal statüden ve dolayısıyla kamu otoritesinden yoksun oldukları için Velayet-i Fakih’e karşı yürüttükleri muhalefette başarısız olmuşlardır. Bu noktada denebilir ki rejim, toplumsal destek ve dinî vizyonu itibariyle veliyy-i fakihe rakip olabilecek bütün mercileri devre dışı bırakmak suretiyle, geleneksel dinî müesseseleri desteklemekten çok bunların temelini çürütmüştür.
Humeyni, Ayetullah el-Uzmâ unvanını taşımasının yanı sıra siyasi karizması sayesinde ve kısmi bir meşruiyetle Rehberlik Kurumunu tesis etmeyi başarmıştır. Ancak Humeyni’ye kıyasla Hameney’in hâlihazırda süren Rehberliği tartışma konusu olagelmiştir. Bu tartışmalı pozisyonuna rağmen Hameney, Humeyni’nin tesis ettiği sistemi ilerleterek mercilik ve dinî havza düzenini tamamen Rehberlik Kurumuna bağlamak istemiştir. Hameney’in söz konusu politikalarına muhalefet eden din adamları yalnızlaştırılmış ve devlet propagandasının hedefi haline gelmiştir. Farklı görüşe sahip olan Şii müçtehitlerin dinî yetkinlikleri sorgulanarak bunların merciliğine gölge düşürülmeye çalışılmıştır.
Meşruiyet krizi
Hameney’in Rehberliği döneminde rejimin dinî meşruiyetini sorgulayan din adamları arasında en önemli isim kuşkusuz Ayetullah Munteziridir. 1989 yılında Humeyni’nin Rehberlik döneminin sonlarına doğru Rehberlik Vekilliği’nden azledilen Munteziri ev hapsinde tutulmuştur. Siyasi Şiilikte gücün demokratikleşmesi gerektiğini vurgulayan Munteziri, 2008 yılında Dinî Hakimiyet ve İnsan Hakları başlığıyla bir kitap kaleme almıştır. Fakihin velayeti teorisi yerine fakihin denetim yetkisini savunan Munteziri, velayet yetkisinin sadece seçim yoluyla ihdas edilebileceğini ileri sürmüştür.
Velayet-i fakih rejiminin Hameney Rehberliği dönemindeki başlıca Şii müçtehit muhalifleri Ayetullah Ahmet Azeri Kumi, Ayetullah Yusuf Sani’i, Ayetullah Beyat Zencani, Muhsin Kediver, Ayetullah Seyyid Hasan Tebatebai Kumi, Ayetullah Sadık eş-Şirazi, Ayetullah Hüseyin eş-Şirazi ve Ayetullah Muhammed Sadık Ruhanidir. Söz konusu muhalif ayetullahlar “Vehhabilik”, “fitnecilik”, “Amerika’nın amaçlarına alet olmak” ve “İngiliz Şiiliği” gibi ithamlarla kara propagandanın hedefi olmuşlardır. Ayrıca, rejim muhalif din adamlarını kontrol altına almak için güvenlik teşkilatlarının yanı sıra Özel Din Adamları Mahkemesi’ni kullanmıştır. İstihbari ve yargısal mekanizmalara ilaveten İran rejimi medreselerin talebelerinden oluşan özel statülü İmam Sadık Tugayı’nı kurmuştur. Rejim medreselerdeki Besic milis güçleri ve İmam Sadık Tugayı aracılığıyla muhalif din adamlarını izlemeye ve denetime tabi tutmuştur.
Son olarak, Humeyni’nin bile benzer girişimlerden arzu ettiği sonucu alamadığı hesaba katılırsa Hameney’in heterojen bir görünüm arz eden Şii mercilik müessesini homojenleştirebilmesi uzak bir ihtimaldir. Bu durum İran’da önemli bir tartışma olmaya devam edecektir. Rehberlik Kurumunun merciliği yönetme gayreti mercilik krizine yol açmış ve mercilik krizi de en azından bazılarına göre velayet-i fakihi dinî meşruiyetten yoksun bırakarak bir meşruiyet krizine neden olmuştur.
Bu durum halk desteğinden yoksun, demokratik nitelikler taşımayan ve kendini din üzerinden temellendiren bir rejimin, dinî meşruiyetinin tartışmaya açıldığı anlamına gelmektedir. Nitekim Hameney’in “düşmanın siyaseti Kum’da devrimin antitezini yapmaktı! Devrimin Kum’dan çıktığı gibi devrim karşıtlığı da Kum’dan ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. Bundan dolayıdır ki Kum’da fitne için zemin hazırlanıyor!” şeklindeki ifadesine göre, rejim kendi varlığına karşı oldukça kritik bir meydan okumanın Kum şehrinden [mercilikten] geleceğini düşünmektedir. Bu bağlamda Tahran yönetimi, devrim sürecinde en büyük desteği gördüğü Şii düşüncenin merkezi karargâhlarından olan Kum’da taraftar sayısını giderek artıran alternatif dinî-siyasi hareketlerle karşı karşıya kalmakta ve bu durum, rejimin içerden yaşayacağı bir meşruiyet krizine doğru evrilmektedir.
[Hadi Khodabandeh Loui, İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Şiilik Araştırmaları koordinatörlüğünde araştırmacı olarak görev yapmaktadır]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.