İnsan ne ile yaşar?
Bu soruyu ne Tolstoy ne Brecht sordu bana, ne Pet Shop Boys’dan dinledim, ne Mahzuni Şerif’ten...
Bu soruyu geçtiğimiz yaz Mahmut Toptaş Hoca sordu bana...
“Ne olmadan yaşayamazsın?” dedi kısık gözlerindeki ironik ışıltıyla...
Sanki, yakaladım seni küçük balık der gibi, cevapların cebimde genç insan, der gibi bakıyordu o anda...
Ama benim niyetim büyüktü her zamanki gibi. Öyle büyük cevaplar geçiyordu ki içimden ne bir alimin gözlerine, ne bir hoca efendinin ceplerine sığmayacak kadar büyük cevaplar...
“Hukuk olmadan yaşayamaz insan” dedim.
Acıyla gülerek; “Bak yaşıyoruz evladım” dedi.
“Barış ve özgürlük olmadan yaşayamayız” dedim sonra...
Başını sanki ağır bir yazgı eğermişçesine sol yana yatırarak sordu,
“Acaba?” dedi, “genç bayan, hakikaten barış ve özgürlük olmadan yaşayamaz mı insan? Biraz daha temel, biraz daha fıtri bir şeyler söyle”...
Çözülmüştüm... Zor soru! İnsan ne ile yaşar? Ne olmadan yaşayamaz? İnsana can veren nedir? Bozuma uğramış olarak cevapladım hocayı... “Ekmek olmazsa yaşayamayız evet sorunuzun cevabı ekmektir” dedim...
“Bir adım daha at” dedi... Kalakaldım... Sonra gülerek devam etti;
“Evladım nefes almadan yaşayabilir misin?” dedi...
Ben de gülmeye başladım. Üzerimdeki tüm yükler, katmanlar sırtımdan çıkmışçasına hafiflemiştim sanki bu cevapla... Ağır, yüksek, erdem dolu cevaplara hacet yoktu... İnsan hava olmadan yaşayamazdı, su olmadan yaşayamazdı, yemeden yaşayamazdı...
“İnsan ne ile yaşar?” adını taşıyan malum bienal de aynı soruyu sordu hepimize.
Sevgiyle, tutkuyla, ahlakla, dayanışmayla, inançla, erdemle, gururla, heyecanla, parayla, kariyerle, bilgiyle mi? Oğullarıma da sordum aynı soruyu, liseye gidiyorlar, biri “insan, ancak insanla yaşar” dedi, diğeri “insan, espri olmadan yaşayamaz, ruhuyla vardır” dedi.
İnsana yön veren şey nedir, insana ne verilmemiştir ve insan ne ile yaşar?
Mahmut Toptaş Hoca, hayatın içinde odak noktamız olarak kıldığımız değerler dünyasından, insani olana bir çizgi çekmemi sağlamıştı.
“Hayatta iyilik dediğimiz şey kötülük dediğimizden daha fazladır” diyordu.
“Savaşlar arızidir, doğal felaketler sürekli değildir, siz gazeteciler hep siyah tarafını görüyorsunuz hayatın, haksızlıklara suiistimallere rağmen dünyanın her yerinde saygın bulunan, beğenilen, özenilen şey, adalettir, paylaşmaktır. Umut, umutsuzluktan çoktur, kötülük kendisine mazeret ararken iyilik mazeretsizdir...” diye devam etti...
Bilgece bir konuşmaydı. Hayatı nice kahır ve zorluklarla geçmiş bir idealist olarak, acaba o anda benim yorgunluğumu gidermek için mi böyle konuşuyordu? Bilmiyorum.
Ama o konuştukça, omuzlarımdaki ağır yük, yük olmaktan çıkıp, umutlu bir beklentiye dönüşüyordu...
“Rahmet, gazabı aşmıştır evladım” diyerek başka bir konuya çoktan geçmişti Hoca...
Gözlerimizin rengine gelip dayanıyor bu zor sorunun cevabı... Dünya elbette zor bir satıh insan için, ama yaşayacağımız bir başka gezegen de yok şimdilik. Peki niçin onu bozgunlar ve gözyaşı ile yıkayıp duruyoruz? Güneş sistemindeki o mavi küçük bilye, niçin kanıyor hiç durmaksızın?
Gözlerimizin rengine gelip dayanıyor bu zor sorunun cevabı... Biz simsiyah bakarsak, kararıyor oysa arz, mavi ve yeşile, beyaz ve kahverengiye hiç yer bırakmadan, bardağın hep boş kısmına odaklanıyoruz... İnsanların korkunç öyküleri, bizimkinin yanında hiç de korkunç kalmayan hayvanların öyküleriyle kıyaslandığında, mesela arslanın ceylanı niçin avladığı sorusu daha makul kalıyor... Peki güce dayalı bu kazanma ve kaybetme hikayesi, tek ve biricik esası mıdır dünya dediğimiz şeyin? İnsan, ancak yok ettiğinde, insan ancak gasp ettiğinde mi yaşar? Brecht’in 80 yıl önce kara tahtasında yazdığı gibi midir her şey?
“İnsan ne ile yaşar?
Ezip hiç durmadan
Soyup, yiyip, dövüp, yutarak insanları
Yaşayabilmek için hemen unutmalı
Katı gerçek budur, kaçınılmaz
Kötülük yapmadan yaşanamaz.”
Hakikaten böyle midir?
Gözlerimizin rengine gelip dayanıyor bu zor sorunun cevabı, insan ne ile yaşar?
Brecht’e katılmıyorum. İnsan kötülük ile yaşamaz. Tam tersine insan, iyilikle yaşar... Hayatta esas olan şey kötülük, haksızlık ve güçlünün zayıfı yediği şeklindeki kâbus değildir...
Meleklerin yeryüzünde bozgunculuk ve fesat çıkaracağından korktuğu insanoğlu hakkında, herkesin bilmediğini bilen Rabbın kaderi ve bilgisi vardır.
Şimdi pencereyi açıp, ciğerlerinize doldurun havayı. Hiçbir patrona, hiçbir krala, hiçbir zengine ait olmayan o havayı, ciğerleriniz yanıncaya kadar çekin içinize...
Çeşmeden akan suyu dinleyin, eğilip bir dereden bir avuç su alın... Helal bir dilim bayat ekmeğin, kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş ekabir sofralarından daha tatlı ve saygıdeğer olduğunu hatırlayın...
İyilik ve güzellik üzerinize olsun. İyilik ve güzellik gözlerinizin rengi olsun. İnsan sevgiyle yaşar. Bu sevgi, gayret, umut ve iyiliği Allah’tır veren insana. Ve Allah, hiçbir ücret beklemeden verendir, havayı, suyu, ağacı, gözlerini, ellerini, her şeyini...
Sibel Eraslan- Vakit Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.