İndirilmiş Ve Uydurulmuş Din Hakkında Bir Değerlendirme

İndirilmiş Ve Uydurulmuş Din Hakkında Bir Değerlendirme
Ne kadar bilgili olursa olsun hiç kimsenin toplumun din anlayışını 'indirilmiş' veya 'uydurulmuş din' diye bir tasnife tabi tutması doğru değildir.

Prensip olarak hiç kimsenin böyle bir hakkı ve yetkisi yoktur. Aslında 'indirilmiş din' tabiri imalat hatalı arızalı bir tasniftir. Bunu yapma hakkını kendinde bulan bir kimse Allah’a ait bir yetkiyi kullanmaya kalkıyor demektir. Vahiy alan elçiler dışında hiçbir kimse böyle bir yetkiyle donatılmamıştır. Din hakkında yaptığı yorumlar için 'indirilmiş din budur' demek, 'Allah'ın din namına gönderdikleri benim söylediklerimden ibarettir' demektir ki bu söz oldukça iddialı ve çok ağır bir vebali gerektirir. Tarih boyunca bu vebali yüklenmek istemeyen müfessirler takva ve sorumluluk bilinçlerinin bir gereği olarak herhangi bir ayetle ilgili yorum yaparlarken önce diğer alimlere ait görüşleri zikretmişler sonra da kendi tercihlerini ortaya koymuşlardır. Konu ile ilgili farklı da olsa bütün görüşleri naklettikten sonra 'bence bu işin doğrusu budur, ben böyle düşünüyorum ama bununla neyin kasdedildiğini ancak Allah bilir (vallâhu a’lem bi-murâdihi) demeyi de gelenek haline getirmişlerdir. 

Günümüzde ise malesef dini konularda yazı yazıp söz söyleyenlerin bir kısmı reyting ve şöhret ganimetinden pay alma yarışına girmişlerdir. Bu yarış heyecanı her alimde olması gereken takva ve sorumluluk bilincini adeta dumura uğratmıştır. Onlar meşhur olmak için muhalif olmayı adet ve aykırı (şaz) fikirler ile gündem oluşturmayı normal bir yol haline getirmişlerdir. Halbuki mutlak hakikati temsil iddiasında bulunmak hiç kimsenin haddi de, hakkı da değildir. Kaldı ki bir kimsenin “indirilmiş din” diye iddia ettiği yorumların yanlış olma ihtimali her zaman için söz konusudur. Dinde hiç bir kimse, mezhep, firka, cemaat, tarikat her hangi bir görüşün doğruluğunun garantörü olamaz. Zira her insan hata ve nisyan ile malüldür. 'İnsan beşer, kuldur şaşar, bazan üçer, bazan beşer' sözü bu gerçeğin ifadesidir. İnsan işlediği hataları kabul etme potansiyeli taşdığı sürece insanlık vasfını taşır. Hatasını kabul etme potansiyelini kaybeden iblisten rol çalmaya başlamış demektir. Her insan hata eder. Önemli olan hiç hata işlememek değil hatadan dönmeyi bilmektir. Gerçekten de her insan kendi hatarının en kuvvetli şahididir. Hal böyle iken kim hangi cüretle 'indirilmiş din benim dinim, benim din anlayışım ve yorumumdur' diyebilir?

 

Dinî konulardaki bilgimiz sahip olduğumuz imkanlar ile sınırlıdır. Düşünce tarzımız ve değerlendirme kalıplarımız içinde bulunduğumuz koşullar ve çevre faktörü ile doğrudan ilgilidir. Kur’an’ın herhangi bir ayetine yüklediğimiz anlam işte bu sınırlı bilgi ve bizi etkileyen diğer faktörlerin etkisiyle ortaya koyduğumuz göreceli bir yorumdur. Her ayet meali aslında bir te’vil, yani bir çok anlam ihtimalinden sadece birini tercihin sonucudur. Kur'an meallerine tercüme denilmemesinin en büyük nedeni işte bu tercihtir. Doğal olarak 'meal'de tevazü 'tercüme'de ise iddia ve kibir vardır. Mutlak doğru Allah'ın tekelindedir. O nedenle mutlak olmayan bilgi ve sınırlı imkanlar ile varılan sonuçların doğruluğu kesin değildir, görecelidir. Kendine veya başkasına ait olan her hangi bir yorumla ilgili 'bu kesin doğrudur' demek haddini bilmemektir. Her hangi bir dini anlayış şeklinin doğru veya yanlışlığına vurgu yaparken 'bana göre' kaydını düşmek haddini bilmekle alakalıdır. Bu konu ilgili gerçekleri dile getiren şu dizeler ile bu konuyu bitirelim:

 

'İrfan meclisinde eyledim ilmi talep

İlim geride kaldı illâ edep illâ edep'

 

'Edep iledir ancak nizâm-ı âlem

Edep iledir ancak kemâl-i âdem'

 

'Edep bir tâc imiş nûr-ı Hüdâdan

Giy ol tâcı emin ol her belâdan'.

 

H Ali Erdoğan

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.