Hayri Bostan: Ramazan Klasikleri..

Hayri Bostan: Ramazan Klasikleri..
İstediğimiz kadar oruç tutalım, istediğimiz kadar teravih kılalım, istediğimiz kadar mukabele okuyalım. Bunlar sadece günah çıkartma ritüelleri olmuştur. Hac ve umre bile öyledir.

Hayatın boyunca ne halt yersen ye, bastır parayı, git bir umreye, ya da hacca. Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da, duaların kabul olduğu Ravzai Mutahhara’da et dualarını, silkin günahlarından, anandan doğduğun gibi arınmış olarak dön memleketine.

Mübarek ramazan ayı gelince başta televizyonlar olmak üzere, radyolarda, cami ve mescitlerde ramazanın içeriğine ilişkin sohbetler yapılır. Tavsiyelerde bulunulur. Bu ibadet ve itaatlerin ramazanda sevaplarının kat kat olacağı anlatılır ve zaten rahmet, mağfiret ve gufran ayı olan ramazan adeta bir rahmet yağmuruna dönüşür.
Bir arkadaşım yerel bir televizyon kanalında program yapıyormuş. Bana da teklif getirdi. Bir akşam da benim konuk olmamı rica etti. Ve benden neler konuşacağımı önceden whatsapp yoluyla kendisine bildirmemi istedi. Sorularını ona göre soracakmış. Bu işler böyle yürüyormuş. Karşılaştığımız bir yerde böyle bir iftar programında hangi konulara değinmek istediğimi kendisine söylediğimde gözleri açıldı ve “olmaz hocam” dedi. Ve bir sürü şeyler söyledi. Anladığım kadarıyla yıllardır bu tür yerlerde yapılan klasik içerikli konulardan söz etmemizi istiyordu. Suya sabuna dokunmak olmazdı. İzleyiciler ne derdi. Ortalığı karıştırmaya, fitneye sebep olmaya gerek yoktu. Ben de daha ilgilenmedim. Nasılsa böyle bir programa konuk olmak için memlekette yığınla akıl hocası, gösteriş meraklısı, benim birçoklarından asla haz edemeyeceğim tipler vardı. Benim katılmamam bu arkadaşın çalışmalarına bir engel teşkil etmeyecektir.

cocuk-001.jpg

ÖKSÜZ VE YETİMLERİN KORUNMASI VE GÖZETİLMESİ

Ancak bu vesileyle kafama takılan birkaç konuyu burada ele almak istiyorum.
Müslümanların sözde en çok hassas oldukları konulardan biri öksüz ve yetimlerin korunup gözetilmesidir. Ancak bu konuda yapılan bütün davranışlar maalesef öksüz ve yetimlere en büyük zararı vermektedir. İki tane yetim büyütmüş, deneyimli birisi olarak söylüyorum bunu. Burada konuya sadece değinmek ve gerisini pedagoji uzmanlarına, eğitim uzmanlarına bırakmak istiyorum. Yetimleri koruyup gözetmek kesinlikle onları sorumsuzluğa, beleşçiliğe, yüzsüzlüğe sevk edici olmamalıdır. Yetim yetimliği kullanmaya başladığı anda onun işi bitmiş, artık hem kendisine, hem topluma zararlı bir kişilik haline gelmiş demektir. Yetimler korunup gözetilirken bu hususa çok dikkat edilmelidir. Ondan sonra artık sorumluluk almayan, en küçük sorumluluklarını yerine getiremeyen, çok rahat para harcayabilen; ama önceliklerini belirleyemeyen, başkalarının parasıyla başkalarına hava atmayı cömertlik ve mertlik sanan bir kişilik bozukluğuna onları bizzat bizler itmiş oluruz. Bu sakıncalı durumun önüne geçmek için yardım edilecek kişiye bir sorumluluk vermek ve o sorumluluğunu yerine getirmesine karşılık o yardımı ona yapmak en güzel yollardan biridir. Mesela ilahiyat fakültesinde okuyan bir genç yaz tatili nedeniyle camilerde başlayan yaz Kur’an kurslarında görev yapmalarına karşılık onlara bu yardımın yapılması gibi. Burada üzerinde durmam gereken en önemli noktalardan biri de, bu uygulamaların herkes tarafından yapılması gereğidir. Yoksa en doğrusunu yapmaya çalışmanıza karşılık en yanlış sonucu siz alabilirsiniz. Birtakım ne yaptığını bilmeyen cahiller sözde iyi niyetle kraldan çok kralcı davranarak sizin yapmaya çalıştığınız o güzel şeyi bozarlar. Maalesef bu bozguncular daha çok yetimlerin en yakınları, en sevenleri, onlara güya en çok değer verenleri de olabilir. Hatta bunların olma olasılığı başkalarına göre çok daha yüksektir.

26684.jpg

ÇOCUKLARIN CAMİLERE GÖTÜRÜLMESİ MESELESİ

Diyanet işleri başkanının da destek verdiği, “çocukların camilere götürülmesi” olayı da çok kontrolsüz bir şekilde topluma adeta empoze edilir oldu. Hangi yaştaki çocuklar camilere götürülebilir, camide herkes namazdayken onların başta can güvenlikleri olmak üzere kendilerine ya da başkalarına zarar verebilecek çocuk davranışlarını kim nasıl kontrol edecek? Başlarına bir şey gelirse bu işin sorumlusu kim olacak, bilen yok. Şu yaşın üstünde olanlar” demek de yeetrli olmayabilir. Çünkü, mesela her yedi yaşında çocuk aynı değildir. Bunun hiperaktifi var, meraklısı var, çekingeni var, spastiği var, down sendromu olanı var, geri zekâlısı olabilir… Ne zaman ki elim bir olay olur, tatsız bir hadise vuku bulur, o zaman günah keçisi aramaya başlarız.

CAMİLERDE ENGELLİ KANEPELERİ YA DA İSKEMLELERİ

Bir diğer mesele de, yakın zamanlarda iyice çoğalmış bulunan engelli iskemleleri ya da kanepeleri sorunudur. Eskiden bir camide ya da mescitte en yaşlılar en ön safta yer alırlardı. Orası adeta onlar için bir protokol idi. Herkesin saygı duyduğu, hürmet ettiği aksakallı dedeler imamın hemen arkasında yer alırlardı. Şimdi en yaşlılar adeta gözden çıkarılmış, arka taraflara atılmış, son derece trajik bir görüntü aldılar. Namazın bütün ritüellerini yerine getiremeyen sağlık sorunlu yaşlılar eskiden olduğu gibi gene ön saflarda olmalılar. Elbette oturarak, ayaklarını uzatarak, nasıl ve ne kadar yapabiliyorlarsa o kadarını yaparak namazlarını eda etmeliler. Ama kesinlikle camilerin en arkalarına atılmış gibi olmamaları gerekir diye düşünüyorum. Birçok camide gözlemlediğimiz gibi neredeyse camilerin yarısı kanepelerle doldurulmuş durumdadır. On beş yirmi yıl sonra camilerimizin kliseler gibi oturaklı mekânlar haline geleceğini şimdiden görmek için insanüstü yeteneklere sahip olmak gerekmiyor.

KUR’AN OKUMAK VE DİNLEMEK NİÇİN İBADETTİR?

Ramazanlarda camilerde ve benzeri yerlerde okunan mukabeleler için de bir çift sözüm var: İki bin on dört yılı ramazan ayında Hollanda’nın Leiden kentinde bir aya yakın bir süre fahri görev yaptım. Vaaz, teravih namazı, mukabele, konferans, Cuma namazı, bayram namazı gibi bilumum görevleri mealkusur velküsur yapmaya çalıştım. Mukabele okurken karşımda erkekler takip ediyorlardı. Başka bir salonda da hanımlar hoparlörden dinleyerek takip ediyorlardı. Kur’an okudukça bizleri doğrudan ilgilendiren ve herkesin anlayacağı genel mesajlar içeren ayetlerin meallerini veriyordum. İçeriden hanım kardeşlerden uyarı geldi: “Meal ve tercüme yapmasın, sadece okusun geçsin“ dediler. Ben de öyle yaptım. Ama kim ne derse desin, adım gibi eminim ki Kur’an okumanın asıl manası Kur’an’ın içerdiği mesajları yinelemek, Kur’an bilgilerinin tazelemektir. Diyorlar ki “Kur’an okumak anlamadan da olsa ibadettir, sevaptır.” Bu söylem insanları Kur’an okumaya teşvik içindir. Yani anlamadan okumak bile sevaptır demek sadece okumak sevaptır, anlamı bizi ilgilendirmez manasına gelebilir mi? Eskiden belki insanlar bu söylemlerden etkileniyor ve itiraz etmiyor, söyleneni yapıyorlardı. Ama artık çağımızın koşulları değişti. Anroid telefonlar herkesin elinde ve nerede neyi merak ediyorsa Google’a yazıp öğreniyor. Hal böyleyken eski tarz ve tutumlarda inat edenler Kur’an’a ve İslam’a en büyük zararı vermiş olmuyorlar mı?

26709.jpg

YEMEK VE RAMAZAN

Ramazan ayı bir yemek ayı değil, oruç ayıdır. Yemeklerin abartılması, fotoğraflarının çekilerek sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılması da yanlış algılara yol açmaktadır. Zaten birileri en az iki yüz yıldır ramazan deyince akla taverna, eğlence, tombala, direkler arası eğlencelerinin gelmesi için hayli çalıştılar ve hayli mesafe aldılar. Dini ortadan kaldırmanın, yok etmenin mümkün olmadığını gören din düşmanları dini algıları bozarak, yanlış din anlayışlarının ortalıkta uçuşmasını sağlayarak, dini kutsalları ve ibadet ritüellerini alay konusu yaparak amaçlarına ulaşmayı daha etkin bir yol olarak tercih ediyor olmalılar. Mini etekli bayanların saflarda yer aldığı, bir bayanın da imamlık yaptığı cami ve ibadet ortamı görüntüleri bunun en tipik örneğidir. Belki fotomontajdır, belki başka bir ülkede bulunan marjinal bir olaydır. Ama imam hatip liselerinde başı açık kızların yanında, son derece dekolte kıyafetlerle, yılışık davranışlarla, daracık streçlerle öğrenciler görmek normal hale geldi. Neden acaba? Çünkü çocuk asıl ruh terbiyesini elinin altında sürekli bulunan ve sürekli bir paganistin putuyla ilişkisi gibi içli dışlı olduğu telefonundan sağlıyor. Annesinden ve babasından ise normal yaşam gereksinimlerini sağlıyor. Gitmek istemediği imam hatip lisesine gitmeye razı edilmek için kendisine sunulan ayrıcalıklar da eklenince sonuç bu oluyor. Sorumsuz, değerlerle alakası olmayan, aidiyet duygusu gelişmemiş, en ufak uyarıda kıyametleri koparan bir afet haline geliyor.
Batı bu durumu bizden çok daha önce yaşadı ve artık çareyi çocuk doğurmamakta, çocuk yerine köpek beslemeyi ve sevmeyi tercih etmede buldu. Şunu da altını çizerek belirtmeliyim ki bütün bu olumsuzlukları ortaya koyanların hepsi iyi niyetli insanlardır. Ama yaptıkları işler, takındıkları tavırlar, ortaya koydukları tutumlar kesinlikle bilimsel ve gerçekçi değildir. Tamamen duygusaldır. Değerler eğitimi diye bir şey artık çok zor kazandırılıyor. Belki hiç yok denecek kadar az gerçekleşebiliyor. Doğan Cüceloğlu’nun tespit ettiği gibi, değil yüz dolar, bin dolar, beş bin dolar, elli bin dolar verseniz, yere konulmuş bir parça ekmeğe ayağıyla basabilecek birisini bulmanız çok zorken, dedikodu yapan, yalan söyleyen, asalaklık yapan, elindeki çöpü uluorta yerlere atan insanlar nasıl çok olabilmektedir. Eğri oturup doğru konuşmamız, yaptığımız davranışlarımızı sorgulamamız, ramazan dolayısıyla böyle bir muhasebeyi de çok iyi yapmamız gerekiyor. Salavat zinciri oluşturmak, ufacık davranışlara cennetler vadederek insanı bir de din kisvesi altında beleşçi, çalışmaya ve hak etmeye karşı, dünyayı güya küçümseyen ama dünyası da, ukbası da perişan bir zavallı haline getiriyoruz. Cuma geceleri, kandil geceleri, bayram günleri yaptığımız en çağdaş davranış, oradan buradan elimize geçen dinsel mesaj içerikli dosyaları karşı taraflara pas etmek. Değerler eğitimi artık “ne derler eğitimi”ne dönüşmüş durumdadır. Hâlbuki takva, kulun her davranışında, her hareketinde, her işinde Allah rızasını gözetme duyarlığıdır.

DOSDOĞRU OLMAK

Sevgili Peygamberimiz (sav) bir sözlerinde “beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı” buyurmuş. Hûd Sûresinde de; “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayetini kastettiğini öğreniyoruz.

Doğru olmak neden bu kadar zor? Çünkü bedeli vardır. Ağır bedeli vardır doğru olmanın, dürüst olmanın. Hayatta birçok yerde, birçok işinizde yalan söylemek işinizi kolaylaştırır. Kapalı kapıları size açabilir. Hele yalan bir de yalakalıkla, menfaat beklediğimiz yerlere, kişiliklere dışımızdan övgülerde bulunmak akla hayale gelmeyecek nimetler sağlayabilir insanlara. Mesela geçenlerde, bir önceki yıldan Kur’an dersinden borçlu geçen bir öğrenciyi sınav yapmıştık bir arkadaşımla. En zordan en kolaya doğru sorduk. Yüzünden okuması yok, ezberleri yok, tecvid bilgiis de, uygulaması d ayoktu. Her Müslümanın bilebileceği namaz surelerinden sorduk, onları da bilemedi. Bir “ayetelkürsi” oku dedik, onu da okuyamadı. Ve çok uzaklardan sınava gelen bu öğrencimiz zorunlu olarak sınıfta kaldı. Bu öğrenci için çalıştığımız okulun müdürü, müdür başyardımcısı seferber olmuşlar. Benden umutları olmadığı için komisyon arkadaşıma rica etmişler ve komisyonda sınıfta kalan bu öğrenci okul şdaresi ve bişr öğretmenin sahtekârlığıyla geçmiş. Benimse haberim olmadı bile. O komisyon arkadaşım bugün yanımda ağzından kaçırdı. Şimdi ben bu durumu şikâyet etmem gerekiyor. Edersem bu müdür de, yardımcısı da, o öğretmen de ceza alacak, belki makamlarından olacaklar. Ama bundan on küsur yıl önce böyle bir sahtekârlığı duyurduğum için beni nasıl aforoz ettiklerini biliyorum. Devletin koskoca ofis tayin ettiği bu zatların, arka tarafta oluşturdukları küçücük zulada bu ümmetin hangi hayırlı işlerini yürüttüklerini, ne filimler çevirdiklerini bir tane kişi merak etmiyor. Çünkü hepsi bir şekilde birbirine bağlı bunların. O soruşturmada ceza alan idareci işimdi işin tam da en başına konulmuş durumda. Çevresine de kendi adamlarını yerleştirdi. Öyle bir çürümüşlük, öyle bir kokuşmuşluk ki anlatılamaz. Ve bizler bunlara göz yummak durumunda kalıyoruz. Çünkü bunların yaptığı bu sahtekârlığı şikâyet etsek adımızı ispiyoncuya, kötü adama çıkaracaklardır. Yıllardır bana etmediğini bırakmayan bu zamanın Saadettin Köpekleri, Mahmut Paşaları her zaman yaptıkları yanlarına kar kalacaktır. Çünkü doğruyu söylemenin ağır bedelleri vardır bu ülkede. Hem kimi kime şikâyet edeceksin? Bu tür sahtekârlıkları birbirlerine yapılmış dostane kıyak olarak gören zihniyet yaşadıkça hiçbir yararı olmaz. İstediğimiz kadar oruç tutalım, istediğimiz kadar teravih kılalım, istediğimiz kadar mukabele okuyalım. Bunlar sadece günah çıkartma ritüelleri olmuştur. Hac ve umre bile öyledir. Hayatın boyunca ne halt yersen ye, bastır parayı, git bir umreye, ya da hacca. Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da, duaların kabul olduğu Ravzai Mutahhara’da et dualarını, silkin günahlarından, anandan doğduğun gibi arınmış olarak dön memleketine. Bu anlayışı eleştirenlere fitneci, dini bozanlar, kafaları karıştıranlar diye saldırılar bunun için oluyor olmasın? Kurulu düzenleri tehdit edenler, bozanlar hep aynı ve benzer tepkilere maruz kalmışlardır. Bunların en başında da Hz. Muhammed(sav) gelmektedir. Mekke site devletinin bütün ekonomik olanaklarını ellerinde tutan mutlu bir azınlık insanları inim inim inletiyorlardı. Tefecilik en baş soygun aracıydı. Tefeciliği yasaklayan İslam Peygamberi(sav) ne büyük bir devrimciydi.  Din adına konuşanlar o zaman Mekke kodamanlarının sömürü aracı tefeciliği günümüzün zorunlu kambiyo sistemiyle karıştırıp, insanların mecbur olduğu bir teknik sistemi haram sayarak günah psikolojisine sokmak ve sonra da “faizsiz sistem” diye özel finans kurumlarını getiren, sonra da “kâr-zarar ortaklığı ilkesini istismar ederek Müslümanların milyar dolarlarını cepellezi eden süzme dindarlar görmedik mi?
Bu kafalarla daha çok şeyler göreceğiz. Göre göre ölüp gideceğiz ve arkamızdan gelenler de görmeye devam edecekler.

İşimi yapmaktan değil yapamıyor duruma düşmüş olmaktan yoruldum. Ve emekliliğimi istedim. Böyle gelmiş, bu kafalarla çok daha böyle gider.

Yüce Rabbimiz bu güzel ramazan ayını arınma, durulma, silkinme ve kendine gelme ayı kılsın.  Bu ülkede ya da dünyanın her yerinde, namuslu insanlar en azından namussuz ve şerefsizler kadar cesur olmalılar ki bir şeyler düzelsin.  Durumumuzu düzeltsin. Çünkü biz acizlerin elinden fazla bir şey gelmiyor. Ve Allah’a havale ediyoruz.

 

Hayri Bostan

Ulu Kanal

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.