Hayati Koca: “Keşke, Yalnız Bunun İçin Sevseydim Seni”

Hayati Koca: “Keşke, Yalnız Bunun İçin Sevseydim Seni”
Evet, biz de tekrarlıyoruz. Dünya beşten büyüktür ve daha adil bir dünya mümkündür.

“Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”

“Keşke, Yalnız Bunun İçin Sevseydim Seni”*

Sevgi denen şey bugüne kadar hiçbir tanıma sığdırılamadığı gibi bugün de onca uğraşa rağmen bir kalıba konulamamış, herkesi doyuracak ve kapsayacak bir tanıma ulaşılamamıştır.

Sevgi bazen bir kitabı okurken çıkar karşımıza, kitabın sayfalarını yavaş yavaş çeviririz, bitmesini istemeyiz. Sevgi bazen sevgilinin kollarında çevirir yolumuzu. Onun yüreğini yüreğimize sarmak isteriz. Bir sarmaşığın sarıldığı gibi... Sevgi bazen bir çocuğu kucağımıza aldığımızda yükselir gözlerimize. Onun ellerini, ayaklarını, saçlarını, tombul tombul yanaklarını ve kollarını koklarız, öperiz... Bunlara doyamayıp dişlerimizi sıkarız, sevgimizi tam olarak dışarıya akıtamadığımızı gösteririz.

İşte bu sonsuz sevgi en çok yerlilere yakışmaktadır. Sevdiği için dağlara düşen, sevdiğinin adını avazı çıktığı kadar haykırmak isteyen, sevdiğinin mutluluğunu mutluluk, hüznünü hüzün bilen yerlilere.

“Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”

Yakından ilk görüşmemiz 90’ların başında, Adana’nın en güzel mevsimi olan ilkbahardaydı. Nisandan mayısa bir yolculuk. Şehir yine portakal çiçeği kokuyordu. Kürsüden mahallenin sunucusu (ki o zamanlar parayla sunuculuk yapmak ayıptı) bir Yiğit’i takdim ediyordu, Kozan’dan Tufanbeyli’ye, Seyhan’dan Ceyhan’a selam göndererek.

O zamanlar kalabalık değildi şehirler, kongreler, toplantı salonları, miting ve eylem alanları. Her şey yalındı, yalan değildi.

“Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”

Yıllar su gibi akıp geçti. Babaların babalığı, çocukların çocukluğu değişti; ama sendeki dik duruş, dik bakış ve müslümanca anlayış hiç değişmedi. Şahidiz.

“Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”

Bazen yanılttılar, biz üzüldük. Düştüğün her yerde bizim dizimiz kanadı; sesin kısıldığında bizimki de kısıldı sanıp konuşmadık. Bir şairin ölüm gününde başka bir şairin şiirini o şairin şiiri diye okuttular, çocuklarla kahvaltı masasındayken yerin dibine geçtim. Sandım ki dünyadaki herkes sana değil bana bakıyor ve bu yanlışlıktan beni sorumlu tutuyor.

Listelerde, isimlerde, makamlarda, mevkilerde, mücadelede, cenk meydanlarında…Her kişiyi er kişi diye anlattılar, yanılttılar; ama yanıltanların hepsi yalan olup unutuldular. Bir tek sen kaldın geriye; tüm yalanları, yancıları, yanıltanları terk eden sen.

“Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”

Her konuşmada sadece misâk-ı milli sınırlarını değil, gönül coğrafyasının tamamını kapsayan bir kucaklamayı; bir omzuna Aylan bebeği diğerine Erva’yı alarak çıktığın zalim cengini; küçücük dünya menfaatleri ve makamları için her türlüğü kötülüğe karşı susanlar varken tüm dünyanın huzurunda yalancıya yalancı, zalime zalim, iki yüzlüye iki yüzlü, haine hain olduğunu yüzlerine karşı haykırmayı, bir insanın derdinin bütün insanlığın derdi olması gerektiğini ifadeyi, yüzü toprağa yakın hüzün yüzlü, hüzün kokulu çocukları anlatmayı; İstanbul’u, Filistin’i, Arakan’ı, Suriye’yi, Hatay’ı, Bosna’yı, Azerbaycan’ı, Yemen’i aynı cümlede, aynı özne değerinde ilan etmeyi başka kim başarabilirdi?

“ Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”

Bir duruş, bir bakış, bir anlayış ve hiç bitmeyen bir mücadele.

Evet, biz de tekrarlıyoruz. Dünya beşten büyüktür ve daha adil bir dünya mümkündür.

yazının devamı...

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.