Gül: Davalar bir an önce sonuçlanmalı
Cumhurbaşkanı Gül, Christian Science Monitor gazetesine mülakat verdi. Gül, Ergenekon ve Balyoz davasıyla ilgili konuştu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, savcıların ellerinde darbe planları iddialarını mahkemeye taşımak için güçlü kanıtlar olduğunu söylediklerini belirterek, "Bu dikkate alındığında, savcıların iddiaları hiçe sayılamaz. Her halükarda bu davalar şu anda devam ediyor ve kimin suçlu kimin masum olduğunu söyleyecek konumda değilim. Sadece bir an önce davaların sonuçlandırılmasını umuyorum" dedi.
Cumhurbaşkanı Gül'ün Christian Science Monitor'a verdiği mülakat Cumhurbaşkanlığı'nın internet sitesine konuldu. Nathan Gardels'in yaptığı mülakatta Gül, Mısır'ın "tüm inançlara saygı" temelinde laikliği benimsemesi gerektiğini, Suriye'deki şiddetin sona erdirilmesinde Rusya'nın önemli bir rol oynadığını ve Moskova'nın yapıcı davranmak zorunda olduğunu, dünyadaki ekonomik gücün kaydığını söyledi.
-"DAVALAR BİR AN ÖNCE SONUÇLANDIRILMALI"-
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Türkiye, AB üyeliği yörüngesindeyken Avrupa Birliğinin taleplerinden birinin 'ordunun sivil yönetime tabi kılınması' olması ironik. Şimdi pek çokları, Türkiye'de laikliği güvence altına alan 'derin devlet' generallerinin yargılanmasını, laikliğe örtülü bir saldırı olarak eleştiriyor. Buna ne diyorsunuz?" sorusuna şu yanıtı verdi.
"Savcıların söylediği şey, bu davaları mahkemeye taşımak için ellerinde güçlü kanıtlar olduğu. Bu kişilerin sivil hükümete karşı bir darbe düzenleme çabası içinde olduğunu iddia ediyorlar. Bildiğiniz gibi, modern Türkiye tarihi neredeyse her 10 yılda bir, ordu darbelerine tanık olmuştur. Bu dikkate alındığında, savcıların iddiaları hiçe sayılamaz. Her halükarda bu davalar şu anda devam ediyor ve kimin suçlu kimin masum olduğunu söyleyecek konumda değilim. Sadece bir an önce davaların sonuçlandırılmasını umuyorum."
Çin ve Türkiye'nin ekonomik yükselişiyle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'ndan baktığında değişen dünyayı nasıl gördüğü sorusuna ise Cumhurbaşkanı Gül "Bugün gördüğümüz şey, bir çemberin kendini tamamlaması. Birkaç yüzyıl önce Çin, dünyadaki en önemli ekonomiydi. Sonra sanayi devrimi oldu ve İngiltere ilerledi, onu ABD izledi. Şimdi, bir kez daha, dünyadaki ekonomik çekim merkezi, olduğu yere geri dönüyor. Daha fazla zenginlik diğerlerine yayılıyor. Pek çok güç merkezi bulunan çoğul bir dünyada yaşıyoruz. Artık kimlikler, 'Batılı' veya 'Müslüman' veya 'Çinli' diye sıralanamaz" dedi. Modernitenin artık sadece Batı'ya ait olmadığını ileri süren Cumhurbaşkanı Gül, "İslami bir toplumun değerlerine uyacak şekilde biçimlendirdik, tıpkı Çinlilerin ekonomik refah, bilim ve teknolojiyi eski medeniyetlerinin değerlerine uydurdukları gibi. Ama aslında daha felsefi bir bakış açısıyla, modernite kavramının kendisinin tartışılabilir olduğunu söyleyebilirim. Temel değerlerden söz etmeliyiz: Sosyal adalet, eşitlik, inançlara, dillere ve diğerlerine saygı" dedi. Cumhurbaşkanı Gül şöyle devam etti:
"Meseleye bu şekilde yaklaştığınızda ve insanlara değerlerinin yaşamlarını iyileştirecek yeni yollarla ve araçlarla çelişmediğini anlattığınızda, gelişme sürecini sahiplenirler. Güvenlerinden ve dünyaya kendi koşullarında açılma isteklerinden daha fazla refah doğar. Bu sahiplik hissiyatı nedeniyle, demokrasi fikri daha da kök salar. Kolaylıkla yerinden oynatılamaz, çünkü halk ve yönetim emellerinde ortaktır. Bugün Türkiye'de izlediğimiz reform yolu bu. Sanırım Çin'in ve mevcut zorluklarına rağmen Rusya'nın, bizim anladığımız şekliyle demokrasiye ilerlediğini göreceksiniz. Hukukun üstünlüğüne uyan ve hesap verebilir iyi bir yönetim."
-"DİNSİZLİK DAYATAN FRANSIZ JAKOBENLİĞİNDEN, ANGLO-SAKSON LAİKLİĞİNE..."-
"Modern olma" fikrinin, otoriter araçlarla yukarıdan dayatılırsa işe yaramayacağını, bunun toplum mühendisliğine tekabül edeceğini belirten Cumhurbaşkanı Gül şöyle dedi:
"Buna direnç gösteriliyor, çünkü Batılı değerleri ithal ettiği düşünülüyor. Bu tepkiyi, bölgedeki otoriter "modernleştiricileri" deviren Arap Baharı ayaklanmalarında açıkça görüyoruz. Araplar şimdi değerlerine uygun kendi yollarını arıyorlar."
Başbakan Erdoğan'ın Mısırda Müslüman Kardeşler'e ve partilere "laiklikten korkmamalarını" tavsiye etmesini hatırlatan CSM'nin "İslami eğilimli partinin laik bir çerçevede yönettiği Türkiye'nin sistemi, anayasalarını yaparken Mısır ve diğer Arap ülkeleri için bir şablon mu?" sorusuna Cumhurbaşkanı Gül şu yanıtı verdi:
"Arap ve Mağrip ülkelerinin talihsizliği, laiklik yorumlarının, bir tür dinsizlik dayatan 'Jakoben' bir model olan Fransa modeline dayanması. Bölgedeki Müslüman toplumlara laiklikten bahsettiğinizde, bu ima nedeniyle yanlış anlaşılıyor. Pratikte, laikliğin Arap ve Mağrip ülkelerinde uygulanması, laiklik adına İslam'a karşı savaşılması anlamına geliyor. Dolayısıyla bu hassasiyeti anlamalıyız. Öte yandan, Birleşik Devletler veya Birleşik Krallık'ta uygulandığı gibi laikliğin Anglo-Sakson yorumunu kullanırsanız bu, insanların kendilerini rahat hissetmeleri gereken bir şey. Anlamı, devletle dinin ayrılması, devletin tüm dinlere eşit mesafede durması ve tüm inançların vasisi olarak davranması. Bütün inançlara saygıya ve pek çok inancın bir arada var olmasına dayanıyor. Mısır veya Tunuslu liderlerle konuşmalarımdan size şunu söyleyebilirim ki dini kimliği olanlar da dahil, çok açık fikirliler ve laik yönetime dair bu Anglo-Sakson anlayış konusunda rahatlar. Türkiye'de yaptığımızın temel özgürlüklere odaklanmak olduğunu anlıyorlar. Birinin dinini ifa etme özgürlüğü, özgürlüklerin en temel olanıdır. Engelleri kaldırıyoruz, hepsi bu."
-"RUSYA AĞIR SİLAHLARIN SORUMLULUĞUNU TAŞIYAMAZ"-
Cumhurbaşkani Gül'e yöneltiler diğer sorular ve yanıtlarından bölümler şöyle:
"CSM: Türkiye, İran ile Batı arasında ara buluculuk yaptı. Şimdi katı yaptırımlar uygulanıyor ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı, İran'ın denetimlere açık olmaya daha istekli olduğuna inanıyor. İyimser misiniz?
Cumhurbaşkanı Gül: Her şeyden evvel, bu sorunun tek çözümünün, savaştan bitkin düşmüş bir bölgeyi tutuşturacak askeri bir eylem değil, diplomasi olduğunu söylemeliyim. Bu ne kadar çabuk olursa o kadar iyi olur, çünkü Orta Doğu'nun üzerinden büyük bir yükü kaldıracaktır. 2010'da Türkiye ile Brezilya, İranlıları zenginleştirilmiş uranyumun yarısını ülke dışına nakletmeye ikna etti, böylece silahlanmada kullanılamayacaktı. O sırada bin kilo zenginleştirilmiş uranyumları vardı. Anlaşılamayan sebeplerle bu anlaşma gerçekleşmedi ve bu, İran'ın suçu değildi. Dolayısıyla fırsat kaçırıldı. Şimdi üç bin kiloları var. Geçen ay İstanbul'da 5+1 toplantısı vardı ve İran bizim ısrarımızla katıldı, çünkü ilgili tüm ülkeler ilerleme kaydetmiyordu. Bu toplantı oldukça olumlu geçti ve Bağdat'taki 23 Mayıs toplantısının yolunu açtı. Her iki tarafın bu defa iyi niyetli davrandığına dair iyi işaretler var. Türkiye'nin İran'ın nükleer programı konusundaki konumu ise tamamen açıktır: Bölgemizde kitle imha silahlarının varlığına kesin olarak karşıyız. Bu silahları geliştirme veya elde etme girişimleri, bölgesel bir silah yarışını tetikleyebilir ve bu da daha fazla istikrarsızlığa yol açar. Bu nedenle her zaman Orta Doğu'da, İran ve İsrail de dahil, kitle imha silahlarından arınmış bir bölge kurulması çağrısında bulunduk. İran'ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji kullanma hakkını destekliyoruz. Ancak İran'ın programı şeffaf olmalı ve liderleri, uluslararası toplumu askeri olmayan niteliği konusunda temin etmeli.
CSM: Sohbetimizin başındaki çemberin tamamlanması noktasına; dünyadaki güç kayması konusuna gelirsek. (Suriye konusunda) Güvenlik Konseyi üyesi Çin ve Rusya, bu konuda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli.
Cumhurbaşkanı Gül: Evet, Rusya'nın rolü çok önemli. Rusya elbette bütün insan hakları ihlallerinin, şehirleri bombalayan, ateşe veren ve bunca insanı öldüren tankların ve ağır silahların sorumluluğunu taşıyamaz. Rusya'yı yapıcı bir şekilde dahil etmek önemli. Bu, yeterli şeyin yapılmadığı bir alan."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.