Taşkın Koçak: Kapitalizmin Kalbinde Tiranların Üç Şehri (Amsterdam, Londra, New York)
Kapitalizmin hikâyesi, üç şehirde başladı ve şekillendi: Amsterdam, Londra ve New York. Üç farklı dönemin, üç farklı coğrafyanın sembolleri olan bu şehirler, dünyaya hükmeden ekonomik sistemin doğuşunu, gelişimini ve günümüzdeki küresel hakimiyetini temsil ediyorlar. Ancak bu yarışta Amsterdam'ın zaman içinde nasıl geri kaldığını ve Londra ile New York'un bayrağı devralarak bu büyük kapitalist maratonu sürdürdüğünü anlamak için önce tarihin satır aralarına inmeli, bu şehirlerin ruhunu ve rolünü iyi kavramalıyız.
Amsterdam, kapitalizmin doğduğu ilk büyük sahneydi. 17. yüzyılda Hollanda Altın Çağı sırasında, dünya ticaretinde yaşanan patlama, Amsterdam'ı hızla küresel ekonominin merkezi haline getirdi. Dünyanın ilk hisse senedi borsası burada kuruldu, VOC yani Hollanda Doğu Hindistan Şirketi bu şehirde dünyaya geldi. Küresel ticaretin getirdiği sermaye birikimi, bankacılık sistemini, kredi mekanizmalarını, hatta spekülasyonu bile Amsterdam'da icat etti. Bugün modern kapitalizmin DNA'sına işleyen birçok unsurun ilk örnekleri, Amsterdam'ın dar sokaklarında ve kanal boylarındaki tüccar evlerinde doğdu.
Ancak Amsterdam'ın altın dönemi sonsuza dek sürmedi. Zaman içinde küçük Hollanda ekonomisi büyük küresel güçlerin gölgesinde kaldı. İngiltere'nin yükselişi, deniz ticaretinde hakimiyetin Londra'ya kaymasına neden oldu. Londra, kapitalizmi Amsterdam'dan aldı ve küresel ölçekte devasa bir imparatorluk inşa etti. Sanayi Devrimi'nin kalbi haline gelen Londra, dünyanın ekonomik ve finansal merkezini kendi topraklarına taşıdı.
Londra, kapitalizmin ikinci büyük evresini şekillendirdi. Sanayileşmenin ortaya çıkardığı bu muazzam zenginlik, sömürgeler üzerinden kurulan küresel ticaret ağı ve finans merkezi olan City'nin gücü, İngiltere'nin dünya ekonomisini belirlemesine olanak sağladı. İngiliz Sterlini, küresel rezerv para birimine dönüştü ve Londra dünyanın finansal akciğeri haline geldi. Britanya İmparatorluğu'nun üzerinde güneş batmazken, Londra sokakları sanayi kapitalizminin nimetlerini de, sefaletini de en keskin biçimde deneyimliyordu.
Ancak tarih, Londra'nın küresel egemenliğini de sınırladı. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde İngiltere gücünü kaybetti ve kapitalizmin merkezi okyanus ötesine, Amerika'ya taşındı. New York, kapitalizmin yeni başkenti oldu. Wall Street, artık dünyanın yeni finans kalbiydi. Amerikan doları küresel rezerv para birimi oldu ve Bretton Woods sistemiyle birlikte dünya ekonomisi artık ABD merkezli hale geldi.
New York kapitalizmin üçüncü büyük evresini ve bugünkü küresel sistemin temelini attı. Finansal piyasalardaki yenilikler, küreselleşmenin ivmelenmesi ve teknolojik devrimler sayesinde kapitalizm daha önce hiç olmadığı kadar hız kazandı. Ancak bu yeni düzen, sadece zenginliği değil; derin eşitsizlikler, krizler ve sosyal çatışmalar da beraberinde getirdi. 1929 Büyük Buhranı'ndan 2008 küresel finans krizine kadar pek çok büyük ekonomik kriz, New York merkezli sistemin çatlaklarını ortaya koydu.
Amsterdam'ın bu yarıştan kopuşu, aslında kapitalizmin doğasının da simgesidir: Kapitalizm, gücü ve sermayeyi sürekli olarak daha güçlüye, daha büyüğe aktarır. Bugün Londra'nın Brexit sonrası zayıflamasına rağmen hâlâ önemini koruması ve New York'un gücünü artırarak sürdürmesi, kapitalizmin sonsuz döngüsünün bir parçasıdır. Yarıştan kopanlar, güçlerini bir sonraki merkeze teslim ederler.
Peki kapitalizmin bu sonsuz döngüsü, bizi nereye götürüyor? Bugün Londra ve New York, küresel finans piyasalarının, teknoloji devlerinin ve ekonomik eşitsizliğin sembolü olmaya devam ediyor. Kapitalizm bir yandan zenginliği ve teknolojiyi insanlığın hizmetine sunarken, diğer yandan doğayı tahrip ediyor, sosyal uçurumları büyütüyor ve insani değerleri öğütüyor.
Amsterdam'dan Londra'ya, Londra'dan New York'a geçişte gördüğümüz bu hikâye, aslında kapitalizmin yalnızca ekonomik bir sistem değil, bir medeniyet projesi olduğunu ortaya koyuyor. Bu sistemin içinde yaşayan bizler, refah ve gelişmenin yanı sıra, krizlerin ve belirsizliklerin de mirasçılarıyız. "Kapitalizmde krizler ve çalkantılar sistemin ayakta kalmasını sağlıyor, eğer bir gün krizler ve çalkantılar biterse bilin ki, kapitalizm sona ermiştir. "(TK) Fakat, bitmeyecek çünkü oyunu kuranalar bu sistemin bu şekilde var olmasından besleniyorlar.
Günümüzde kapitalizmin yeni merkezleri olarak Şanghay, Seul, Tokyo ve Singapur gibi şehirler öne çıkıyor. Bunların yanı sıra, küresel kapitalist düzenin yükselen yıldızları arasında Dubai, Mumbai, Bangalore, Hong Kong ve Shenzhen gibi şehirleri de göz ardı edemeyiz. Dubai, Batı ve Doğu sermayesinin buluşma noktası olarak Orta Doğu'nun finansal kalbine dönüşürken, Hindistan'ın Mumbai ve Bangalore şehirleri ucuz iş gücü ve yazılım teknolojileriyle yeni bir ekonomik dinamizmin temsilcisi hâline geliyor. Çin’in Shenzhen şehri, yüksek teknoloji üretimi ve inovasyonla kapitalizmin gelecekteki rotasını belirleyen şehirlerden biri olurken, Hong Kong ise hâlen finansal gücünü küresel ölçekte koruyor.
Bu şehirlerin ortak noktası, kapitalizmin geleneksel merkezleri olan Londra ve New York gibi Batılı şehirlerle etkileşimlerini fırsata çevirmiş olmalarıdır. İşte tam bu noktada, şu sözü hatırlatmak isterim: "Kapitalizmi sadece eleştirmek yetmez, onu insanlık için yeniden inşa edecek cesareti ve vizyonu da göstermeliyiz." (TK) Bugün dünya, kapitalizmin dönüştürücü gücünü doğru kullananların yükseldiği bir çağa şahitlik ediyor. Tarih bize defalarca gösterdi ki, ilerleme yalnızca dönüşümü cesaretle karşılayan toplumların payına düşer. Yarın, Osmanlı’dan günümüze Türkiye’nin bu büyük dönüşüm karşısındaki konumunu ve geleceğe yönelik atması gereken adımları ele alacağız.
Kaynak:Adanapost
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.