"Diriliş ve Sezai Karakoç" üzerine yapılmış bir röportaj..

"Diriliş ve Sezai Karakoç" üzerine yapılmış bir röportaj..
Merhum Hamid Can ile "Diriliş ve Sezai Karakoç" üzerine yapılmış bir röportaj: "Üstadla ne zaman tanıştınız? İlk görüşmenin iç aleminize etkilerini sormak istiyorum.."

"Diriliş ve Sezai Karakoç" üzerine yapılmış bir röportaj..

Merhum Hamid Can ile "Diriliş ve Sezai Karakoç" üzerine yapılmış bir röportaj: "Üstadla ne zaman tanıştınız? İlk görüşmenin iç aleminize etkilerini sormak istiyorum

Lise son sınıftayken (Mardin’de), Sezai Karakoç’un adını duymuştum. İstanbul’a, 1976 yılında geldim. Yaklaşık iki yıl Üstad’ın o güne kadar yayınlanmış kitaplarını okuduktan sonra kendisini ziyaret edip, tanışmaya gittim. Diriliş Yayınevi, o zamanlar Cağaloğlu’ndaki Üretmen Han’ın en üst katındaydı. Üstadla yakından tanışmadan önce de elbette gönlümde çok önemli bir yeri vardı. Tanışıp, sohbetlerini dinledikçe, şunu gördüm ki, onu her ziyarete gittiğimde yeni şeyler öğrendim.


İlk ziyaretleriniz nasıl oldu?

Tanıştıktan sonra ziyaret etmeye çalıştım. O dönemlerde yoğun şekilde yazılar ve şiirler yazıyordu. Diriliş dergisi bir süreliğine çıkmıyordu. 1979 yılının ekim ayındaysa yeniden, aylık ve 64 sayfa olarak çıkmaya başladı.

 

Diriliş dergisinde yayınlanan ilk yazınızı hatırlıyor musunuz?

Tabii hatırlıyorum. Dediğim gibi dergi yeniden çıkmaya başladı. Ekim ayında. 61. sayısında ilk yazım yayınlandı. Yazıda, vapurla Anadolu yakasına geçerken yaşadığım bir olayı anlatmıştım. Sonraki sayıda da bir yazım yer aldı. İstanbul’a gelmeden önce bu şehirle ilgili çok güzel hayalleri ve düşünceleri olan, okuma ve yazmayı seven aydın adayı bir gencin iç alemindeki gelgitleri, yaşadığı hayal kırıklıklarını tasvir etmeye çalışmıştım.

 

Dirilişte yayınlanmasını Üstad mı teklif etti, yoksa siz mi istediniz?

Her genç gibi yazımın yayınlanmasını elbette istiyordum. Hele bu Diriliş gibi çok önemli bir dergiyse… Bir daktilom vardı. Yazı yazmayı çok severdim. Bir gün Üstad’a iki tanesini göstermeye karar verdim. Götürdüm. Okuduktan sonra, “bir daha yazmaya kalkışma, bu işi bırak” demesini bekledim. Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Üstad, dedi ki: “Sana söyleyeceklerimizi, çok az kişiye söylüyoruz. Senin yazman lazım.” Doğrusu önce şaşırdım. Dedim ki: “Bu yazılarda hatalarım yok mu? Onları söylemeniz mümkün mü?” Üstad, “Hatalarını sen zamanla görürsün, sen devam et” dedi. Birkaç gün sonra kendisini yine ziyarete gittiğimde, derginin yeniden çıkacağını söyledi. “Yazılarını getir, istersen tekrar gözden geçir. Ayın onbeşine kadar zamanımız var” dedi. Bu anlattıklarım, 1979 yılının eylül ayının ilk haftasına ait hatıralardır. Ekimin başlarında da dergi çıktı ve orada bir yazım yayınl andı.

 

Üstadın yayın yönetmenliğini, sahipliğini yaptığı dergide yazılarınızın yayınlanması çok önemli bir olay tabii…

Evet, çok önemli. Çok sevdiğiniz bir insan. Bu insan, sıradan bir yazar değil. Çok büyük bir düşünür ve onun yönettiği dergi Diriliş. Sizin orada yazınız yayınlanıyor. Bu, 18-19 yaşlarındaki bir delikanlı için elbette önemli bir olay.

 

Üstad, ruhen genç ve medeniyet iddiasını sürdürüyor, Diriliş ideali konusunda ısrarlı.

Üstad, dediğiniz gibi ruhen genç. Her sohbeti, her konuşması, her yazısı, başlı başına bir eser. Her seferinde yeni şeyler öğreniyorsunuz. Birbirine benzeyen konuları, birbirinin tekrarı olmadan, özgün ifadelerle her defasında insanda hayret ve hayranlık uyandıracak şekilde ele alıyor. Medeniyet iddiası dediniz. Bu, yanlış anlaşılabilir. Belki şöyle demek daha doğru olur: Üstad, İslam medeniyetinin her alanda yeniden dirilişinin şart olduğunu söylüyor. Bu sıradan bir iddia gibi algılanmamalı. Bütün eserlerinde, fikir kitaplarında, makalelerinde, şiirlerinde ve diğer çalışmalarında İslam medeniyetinin dirilişinin kaçınılmaz olduğunun altını çiziyor. Bu tez, diriliştir. Özellikle aydınların onu çok iyi okuyup, anlamalarına dikkat çekiyor. Daha ilk yazı çalışmalarında diriliş düşüncesinin, diriliş akımının işaretlerini görüyoruz. Mesela, sıkça sorulan şiirlerinden Mona-Roza’ya bakın. Bu şiiri ondokuz yaşındayken yazmıştır. Yazılmasıyla, bütün sanat ve edebiyat dünyasını ayağa kaldırmıştır. Çok büyük yankıları olmuştur. Hâlâ da kendi alanında aşılamamıştır Mona-Roza. Hatıralarında diyor ki: “Gül, bülbül gibi unutulmuş sembolleri şiire yeniden sokmak istedim.” İkinci yeni ve garip akımının ortalığı kapladığı böyle bir dönemde her yönden özgün bir şiir yazıyor. Mona-Roza’nın metafizik yönü de çok kuvvetlidir. Aynı zamanda hecenin sona erip serbest şiire geçişi de temsil ediyor. Dirilişin akımının da ilk örneklerindendir.

Üstad’la ilgili üretilen efsaneler var… Güya Sezai Karakoç’a birisi ziyarete gitmiş de, Üstad “Ben türbe miyim, niye geldin?” demiş. Siz üstadın yakınında bulundunuz, ilk defa duyacak olanlara ya da onu daha az tanıyanlara bir Üstad portresi çizer misiniz?

Üstadın portresini çizmek çok zor elbette. Bu, tabii fikri planda böyle. Fakat söylediğiniz efsanelerin gerçeklerle hiçbir ilgisi yok. Son derece sade bir insandır Üstad Sezai Karakoç. Aynı zamanda çok nazik ve kibar bir insandır. Bu tür “efsaneleri” neden ve nasıl uyduruyorlar, doğrusu bilmiyorum.

 

Dışı sükun ile zahir derunu mahşer…

Evet… Çok hassas ve misafirperver. Sorulan soruya nasıl gerekiyorsa öyle cevap verir. Ne eksik, ne fazla. Konuşması kadar, susması da bir üsluptur adeta. Bir düşüncede veya bir olayda birçok kişinin hiç dikkat etmediği, arka planı müthiş şekilde görüp en ince ayrıntılarıyla gözönünde tutarak, tahlil etmesi, yorumlaması gerçekten çok çarpıcı. Bu, konu ne olursa olsun, farketmez. Gerek edebiyat, gerek düşünce, felsefe, ekonomi ve başka alanlarda olsun, en net ve en doğru yorumu yaptığını görürsünüz. Büyük Doğuda hazırladığı edebiyat-düşünce sayfasında Üstad Necip Fazıl’ın isteği üzerine “Tahlilci” imzasını kullanıyormuş. Hatıralarında anlatır. Çünkü Necip Fazıl “senin tahlillerin çok kuvvetli” diyormuş. Evet, Sezai Karakoç, bir iş yapılacaksa onu ciddiye almanın gerektiğini söyler. Sorumluluklarınızı çok iyi bilmek zorundasınız. Aydına da görev ve sorumluluklarını hatırlatır. Popüler kültüre, yani daha kolaya kaçanlar, bu sorumlulukları yüklenmekten kaçındıkları için, demin dediğiniz efsaneleri uydurup en olmayacak yakıştırmalarda bulunuyorlar.

 

Sezai Karakoç, bu aralar neler yapıyor?

Bildiğiniz gibi yayınevi var. Öğleden sonraları orada oluyor. Sezai Karakoç, aynı zamanda Yüce Diriliş Partisi’nin de Genel Başkanı’dır. Haftada bir cumartesi günleri partinin İstanbul İl binasında sohbetleri oluyordu. Zaman zaman yine oluyor. Bayramlarda ve kandil gecelerinde de orada sohbetleri oluyor. (http://xn--yucedirili-n9b.org/) internet sitesinden haftada bir yapılan sohbetlere ulaşmak mümkün.

Sezai Karakoç Allah’a şükür yaşıyor. Bizim bu nimetten mutlaka faydalanmamız lazım…

Aynen öyle. Özellikle aydınlar, onun kitaplarını yeniden okusun. Okuyan, yazan ve düşünen insanlar, Diriliş’ten başlasın. Bugüne kadar 57 tane kitabı yayınlandı. Bu sayıya, hiç kitaplara alınmayan yazıları, hatıraları dahil değil.

Onu okuyan, kültür ve medeniyetimizle doğrudan da irtibat kurar, değil mi? Mesela, sanat, edebiyat ve tasavvufla…

Sadece bunlarla değil. Aynı zamanda doğuyu ve batıyı tanır. Geçmişte yaşamış medeniyetleri görür, kritik eder. İslam medeniyetinin ne kadar büyük bir medeniyet olduğunu ve bugünkü durumunu, yeniden parlak dönemlerine kavuşması için nelerin yapılmasının gerektiğini düşünür ve bu konuda projeler bulma, hazırlama ihtiyacı hisseder.

 

Medeniyetler dedik. Mesela, bugünkü Batı medeniyeti hakkında neler düşünüyor Üstad?

Üstad, yazılarında batı medeniyetinin kendini öbür medeniyetlere pek sevdirmediğini söyler. Batı, İslam medeniyetinden çokça faydalanmıştır. İslam medeniyetinden beslenip kendine mal etmiştir birçok şeyi. Buna rağmen İslam medeniyetine hiç tahammülü yoktur batının. İslam medeniyetine ve diğer medeniyetlere hep antipati ile yaklaşıyor Batı medeniyeti. Bir nevi, vefasız davranıyor. Dahası, fırsat bulursa ortadan kaldırmak istiyor. Batı medeniyetinde, egoizm, kıskançlık, kibir ve buna benzer birçok hastalıklar var.

 

Sezai Karakoç neden parti kurdu diyenler var. Bu konudaki cevabınızı merak ediyorum?

Sezai Karakoç’un düşünür olduğunu söyledik. Aynı zamanda çok çok iyi bir şairdir de. Bunu da belirttik. Ama onun yalnızca şair yönünü görüp değerlendirmeye kalkışırsak, söyleyeceklerimiz eksik kalır. Sezai Karakoç, düşünürdür, şairdir, aksiyon adamıdır. Parti kurmuştur. 1990 yılında Diriliş Partisi’ni, 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi’ni. Gençliğinde Büyük Doğu hareketi içinde bulunmuş. Yazılar yazmış, daha sonraları Şiir Sanatı ve Diriliş dergilerini çıkarmıştır. Çok zor şartlarda hem de. Sezai Karakoç, dirilişi bir bütün olarak görüyor. Bu bütünlüğün içinde şiir, edebiyat, ekonomi, bilim vs. olduğu gibi elbette siyaset de vardır. İslam, siyasetsiz olur mu? Edebiyatsız, felsefesiz, musıkisiz, mimarisiz, şiirsiz olamayacağı gibi, siyasetsiz de olmaz tabii ki… Peygamber Efendimize bakalım. O, bizim için elbette örnektir. Siyaset yapmadı mı? Yaptı. Toplumu, devleti yönetmek için siyasetten bir bilim olarak yararlanmadı mı? Elbette yararlandı. Kendi ashabına karşı siyaset yapmadı mutlaka, ama o dönemin süper güçleri sayılan devletlere karşı yaptı tabii… Zaten siyaseti kendi medeniyetimizde anlaşıldığı şekliyle öğrenip uygulamalıyız. Bugün siyaset, birçok bilim gibi amacından saptırılarak, dejenere edilerek, gerçek anlamını kaybetmişse bunda İslamın ne suçu var? Suç onu icra eden insanlardadır. Dirilişe göre, nasıl ki, sanat ve edebiyatta ve başka birçok alanda bozulmalar, saptırmalar sözkonusuysa siyasette de aynı bozulmalar yaşanmaktadır. Siyasetin yeni baştan ele alınıp asıl anlamına ve içeriğine kavuşturulması gerekiyor. Bunu da ancak dirilişle yapabiliriz. Müslüman aydının, bu çağa söylenecek sözü olmalıdır. Bu söylenecek sözleri, projeleri ortaya koymamız gerekir aydınlar olarak. Bunun siyasetle ilgili kısmını da ancak parti ile gündeme taşımamız mümkündür. Çünkü siyasi parti, dernek ve vakıflar gibi değil, daha geniş alanlara hitap etme imkânına sahiptir.

Bu konuya açıklık getirdikten sonra Sezai Karakoç’un şiirleri, kitapları arasında Hamit Can’ı en çok etkileyen kitap hangisidir? diye bir soru sormak istiyorum.

Sezai Karakoç’un ilk okuduğum kitabı “Ruhun Dirilişi”dir. Beni gerçekten çok etkilemiştir. Özellikle “Dağ Çağrısı” bölümü… O kitapta Hegel, Nietzche, Schauppenhaur başta olmak üzere birçok batılı düşünür ve filozofun kritiği de yapılıyor. Bunlara da o kitapta rastlamış ve merak etmiştim. Sonra da bulup okumuştum. “Yitik Cennet” de çok sevdiğim kitaplardan. Bu demek değil ki, öbür kitapları hiç sevmedim. Aksine, hepsini çok büyük bir dikkatle okumaya çalıştım ve çok faydalandım. Sezai Karakoç’un kitapları, aydınlarımız için gerçekten hazine değerindedir. Mutlaka kafa yorularak okunmalıdır. Şiirleri de düşünce kitaplarından farklı değildir. Aynı hakikati farklı bir üslupla dile getiriyorlar…

Bu güzel röportaj için teşekkürler efendim"

Ben de teşekkür ederim.
(Mahmut Bıyıklı, Haberkultur.net)

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.