Dinlere sövmek marifet değil

Dinlere sövmek marifet değil
 Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "(Biz, kendi peygamberimize de sövebiliriz sizinkine de sövebiliriz) Böyle bir hakkı yok kimsenin" dedi.ANKARA (AA) -...


 

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "(Biz, kendi peygamberimize de sövebiliriz sizinkine de sövebiliriz) Böyle bir hakkı yok kimsenin" dedi.

ANKARA (AA) - Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Kanal 7'de yayınlanan ''İskele Sancak'' programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Charlie Hebdo karikatürlerinin Türkiye'de yayınlanmasıyla ilgili soruya karşılık Akdoğan, bu olayın, sonrasında yaşananlara bakıldığında ele alınması gereken birçok boyutunun olduğunu söyledi.

Akdoğan, Paris'teki terör saldırılarını hemen kınadıklarını vurgulayarak, "İnsanların bu şekilde katledilmesinin savunabilecek bir tarafı yoktur, terör hadisesidir ve prensip olarak burada tavrımız bellidir. Vakit geçirilmeden bu tavır ortaya konmuştur" ifadesini kullandı.

Kategorik olarak bu tür eylemleri reddettiklerini dile getiren, "Sayın Başbakanımızın Paris'teki gösteriye katılması da bence birçok oyunu bozdu, anlamlı bir mesaj içeriyordu" dedi.

Akdoğan, algı operasyonları boyutunun da ayrı bir anlamı olduğuna işaret ederek, "Son dönemde Avrupa'da birçok ülkede Müslümanların kutsallarına dönük ciddi saldırılar var. Bunlar da bir tansiyon yükselmesi, gerilimin artmasına sebep olan olaylardır. Bu hadise biraz daha bunun ekmeğine yağ süren bir boyut taşıdı. Avrupa'da yaşayan Müslümanlar ya da yabancılar bir şekilde 'acaba ne olur, bizim hayatımıza bu nasıl bir etki yapar?' diye kaygıya kapıldılar. Bu kaygının oluşması bile başlı başına değerlendirilmesi gereken bir konudur" diye konuştu.

Herhangi bir dinin mensuplarının rencide edileceği, üzüleceği şekilde kutsallarını bu şekilde tartışmaya açmanın, resmetmenin nereye kadar ifade ve basın özgürlüğü anlamına geldiğinin tartışmalı bir konu olduğuna dikkati çeken Akdoğan, şöyle devam etti:

"İnsanların siz kutsallarına bir şekilde hakaretamiz şekilde ifadede bulunuyorsanız bunun formunun ne olduğunun önemi yoktur. Sanat formunda mı icra ediliyor, karikatür müdür, köşe yazısı mıdır... Bu formun ne olduğu o işin aslını değiştirmez. Bir hakaret varsa bunu siz hangi yolla yaparsanız yapın bu hakarettir. Bir suç varsa hangi yöntemi yaparsanız yapın, hangi aracı kullanırsanız kullanın bu suçtur. Bir karikatür veya köşe yazısı şeklinde çıkması, bir yayın formatında gündeme gelmesi onun vasfını değiştirmez. Bu, bir saldırıysa saldırıdır, hakaretse hakarettir, suçsa suçtur. Bunu da birbirinden ayırt etmek lazım. 'Biz kendi peygamberimize de sövebiliriz sizinkine de sövebiliriz.' Böyle bir hakkı yok kimsenin. Dinlere sövmeyi bir marifet sayan, bunu bir ilericilik gibi takdim eden çarpık anlayıştır bu. Avrupa'da yükselen ırkçılığı, tepkiselliği, İslamofobiyi biraz da bunlar besliyor ve Avrupa'nın üzerinde yükseldiği bütün değerlerde çatlamaya da sebep oluyor."

"Madem bu rencide edici, niye köşe yazarları koyuyor"

Akdoğan, Paris'teki saldırı gibi Müslümanların kutsallarına hakaret, bir şekilde İslam alemini rencide eden bu tür yayınları da kınadıklarını belirterek, "Bütün peygamberler bizim için kutsaldır. Sadece Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed değil, Hz. İsa da Hz. Musa da. Hiç kimsenin onlara hakaret etmesini kabullenemeyiz. Bu yüzden 'ben, kendi peygamberime istediğim gibi hakaret edebiliyorum, sövebiliyorum sizinkine de ederim' böyle bir özgürlük yok" değerlendirmesinde bulundu.

Charlie Hebdo karikatürlerinin Türkiye'de yayınlanmasıyla ilgili olarak Akdoğan, "Bu da çelişkili bir durum" diyerek, şunları söyledi:

"Bir taraftan yayın ekibi, 'Birtakım hassasiyetler ortaya koyduklarını, Müslümanları rencide edecek karikatürleri ayıkladıklarını ve yayınlamadıklarını' söylüyor ama bazı köşe yazarları bunu köşelerine taşıyor. Bu eğer insanların inançlarına karşı saygısızlık, rencide etme, sıkıntılı bir durum varsa ki siz 'bundan dolayı onu gazeteye koymadığınızı' söylüyorsunuz. Madem bu rencide edici, saygısızlık içeren bir durumu niye köşe yazarları koyuyor. Bu, başlı başına bir çelişkidir zaten. Onların saygısızlık yaptığını, rencide edici bir iş yaptığını siz o savunmanızla aslında ifade etmiş oluyorsunuz. Bu, Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi bir şey. Bunun üzerinden bir ifade özgürlüğü tartışılması yapılmasını çok anlamlı bulmuyorum."

"Hollande, sağduyulu bir tavır sergiledi"

Akdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'ın antisemitizm, İslamofobi'nin aynı kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine dönük vurgularının önemli olduğunu dile getirdi.

 "Hollande gerçekten çok sağduyulu bir tavır sergiledi" diyen Akdoğan, "Olayın ilk olduğu andan itibaren Müslümanlarla bu teröristleri, İslamla bu hadiseleri ayırt etmesi, Fransa'daki bütün Müslüman toplumunun Fransa'nın asli unsuru olduğunu ifade etmesi çok serinkanlı ve olumlu tavırlardı" ifadesini kullandı.

Akdoğan, bu tür olaylarda Avrupa'da yaşayan Müslümanların hemen kaygıyla savunmacı bir pozisyon üretmesini çok doğru bulmadığını vurgulayarak, şöyle konuştu:

"Burada bizim savunmacı olmamızı gerektirecek bir durum yok. Bu sorunun mağduru bir kere biziz. Bu olay Avrupa'da yaşandı ama Avrupa'da yaşanana kadar her gün İslam aleminde yaşanıyor. Bu saldırıyı yapan örgütler, birçok eylem gerçekleştiriyor. Bu türevi olan örgütler İslam aleminde kan döküyor. İslam dünyası, Müslümanları burada mağdur durumdadır. O yüzden savunmacı davranmaya da gerek yok, biz bunları eleştiren, bununla mücadele eden tarafız, bu mücadelede de yalnız bırakılan tarafız. İslam aleminde her gün yüzlerce kişi öldürülecek bu örgütler tarafından, sesinizi bile çıkarmayacaksınız, uluslararası basın hep es geçecek ama sizde olduğu zaman bütün dünyanın gündemini meşgul edecek. Bu, çifte standart olur. Bu sorunu her gün yaşayan biziz, buna karşı ortak mücadele vurgusu yapan da biziz."

Yalçın Akdoğan, dünya çapında İslamofobi'nin bir gündem yapılmasının büyük önem taşıdığını ve bu konuyu gündeme taşıyan kişinin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu aktardı.

Medeniyetler İttifakı Projesini de hayata geçirmeye çalışanın kendileri olduğunu belirten Akdoğan, "Ama burada çok yalnız bırakıldık. Biraz hor görülen bir teşebbüs olarak kaldı. Buna da güç verilmesi gerekir" dedi.

Paris'te yaşananlardan sonra "nasıl birlikte olabiliriz, nasıl bunu tolere edebiliriz, birlikte nasıl bunu aşabiliriz" anlayışının ön plana çıkmaya başladığının görüldüğüne değinen Akdoğan, "Burada terörün tuzağına düşmemek lazım. Son dönemde baktığımızda yönetimler düzeyinde daha basiretli bir tavır hissediliyor" diye konuştu.

Akdoğan, "Eğer Sarkozy'nin iktidarda olduğu bir dönemde bu saldırı olsaydı bu olumlu gelişmeler yaşanır mıydı" sorusunu "Kişilerin yönetim tarzı bunda etkili ama biraz konjonktür de önemli. Avrupa'nın kendi içinde yaşadığı krizler bağlamında baktığımızda bu, biraz da kaçınılmaz bir durum. Bugün Sarkozy olsaydı bu kadar olmayabilirdi ama buna yakın tavırlar sergileyebilirdi" diye yanıtladı.

"Dışarıdakileri aratmayacak şekilde içimizde..."

"Türkiye'nin İslamofobisi ne olacak" sorusu üzerine Akdoğan, dışarıdan ziyade içeride İslamofobik tipler olduğunu söyledi.

Akdoğan, "Dışarıdakileri aratmayacak şekilde içimizde bu İslamofobiyi destekleyen, kızıştıran, besleyen birtakım şeylerin olduğunu biliyoruz. 'Laiklik baskı altında' yaygarası yaparak aslında İslomofobi yapılıyor" ifadesini kullandı.

Türkiye'de son dönemde muhafazakar kesime dönük birçok demokratikleşme adımı atıldığını dile getiren Akdoğan, "İnsanların normal sahip olması gereken haklara ulaşmaya başlamasını birileri 'mahalle baskısı' diye takdim etti. Bunu bir karşı baskı gibi 'sen yaşaman gereken şeyleri yaşama, ben bundan rahatsız oluyorum.'İçimizde İslamofobiyi besleyenler olduğunu görüyoruz, bu da bir sorundur" değerlendirmesinde bulundu.

Akdoğan, bu olaylarda Türkiye'nin konumunun doğru anlaşılması gerektiğine işaret ederek, "Türkiye'nin ve AK Parti'nin ortaya koyduğu argüman aslında bir panzehiri bu işin. Türkiye, bir model ülke olarak konumlandırılabilir. Bu noktada da AB'ye daha hızlı üye yapılması, birçok meseleyle yüzleşmek ve taşların yerli yerine oturması açısından büyük bir fırsat olabilir. Çünkü Türkiye ılımlılık, İslam-demokrasi ilişkisi, laiklik modelini bölgeye yayması noktasında önemli bir model ülke pozisyonunda. Bunu görmek lazım" diye konuştu.

Bu tür algı operasyonlarına birilerinin fırsat vererek rol kapmaya çalıştığını gördüklerini aktaran Akdoğan, şunları kaydetti:

"(Bunlar radikal, terörü destekliyorlar...) Bu algı operasyonu uzun zamandır var, hem AK Parti'ye karşı hem Türkiye'ye karşı. Bu hadiselerden sonra da paralel yapı gibi birilerinin rol kapmak için 'bak onlar fanatik, radikal, biz ılımlıyız, biz bu işi yaparız' gibi kendilerini öne sürmeye çalıştıklarını görüyoruz. Türkiye'de son dönemde yaşanan olaylara bakın. İnsanların hayatını mahvettiler, sicillerini bozdular, cezaevlerini doldurdular. Kime ne olacağına bakmadan, kendi amaçlarını kutsayarak ve her yolu mübah görerek hareket eden bir şeydir"

Çözüm süreci

Akdoğan, "Öcalan'ın, silahlı grupların Türkiye'yi terk etmesine yönelik olarak, 2013 mart ayında nevruz meydanında okunan mektubundan daha farklı ve somut bir çağrısı olur mu, böyle bir şey hissediyor musunuz?" sorusunu, "Olması gerekir. Böyle bir çağrı olması gerekir diye düşünüyorum" diye yanıtladı.

"Böyle bir çağrıyla bu noktaya gelinmesi önemli bir aşama olacaktır" değerlendirmesinde bulunan Akdoğan, şöyle devam etti:

"2013 nevruzunda Öcalan'ın verdiği mesaj, 'artık silah dönemi geride kalmıştır, silahlar sussun, fikirler konuşsun, silah ve terör değil demokratik siyasetle bu meseleler hallolabilir.' Bu anlayışın yerleşmesi çok önemlidir. Yani silah bırakmadan önceki aşama silah bırakma fikriyatının kabullenilmesidir. Bu noktada bir mesafe kat ediliyordu. Ama Kobani olayları, bölgesel gelişmeler, bu paradigma bir sarsıntı geçirdi. Yani silah bırakma fikriyatı yerine bir şekilde silah geçer akçe, yani bölgede bir sürü örgüt var, birbiriyle mücadele ediyorlar, birtakım alan hakimiyeti kurma çabaları var Suriye'de, Irak'ta vs. Yani burada 'Silah olmazsa biz tutunamayız, amacımıza ulaşamayız' gibi, farklı eğilimler güç kazanmaya başladı ve bu paradigma aslında sarsıldı. Bunun tekrar güç kazanması gerekiyor. Bu noktada Öcalan'ın bu süreçte daha ileri, geçen seferin bir adım ilerisinde mesaj vermesi önemli olacaktır elbette. Gerekir diye de düşünüyorum. Bir silah bırakma hadisesi yaşanacaksa öncelikle bunun fikri zemini, psikolojik zemini, siyasi zemini önemlidir."

Akdoğan, "Burada tabii 'Öcalan'ın çağrısına bel bağlıyorlar' şeklinde anlaşılmasın. Ortada bir örgüt var, elinde silah var. Ona çağrı yapan kişinin kim olduğu, etkisinin olduğu tabii ki önem taşıyor. Yoksa sizin demenizle herhangi bir örgüt silah bırakmıyor. Bu noktada bir anlam ifade edecektir. Yani o çağrı üzerine örgütün silah bırakmasından ziyade bu fikrin gelişmesine bir şekilde katkıda bulunması gerekiyor" değerlendirmesinde bulundu.

"Bunları birbirine karıştırmamak lazım"

Akdoğan, "HÜDAPAR'ın çözüm sürecine dahil edilme ve masaya oturma talebi devam ediyor. Sürece dahil olması söz konusu olabilir mi?" sorusu üzerine, kamu düzeni ve güvenliğinin yanı sıra bölgedeki bütün aktörlerin sürecin paydaşı ve muhatabı olduğunu özellikle vurguladıklarını söyledi.

Bu yeni aşamada bütün örgütlü yapıları, STK'ları vs. daha fazla sürecin parçası haline getirmek için bir çabaları bulunduğunu ifade eden Akdoğan, şöyle konuştu:

 "Ama bu, şu demek anlamına gelmiyor, şimdi bu sürecin bir ayağı da İmralı'da devam eden görüşmelerdir. Örgüt, elinde silah olan örgüt ve bunun bileşenleriyle devam eden birtakım temaslar var. 'Bu, bir müzakere masası ben de oraya oturacağım' diye anlaşılırsa bu yanlış anlama olur. Öcalan'ın nevruz mesajı, bunun bir anlamı var. Şimdi bunu herhangi bir dernek başkanı yaptığında, örgüte 'Sen şunu yap, bunu yap' dediğinde bir anlamı olur mu? Çünkü onun etkisi olmaz. Bunları birbirine karıştırmamak lazım."

"PKK'nın veya HDP'nin, diğer yapıların 'Biz Kürtlerin temsilcisiyiz' sözü ne kadar doğru olmazsa 'Biz Müslüman Kürtlerin temsilcisiyiz' gibi bir söz de doğru olmaz" diyen Akdoğan, insanların iradesini siyaseten temsil etmenin, onların desteğini almanın önemli bir çaba olduğunu ancak bunu kendine yontar şekilde ifade etmenin insanların iradesine saygısızlık olarak anlaşılabileceğini, gerçeği de yansıtmayacağını belirtti.

"Bu konularda beklenti üretmek doğru değil"

"Şubatta, martta kapsamlı bir demokratikleşme paketi açıklanacak beklentisi var. Böyle bir hazırlığınız var mı?" sorusuna karşılık Akdoğan, bu konularda beklenti üretmenin doğru olmadığını söyledi.

Kendilerinin birçok adım attığını, önce bunları takdir etmek gerektiğini belirten Akdoğan, "Çözüm sürecinde nihai sonuca da ulaşabiliriz. Peki insanların talepleri, ihtiyaçları, demokrasiyle ilgili beklentileri bitecek mi? Bitmeyecek. Süreç bitti, her şey bitti anlamına gelmez. Bir paket çıkacak, süreçte sihirli değnek gibi her şey çözülecek, güllük gülistanlık cennet ortamı olacak, bu da doğru bir şey değil" dedi.

Her zaman farklı alanlarda bir reform üzerine çalıştıklarını ifade eden Akdoğan, yeni anayasa bağlamında atılması gereken köklü adımların da olduğunu vurguladı. Akdoğan, "Seçim sisteminden Siyasi Partiler Kanunu'na kadar, belki başkanlık sistemine kadar tartışılması gereken birçok konu var. Bunları biz sürekli çalışıyoruz. Ama bunların hepsi çözüm sürecine endekslidir demek doğru olmaz. Çözüm süreci nihayete erse bile bu konulardaki çalışmalar devam edecektir" ifadesini kullandı.

"Hodri meydan, girerler, geçebilirlerse geçerler"

Başbakan Yardımcısı Akdoğan, "Seçim geliyor, HDP parti olarak seçimlere gireceğini açıkladı. Yüzde 10 barajını aşamazsa bu bir kaos senaryosu karşımıza çıkarır mı? Bölgesel parlamentolar kuracağı söyleniyor HDP'nin, ne diyorsunuz?" sorusu üzerine, "Böyle bir şeyi özellikle kendilerinin telaffuz etmesi, 'kıyamet kopar, seçim meşruiyeti tartışmalı olur, alternatif yapılara evrilir vs.' gibi bir dayatma unsuru olarak, şantaj ve tehdit aracıymış gibi bunun bu şekilde gündeme taşınmasını doğru bulmuyorum. Bu tür yaklaşımlara da eyvallah edecek halimiz yok" diye konuştu.

Barajın, bundan sonra yeni anayasa bağlamında tartışılabilecek bir konu olduğunu anlatan Akdoğan, şunları kaydetti:

"Neticede bugün önümüzde bir seçim var ve bu baraj var. Siz gözünüz kesiyorsa arkadaş girersiniz parti olarak, geçersiniz geçemezsiniz. Yani siz şantaj yaptığınız zaman, dayatma yaptığınız zaman, bu tür söylemlerle insanları korkutmaya çalıştığınız zaman buradan ne elde edeceksiniz. 'Aman ha bu olmasın' diye insanlar size emanet oy mu verecek veya diğer partiler mi size destek olacak, 'Aman bunlar barajı geçsin de Türkiye çalkantı yaşamasın' diye, bu doğru bir yaklaşım değildir."

Bunun çözüm sürecinin parçası bir konu olmadığına işaret eden Akdoğan, "Hodri meydan, girerler, geçebilirlerse geçerler. Geçemezlerse bu seçimin meşruiyetini de tartışmaya açmaz, hiçbir şey de olmaz. Türkiye'de siyaset ve demokrasi yerinden de sarsılmaz. Bunu istismar edebilirler, kullanabilirler. Bu çözüm sürecinin sağlıklı bir şekilde bir noktaya ulaşması zaten birçok meseleyi halledecektir diye düşünüyorum" değerlendirmesinde bulundu.

Programda "Hem yeni anayasanın konuşulacağı hem de başkanlık sisteminin belli ki gündeme geleceği Türkiye'de bu kadar önemli bir hareketin parlamento dışında kalmasını kimse istemez" yorumunun yapılması üzerine Akdoğan, "Ama bu elbirliğiyle onlara barajı geçirelim anlamına da gelmiyor" dedi.

Akdoğan, "Kürt kamuoyunda oluşan 'İmralı'da Kürtlerin temel haklarının pazarlık konusu yapıldığına' dair kanaatlerin" sorulması üzerine, bunun temel bir yanılsama olduğunu söyledi. "Bir toplum kesiminin, bir bölgenin bütün meseleleri bir yapıyla oturulup tartışılıyor, pazarlık konusu yapılıyor falan değil" diyen Akdoğan, bu sürecin birçok boyutu bulunduğunu, bütün kesimlerin demokratikleşme bağlamında sürecin muhatabı olduğunu vurguladı.

"HDP'nin Mecliste olması önemli"

HDP'nin Mecliste olmasının önemli olduğunu, bu süreçte bir misyon üstlendiklerini, bunu önemsediklerini aktaran Akdoğan, "Siyaset yapan adamın güç kazanması, dağdaki adama karşı, diğer yapılara karşı, illegal unsurlara karşı güç kazanması, bu elbette arzu edilen durumdur" ifadesini kullandı.

Bunları önemsediklerini ve küçümsememek gerektiğini belirten Akdoğan, şunları söyledi:

"Fakat şöyle bir paradoksu var HDP'nin. Türkiye partisi olup olmama, bu ayrı bir tartışma, biraz kendi bilecekleri bir iş. Ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Demirtaş'ın ortaya koyduğu bir profil vardı. O profille de oyu arttı. Burada Ekmeleddin İhsanoğlu faktörü, diğer partilerdeki memnuniyetsizlik vs. başka saikler de var oy kaymasına sebep olan ama neticede sergilediği bir profil vardı. Bu Kobani olayları, 6-8 Ekim olayları bunu önemli ölçüde sarstı. Yani bölgede örgüte karşı da bu uygulanan şeylere karşı da tepki oluştu."

"Oysa diğer profil, Demirtaş'ın ortaya koyduğu seçim sürecindeki profil bambaşka bir görüntüyü gerektiriyor" diyen Akdoğan, "Şimdi bu ikisi birbiriyle çelişki üretiyor. Bir taraftan Cizre olayları, Kobani eylemleri. Bölgede süreci de zorlayan birtakım hadiseler, yani şiddet, gerilim vs. ölüm hadiseleri. Öbür tarafta siz bambaşka bir imaj üretmeye çalışıyorsunuz. Eğer bu hadiseler bu şekilde devam ederse HDP ne almak istediği oyu alabilir ne de o imaj üzerinden bir siyasi güç devşirebilir. Bu kendi yaşadıkları bir paradokstur" görüşünü dile getirdi.

HDP'nin siyasi menfaati gereği bunu devre dışı bırakıp, diğer yönlerini ön plana çıkarması gerektiğine değinen Akdoğan, bu süreçte hem asayişi bozan eylemlerden hem de algıyı bozan söylemlerden kaçınılması gerektiğine işaret etti.

"Seçime partiyle girilmesi konusunda Öcalan'ın rolü olduğunu düşünüyor musunuz" sorusunu da Akdoğan, "Öcalan'ın böyle bir kararı var mı bilmiyorum. HDP ile Kandil'in, 'Biz karar verdik, mümkünse barajı indirtmeye çalışalım, bunun için zorlayalım, aman biz geçemezsek şöyle olur, böyle olur' gibi. Böyle bir strateji uyguladıklarını görüyoruz. Tabii Öcalan ne diyecek, son anda anketlere bakıp 'Biz herhalde geçemeyeceğiz, eski usule mi dönelim' diyecekler, onu bilmiyoruz" diye yanıtladı.

"Her yolu mübah görüyorlar"

''Paralel yapıya mensup bazı kişilerin Charlie Hebdo'ya yapılan saldırı sonrasında, Cumhuriyet gazetesinde bu karikatürleri yayınlayan köşe yazarlarına, sosyal medya üzerinden 'yanınızdayız' diye twetler attıklarının'' aktarılması ve değerlendirmesinin sorulması üzerine Akdoğan, ülkesine ihanet eden, ülkesini kötüleyen, Müslüman olsun olmasın birçok insana zulmeden ve hak hukuk tanımayan bu tür anlayışlar için bunların sadece kullanılacak bir araç olduğunu dile getirdi.

Paralel yapının herkesle işbirliği yapabileceğini ve herkese kötülükte bulunabileceğini, bunun için bu durumun şaşırtıcı olmadığını ifade eden Akdoğan, "Yani MİT tırını durduran ve kendi ülkesini teröristlere yardım yapan bir ülke gibi göstermeye çalışan bir anlayış, ülkesine de ihanet eder, peygamberine de ihanet eder. Onlar çünkü her şeyi araçsallaştırırlar" diye konuştu.

Akdoğan, bu yapının AK Parti kaybetsin diye her yolu mübah gördüğünü vurguladı.

Son zamanlarda paralel yapının deşifre olması ve bu yapıya güvenin azalmasının önemli bir kazanç olduğunu aktaran Akdoğan, "Burada kendilerini kullandırtan bir yapı var, istihbarat şebekesine dönüşen ve dışarıdan bir şekilde ihale alarak, içeride belli bir hakimiyet kurma, söz sahibi olma adına, karşılığında birilerinin amacına hizmet eden, amiyane tabirle uşaklık yapan, tetikçilik yapan bir yapı. O yüzden o başkalarının aklıyla hareket eden bir durumdur. İçeride bu kadar tertip, komplo, fırıldak yapmaları bir akıla sahip olduklarını göstermiyor. Öyle olsaydı, duvara toslamazdı” değerlendirmesinde bulundu.

Bu durumun klasik vesayetçi odakların işbirliği anlayışı olduğunu belirten Akdoğan, bu tür odakların farklı güçlerle hareket etseler de içerisinde halk bulunmadığı için netice alamadıklarını söyledi.

Bu işbirlikleri ve ittifakların seçimlerde görüldüğünü anlatan Akdoğan,  ittifak zemininde hareket eden bu yapıların kaybettiklerini vurguladı.

"Bu devlete diz çöktürme operasyonudur"

''Paralel yapının 7 Şubat'ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yapılmak istenen operasyon sonrasında konuşulmaya başlandığını ancak son zamanlarda geçmişte birçok olayda da yapının adının geçtiğinin'' ifade edilmesi üzerine Akdoğan, 7 Şubat’ın sembol bir tarih olduğunu ancak sürecin bir zincirin halkaları şeklinde görülebileceğini belirtti.

"Ama doğrudan MİT Müsteşarına saldırıda bulunmaları bu devlete diz çöktürme operasyonudur" diyen Akdoğan, bunun amaçlarından birinin çözüm sürecini sabote etmek, diğerinin MİT’i hakimiyete alma çabası, bir diğerinin ise hükümeti devirme girişimine zemin hazırlanması olduğunu vurguladı.

Cizre'de yaşanan olaylar

Cizre'de 12 yaşındaki çocuğu kimin öldürdüğünün sorulması üzerine Akdoğan, konuya ilişkin soruşturmanın devam ettiğini söyledi.

HDP heyetiyle dün kendisinin bugün ise İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın görüştüğünü anımsatan Akdoğan, heyettekilerin görüşme sonrasında olaya ilişkin polis ve mülkiye müfettişlerin görevlendirildiği söylediğini dile getirdi. Akdoğan, "Bu görüşmeyle alakalı bir görevlendirme değil. Bu çok öncesinde, olay olur olamaz bu görevlendirmeler otomatik olarak yapılıyor” ifadesini kullandı.

Olayın üzücü olduğuna işaret eden, "Hem bir insanın, bir çocuğun hayatını kaybetmesi açısından üzücü hem de süreci bir şekilde akamete uğratmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmesi. Bu, açık bir provokasyon. Ne zaman, buradaki istikrarsızlaştırıcı faktörler devre dışı bırakılmaya çalışılsa böyle bir olay meydana geliyor" dedi.

Hatip Dicle’nin, Abdullah Öcalan'ın "yüzü kapalı eylem yapılmaması ve kepenk kapatılmaması" yönündeki mesajını okumasının ardından vurulma hadisesinin yaşandığına dikkati çeken Akdoğan, burada karanlık bir el bulunduğunu dile getirdi. Akdoğan, "Bunun arkasından, bu tür bir hadisenin yaşanmış olması, burada açık bir sabote etme girişimi var" diye konuştu.

Akdoğan,  HDP heyeti ve farklı bileşenlerden yapılan açıklamalar ve çağrılara rağmen bu olayların devam etmesinin "Kandil, diğer bileşenler, eş başkanlar, HDP, bunların hepsi etkisiz eleman mı? Dediklerinin kıymeti harbiyesi yok mu?" düşüncesini akla getirdiğini söyledi.

"Eğer öyle ise bu, vahim bir durum. Muhataplık vasfını kaybeder bütün bu yapılar" diyen Akdoğan, "Süreç devam etsin ama biz yol keselim, adam kaçıralım" şeklindeki bir durumu kabul etmeyeceklerini ve üzerine gideceklerini vurguladıklarını belirtti.

Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Buna karşı, 'Cizre gibi, yani süreç devam ederken böyle bir dayatma unsuru da kenarda dursun. Bunun üzerinden bir dayatmada bulunalım veya böyle pilot bölgeler, bu pilot bölgeleri küçük küçük böyle bir mesafe alalım, tırtıklayarak bir yere belki gidebiliriz. Süreç devam etsin ama bir taraftan da bunu bir zorlayalım.' Böyle bir şey murat ediliyorsa bu da beyhudedir. Bunu biz kabul etmeyiz. Buna müsamaha da göstermeyiz, göz de yummayız. Bunun üzerine gideriz. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir. Burada sıkıntı olan birkaç mahalle var. Devlet acziyet içerisinde değil. Askeriyle polisiyle burada gereken şeyi sağlar. Bir duyarlılık var elbette. İçeride sivil insanlar var. Yani sivil kayıp olmasın, can kaybı olmasın, insanlar ölmesin. Bir şekilde  bir şans veriliyor. HDP heyeti, başka yapılar gitsinler bir şekilde bu sorun devre dış kalsın diye bir şans veriliyor. Bu şans verilmesi acziyetten kaynaklanmıyor. Kayıplar olmasın ve süreçte bir kırılganlık meydana gelmesin hassasiyettir. Temenni ederiz ki bunlar bir netice alırlar ve bir şey çıkmaz yoksa Başbakanımız bugün çok açık vurguladı. Bunlara biz müsamaha göstermeyiz, devlet gerekeni burada yapacaktır. "

Ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun bazen müdahalelerde sivil kayıpların yaşanabildiğini dile getiren Akdoğan, burada çok haksız suçlamaların da ortaya çıkabildiğini belirtti.

Paris’teki müdahalede bir teröristin etkisiz hale getirildiğini ancak 4 sivilin de hayatını kaybettiğini hatırlatan Akdoğan, "Bu, temenni edilecek bir şey değildir. Ama bu tür bir operasyonların böyle şeyleri de vardı. Bu, mesela Türkiye’de olsaydı yer yerinden oynardı. Olayın kendisi bir tarafa bırakılır, yerden yere vurulurdu. Şu anda bu tür hassasiyetler, sivil kayıp olmasın, can kaybı olmasın, süreç bundan olumsuz etkilenmesin... Bu, bir iyi niyet durumudur. Bu hassasiyeti kötüye yormak istismar etmek bu doğru bir şey olmaz" diye konuştu.

''Kamu düzeni üzerine çözüm süreci inşa edilecek''

Devletin kamu düzenini sağlamak konusunda ne gerekiyorsa yapacağını vurgulayan Akdoğan, herkesin bunu anlaması gerektiğin söyledi.

Akdoğan, "Kamu düzeninin üzerine bu çözüm süreci inşa edilecektir. Bu, temel zemindir. Bunu görmek lazım. 'Burada söz geçiremiyoruz, bağımsız bir yapı var' şimdi bu çocuk kandırmak olur”  değerlendirmesinde bulundu.

 Örgütlü bir yapı varsa bunun bir yerlerden talimat aldığını ifade eden Akdoğan, bunun  örgüt içerisindeki bir yapının başka bir yerden yönlendirildiği anlamına geleceğini ifade etti.

KCK’nın içerisinde bir paralel yapı olup olmadığının sorulması üzerine Akdoğan, bu tür örgütlere sızma olabileceğini, bunun sadece paralel yapı meselesi olmadığını, farklı ülke ve odakların da birtakım yönlendirmelerinin bulunabileceğini söyledi.

Akdoğan, örgüt nasıl Cizre’yi pilot bölge olarak görüyorsa başka birtakım odakların da burayı manipüle etmek istediklerini gördüklerini belirterek, arka planda farklı işbirliklerinin olabileceğini vurguladı.

Yalçın Akdoğan, seçim öncesinde AK Parti’ye zarar vermek için istikrarsızlaştırıcı olayları tahrik eden, terör olaylarının meydana gelmesi ve çözüm sürecinin kırılganlık içerisine girmesini isteyen yapıların işbirliklerinin bulunabileceğini düşündüklerini vurguladı.

Bunlara karşı tedbir almak gerektiğini, bu yönde de çalışmaları bulunduğunu bildiren Akdoğan, şunları kaydetti0

"Cizre’de baktığımızda örgüt veya başka birtakım yapılar, kim varsa bunların birtakım manipülasyonlarla işi tırmandırma eğilimi içerisine girdiklerini görüyoruz. Buna karşı HDP’nin de diğer yapıların da bu oynanan oyunu görmesi ve buna müdahale etmesi gerekiyor. Devlet içerisinde de güvenlik bürokrasisi içerisinde de zaman zaman bu süreçte yapması gereken işi yapmayarak veya yanlış yaparak, gerilim üreterek süreci sabote etmek isteyenler olduğunu gördük. Bütün bu yapılarda, yani devlet tarafında da farklı yapıların içerisinde de kötü niyetli olarak burada istikrar bozucu etkilerde bulunanlar olabilir. Buna karşı da mesela bu çocuk vurulma hadisesinde de hemen İçişleri Bakanı soruşturma açtı. Yani burada savunmacı davranmak değil, kim yapıyorsa, nereden geliyorsa onun tespit edilmesi çok büyük önem taşıyor. Bu noktada biz açık yüreklilikle samimi bir şekilde bunların üzerine gidiyoruz.”

İki çocuğun da ölüm şeklinin hatırlatılmasına karşılık Akdoğan, "O karanlık el dediğimiz el, acımasız bir el. Biliyor hangi eylemi yaparsa sonrasında ne tür olaylar olur. Düşünün Kandil çağrı yapıyor, Öcalan çağrı yapıyor, buna rağmen örgütün karşı eylemler yapmasını ve bu hiç yokmuş gibi tavır takınmasını gerektirecek olayları tetikleyen eylemler bunlar" dedi.

ASELSAN çalışanlarının şüpheli ölümleri

Askeri Elektronik Sanayi (ASELSAN) şirketiyle bağlantılı kişilerin şüpheli ölümlerine ilişkin bir soruyu yanıtlayan Akdoğan, kapısına kilit vurulacak şirketler olarak kabul edilen savunma şirketlerinin AK Parti yönetiminde ihracat ve üretim kapasitesiyle ilk üçe girmeyi başardığını belirtti. 

Akdoğan, bu şirketlerin kendi ayakları üstünde durmaya başlamasının önemli bir kazanım olduğunu, bunun ülkenin gerçekten bir güç olmaya başladığının bir göstergesi niteliğini taşıdığını vurgulayarak, şunları söyledi:

"Türkiye son dönemde soft power (yumuşak gücü) ile bölgesel güç haline geliyor, etki alanı oluşuyor, kültürel yapısıyla siyasi liderliğiyle ve söylemleriyle. Ama hard power (sert güç) olmak da önemlidir. Bu ikisi bir arada olursa daha muktedir olursunuz. Bunun temel zemini de hem silahlı kuvvetlerinizin donanım kapasitesi ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi hem de yeri savunma sanayii ürünlerine sahip olabilmenizdir. Bu dönemde kendi gemimizi, kendi helikopterimizi, piyade tüfeğimizi, tankımızı kendi uydumuzu yapar hale geldik. Bu, çok önemli bir mesafedir, bu şirketler çok ciddi ihracatlar, üretimler yapıyor. Kendi uçağımızı yapıyoruz. Savunma sanayinin her alanında çok büyük mesafeler katettik. Bu, birilerini rahatsız ediyor olabilir."

Ancak ASELSAN çalışanlarının şüpheli ölümleri konusunda yine de spekülasyon yapmak istemediğini ifade eden Akdoğan, "Farklı algılar oluşturmak da istemem. O kendi bağlamında araştırılacak konulardır, ilgili birimlerimiz de onları araştırıyor. Savunma sanayiinde Türkiye gerçekten ayakları üstünde durmaya ve koşmaya başlamıştır. Büyük hedeflere doğru yol almaktadır. Bundan birileri rahatsızlık duyabilir ama bu meselelerle bu gelişmenin bir ilgisi var mı bunu bilemiyorum" değerlendirmesinde bulundu.

"Karar vermek devletin bir görevi midir?"

Akdoğan, cemevlerinin devlet tarafından ibadethane olarak tanınması konusundaki taleplere ilişkin bir soruya verdiği yanıtta, Alevilerle ilgili tabuların yıkılmasında AK Parti'nin iyi niyetli çabalarının etkili olduğua işaret etti.

Ancak bu çalışmalar sırasında Alevi kesimin kendi içerisinde çok farklılıklar bulunduğunu gözlemlediklerini de belirten Akdoğan, "Bizim istişare ettiğimiz Alevi kesimin çok heterojen olduğunu, yani yelpazenin çok geniş olduğunu birçok konuda anlaşamadıklarını gördük. O kadar farklı öneriler getiriyorlardı ki burada kendi içlerinde bile bir uzlaşmanın mümkün olamadığını gördük" diye konuştu.

Akdoğan, cemevlerinin ibadethane ilan edilmesinin devletin görevi olup olmadığının tartışmalı bir konu olduğuna değinerek, "Bu devletin bir görevi midir? Dinle mezheple ilgili bir yerin ne olacağına nasıl tanımlanacağına, nasıl tanımlanması gerektiğine karar vermek devletin bir görevi midir? Bir kere öncelikle bunu görmek lazım" ifadesini kullandı.

"Tartışmanın zeminini oluşturan biz olduk"

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun cemevlerinin ibadethane olarak tanınması konusundaki Alevi temsilcilerine verdiği sözlere de göndermede bulunan Akdoğan, AK Parti'li belediyelerin yıllardan beri cemevleri yapılması konusunda çaba sarf ettiğini vurguladı.

Akdoğan, imar planlarında cami gibi terimler yerine "ibadet yeri" ifadesinin kullanılmasının da AK Parti'nin getirdiği bir düzenleme olduğuna işaret etti.

AK Parti'li belediyelerin fiilen bu konuda bir çaba gösterdiğini, Alevi kesimle irtibat halinde olduğunu ancak bunu hiçbir zaman bir siyaset malzemesi olarak görmediğini belirten Akdoğan,  "AK Parti'yi nasıl zorlarız, ne kadar oy alırız" tarzındaki zorlamaları yanlış bulduklarını aktardı.

Akdoğan şunları kaydetti:

"Bunlar hassas meselelerdir. Yani bir mezhep üzerine devletin bu alanda tanımlayıcı ve düzenleyici olarak müdahale etmesi de doğru mudur değil midir? Bu da teorik olarak tartışılması gereken bir konudur. Buradan bu tür çıkışlar, zorlamalar, dayatmalar yaparak meseleyi siyasallaştırmak doğru değildir. Bu konu tartışılan bir konudur. Bu tartışmanın zeminini oluşturan biz olduk. Burada onların yapıcı katkıları varsa siyaset zeminin de elbette bu tartışılabilir bunu da normal karşılamak gerekir."

 amadıklarını gördük. O kadar farklı öneriler getiriyorlardı ki burada kendi içlerinde bile bir uzlaşmanın mümkün olamadığını gördük" diye konuştu.

Akdoğan, cemevlerinin ibadethane ilan edilmesinin devletin görevi olup olmadığının tartışmalı bir konu olduğuna değinerek, "Bu devletin bir görevi midir? Dinle mezheple ilgili bir yerin ne olacağına nasıl tanımlanacağına, nasıl tanımlanması gerektiğine karar vermek devletin bir görevi midir? Bir kere öncelikle bunu görmek lazım" ifadesini kullandı.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.