Depremin psikolojik etkileri ve bu etkileri gidermeye dönük adımlar
Kahramanmaraş merkezli yaşanılan büyük ve yıkıcı deprem bugüne kadar 38 binden fazla insanımızın vefat etmesine, 100 binden fazla afetzedenin de yaralanmasına yol açtı.
Bedensel acı ve tahribatın yanı sıra, depremin ruhsal etkiye yol açan boyutlarının olması da var olan acıyı katmerleştirdi.
Enkazda kalan cansız bedenlerin yanı sıra, ruh ve zihinsel dünyamızda bu enkazın altında kaldı adeta. Kimimiz direkt kimimiz dolaylı, kimimiz kıyısından kimimiz de göbeğinden hissederek bir şekilde bu ruhsal enkazla yüzleşti.
Yaşanılan ve hissedilen bu ruhsal enkazı kaldırmak, iyileştirmek ve etkilerini minimize etmeye dönük adımlar atılması da hayati derecede öneme sahiptir.
Zira uzun yıllar boyunca depremin; yasını, kederini, acılarını, stresini, travmasını, korkusunu, kaygısını, depresyonunu belki de anksiyetesini insanlarımız bir şekilde hissedecek ve yaşayacaktır.
Deprem sırası veya sonrasında ilkin görülecek ruhsal etkilerin bir tür ruhsal hastalıklara dönüşmemesi, ileride tamiri mümkün olmayacak boyutlara evrilmemesi için başta psikologlar, rehberlik ve psikolojik danışmanlar, psiko-sosyal destek uzmanlar, psikiyatristler, psikoterapistler, akademisyenler ve sosyal hizmet uzmanları gibi alanında yetkin aktörlerin en az arama kurtarma ekipleri kadar sahada olmaları ya da deneyimlerini paylaşmaları zaruridir.
Depremin psikolojik etkilerini teşhis etmek, bu etkilerin giderilmesine dönük yaklaşım tarzları ile çözüm adımlarının neler olduğunu kavramak için yaşanılan veya ileride yaşanılması muhtemel psikolojik sorunları, uzmanların görüşlerini alacak bir soruşturma dosyası hazırladık.
Dosya soruşturmamızda aşağıda yer alan iki soruya değerli görüşleriyle cevap veren Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Kemal Sayar, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim üyesi ve Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar ve yine Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Asım Yapıcı görüşleriyle katkıda bulundu.
Soru 1: Türkiye’de yaşanan büyük afetin ardından genelde toplum özelde depremzedelerde görülen/görülebilecek olan (stres, travma, anksiyete, depresyon) ne tür psikolojik haller söz konusu olabilir? Duygusal, bilinçsel, davranışsal ve ruhsal olarak depremin ne tür somut görünümleriyle karşılaşabiliriz?
Soru 2: Afet sonrasında görülen duygusal, bilinçsel, davranışsal ve ruhsal kimi rahatsızlıkları gidermeye dönük sizce; temel ilkeler, yaklaşım tarzı ve tedavi girişimleri neler olabilir? İlk planda neler yapılmalı? Orta ve uzun vadede olumsuz ruhsal etkileri gidermeye dönük ne tür adımlar atılmalı?
Prof. Dr. Kemal Sayar: Birbirimize kulak ve omuz vererek zaman içinde iyileşebileceğiz
Cevap 1: Ülkemiz büyük bir felaketle karşı karşıya. Bu dönem birçok insanımız yakınlarını kaybetti, evlerinden oldu. Kendileri belki bu afetten kurtulsalar bile ağır bir yas ile baş başa kaldılar. Bu depremde pek çok akrabalarını kaybettiler. Şehirlerini kaybettiler. Bu demek oluyor ki sadece kaybettiğimiz hayatların değil, kaybettiğimiz bir tarihin, bir geleneğin, bir göreneğin, bir hafızanın da yasını tutuyoruz. Bütün bunlar bizde, pek çok karmaşık tepkiye yol açabiliyor.
Elbette ilkin büyük bir şok yaşadık. Özellikle travmatize olmuş, örselenmiş insanlarımız buna ağır bir şok tepkisiyle cevap verdiler. Her birimiz kendi odalarımızda, kendi köşelerimizde bu şok tepkisine ortak olduk. Sağ kalanlar adeta sağ kalanın suçluluğu içinde bir hisse mağlup oldular.
Ekranlara mıhlanıp kaldık ve adeta o travmayı tekrar tekrar yeniden yaşadık. Enkaz altından canlı çıkarılan her vatandaşımızla da ümitlendik. Bir mutluluk yaşadık, geleceğe daha ümitli bakmak istedik. Ama bunlar geçip de artık ümitler azalınca bu, yavaş yavaş kendini ağır bir kedere bıraktı.
"Toplumsal dayanışma, travmadan iyileşmenin en önemli araçlarından biri"
Travma sözcüğünü bugünlerde çok duyacağız. Travma, insanın kaldırabileceğinden çok daha fazla ruhsal yük altında ezilmesi demek. Adeta yaşadığımız ıstırabın bizi ezip geçmesi diyebiliriz travma için. Travma sonrası stres bozukluğu, ağır travmaya maruz kalan (deprem gibi), insanların sıklıkla karşılaştığı bir durum. Bir ay sonra stres bozukluğu devam ediyorsa şayet, travma sonrası stres bozukluğundan bahsedebiliriz.
Travma sonrası stres bozukluğu, yirminci yüzyılın başında askerlerde "mermi şoku" ve "savaş nevrozu" gibi isimlerle isimlendirilmiştir. Travma sonrası stres bozukluğu; sürekli ruhsal açıdan örseleyici deneyimi hatırlama, bununla ilgili hatıralardan kaçınma, sürekli yenilenen kâbuslar görme, olumsuz duygular hissetme, aşırı tepkiler verme, sürekli bir tedirginlik ve teyakkuz halinde olma gibi hallerle kendini gösterir.
Kişi kâbuslarla ve geri dönüşler halinde sürekli o incinme anını yaşar, travma mahalline gitmekten kaçınır, aşırı uyarılma ve irkilme belirtileri gösterir. Bazen de tam bir uyuşma haline girer ve tepki vermez.
Bizi travmaya karşı koruyan bazı faktörler var. Sosyal bütünleşme ve dayanışma duygusunun olduğu toplumlarda, travma sonrası stres bozukluğu daha az gelişiyor. Travmatik olaya verilen kültürel anlam, tepkinin şiddetini belirliyor. Toplum, tabi afetlere karşı biraz daha kabullenici bir tutuma girmiş olabiliyor. Eğer bu tabi afette insan eli var ise ki bu Türkiye’de tartışılan bir şey, onu kabullenmek biraz daha zor olabiliyor.
"Sadece ruhsal örselenme değil, yas da yaygın olarak karşımıza çıkacak"
Aldığımız sosyal destekte, travma şiddetini belirleyen etkenlerden biri olarak karşımıza çıkabiliyor. Toplumumuz bu deprem ile çok yoğun bir yardımlaşma duygusu gösterdi. Bu yardımlaşma, ağır örseleyici deneyimden daha hızlı bir iyileşme içinde bize yol gösterici olacağını söylemektedir.
Afetzede vatandaşlarımızın tecrübe ettiği bu yardımlaşma duygusu, onlara yalnız olmadıklarını hissettirdi. Dolayısıyla toplumsal dayanışmanın, travmadan iyileşmenin en önemli araçlarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Ama burada tüm mesele sadece, ruhsal örselenme değil, yas da yaygın olarak karşımıza çıkacak bir durum.
Sevdiklerini kaybeden bir insanın tüm dünyası değişmiştir. Özlem, keder, öfke ve hatta suçluluk duyguları kişileri yoklamaya başlamıştır. Kaybolan kişi ile kurmuş olduğu ilişki, bu incinebilirliği artırabilir. Ona çok bağımlı ise, çok yakın ise daha karmaşık bir yas tepkisi vermesi muhtemeldir. Ölümün travmatik ortamlarda vuku bulması ve akabinde yaşanan çaresizlik hisside, yas tutmayı biraz daha zor hale getirebilir.
Psikolojik müdahale ile ilk etapta kişide, güvenlik duygusunu sağlamak durumundayız. Afetzede insanımız için öncelikle onları güvenli bir yere almak durumundayız. İkincisi sakinleştirmek durumundayız. Üçüncüsü hem kendi başına hem de toplum için yeterlilik hissi vermek durumundayız. Dördüncüsü, bağ kurmayı kolaylaştırmalıyız. Beşincisi de ümit aşılamalıyız.
Güvenlik duygusunun temini, depren sonrası oluşacak travmanın stres tepkilerini azaltır. Aynı zamanda dünya çok tehlikeli inancını ve gelecek riskini abartmayı da azaltır ve iyileştirir. Sakinleştirme travma ile gelen endişeyi ve onunla gelen aşırı uyarılmayı, uyuşmayı ve duygusallığı önler. Kişinin düşünce, duygu ve davranışını düzenleyerek, zaman içinde yeterlik duygusunu kazandırır. Zor olaylarla başa çıkacağına dair inancını pekiştirir.
Bağ kurma duygusu, esenlik ve iyileşme için elzemdir, şarttır. Bağ kurmak, travmatik yaşantıların paylaşılabilmesi, duygusal anlamın ve kabulün artması, tepki ve yaşantıların normalleşmesi ile gerçekleşir. Travmatik olaylara maruz kalanların verdiği en yaygın iki duygusal tepki, korku ve endişedir. Keder, öfke, depresyon ve huzursuzluk da bu tür durumlarda, sıklıkla görülebiliyor. Kimi insanlar geleceğe dair kendilerini, ümitsiz ve boşlukta hissediyorlar.
"Travmatik stres tepkileri, çoğu zaman doğru düşünmemizi önler"
Başka bir duygusal tepki de uyuşukluktur. İçe kapanma ve insanlarda uzaklaşma. Özellikle kişinin önceki hayatından önemli bir sapma olmuşsa, şu anki hayatı önceki hayatından çok belirgini bir kırılma gösteriyorsa, bu dikkat edilmesi gereken belirtilerdir.
Travmatik stres sonucu insanlar, alkol ve madde kullanımında artış gösterebilir.
Endişeyi yatıştırmak için bu tür alışkanlıklara yönelebilir. Aileye karşı aşırı koruyucu tutumlar gösterebilir. Çocuklarını hiç yanından ayırmak istemeyebilir. Kendisini diğer insanlardan yalıtmak isteyebilir. Travmatik olayı aklına getiren şeylerden uzak durmak yaygın olarak görülebilir.
Travmatik stres tepkileri, bizim çoğu zaman doğru düşünmemizi önler. Bu durumda karar vermekte ve bazı şeyleri belleğimizde tutmakta zorlanabiliriz. Flashback dediğimiz geri dönüşler, mağduru özgün travmatik olay anına geri döndüren bir tepkidir. Kişi özgün olay sırasında duyduğu, kokladığı anı duyumlarıyla hissedebilir. Genelde bu otuz saniye veya daha az sürer. Bunun kalıcı hale gelmesi durumunda ise, psikiyatri takibi gerekmektedir.
İnsanların travmatik strese verdikleri tepki değişkenlik gösterir. Her insanın farklı psiko-sosyal hikâyesi ve mizacı vardır. Zorlukla baş etme yeteneğimizi sağlayacak olan, sayısız değişkenlerden bahsedebiliriz. Afete ne kadar hazırlandık? sorusu bile, aslında göstereceğimiz tepkiyi ortaya koyuyor.
Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar: İlk bir ay içinde travmanın psikolojik belirtilerinin görülmesi doğaldır
Cevap 1: Travma sonrası görülebilecek başlıca psikolojik tepkilere bakmadan önce travmanın tanımına bakmamız gerekir. Çünkü travmanın tanımı aynı zamanda ona dönük olan tepkilerin de neler olabileceğini bize netleştiriyor. Travma gerçek bir ölüm tehlikesi, ağır yaralanma veya bedensel bütünlüğe yönelik tehditin bulunduğu bir durumu bizzat yaşamak veya böyle bir duruma bizzat tanık olmak anlamına geliyor.
Travmatik yaşantıları, doğal olan ve insan eliyle olan travmalar olarak ikiye ayırıyoruz. Doğal travmalar dediğimizde, deprem en öncelikli olanlardan bir tanesi ve bir kısmıyla diğer doğal travmalardan ayrılan bir yönü vardır. Çünkü depremin aniden ve beklenmedik şekilde olması, çok yıkıcı olması ve daha sonrasında da kalıntılarının çok ağır bir şekilde sürmesi söz konusu.
Depremde hem kişinin yaşamına dönük bir tehdit hem de yaşamıyla ilgili sağ kalsa bile önemli yakınlarının kaybı, maddi anlamda kişinin sahip olduğu pek çok varlığın gitmesi, hatıraların ortadan kaybolması ve sahip olduğu mekânın ortadan kaybolması gibi ağır sonuçları söz konusudur.
Böyle baktığımızda sık görülebilecek ilk şey, akut stres belirtileri dediğimiz belirtilerdir. Akut stres belirtileri hemen herkes de travmadan sonra görülebilir. Travmanın ilk günlerinde belirtiler çok yoğun olabilir. Bu daha sonradan durumun, psikolojik rahatsızlığa dönüşmesi açısından kesin bir gösterge değildir.
Özellikle bir doğa olayı sonucu ortaya çıkan travmanın etkileri, insan eliyle ortaya çıkan travmalara göre çok farklıdır. Ancak şunu da biliyoruz ki doğal afete bağlı travmalar, daha sonradan gelişen travma sonrası stres gelişim bozukluğu riski açısından ise insan eliyle olanlara göre daha az risklidir. Fakat burada deprem travması daha ağır olması yönüyle öne çıkmaktadır.
"Travmatik olayda en sık görülebilecek bir durum da depresyondur"
Travma sonrası stres bozukluğu dediğimizde, kişinin travmatik bir olaydan sonra bir ay sonrasından başlayarak bunun devam ediyor olmasını anlamalıyız. Travma olayını yeniden yaşantılaması, tekrar tekrar hatırlaması, yeniden oluyormuş gibi hissetmesi ve bundan kaçınma belirtileri takınmasıyla kişinin duygu durumunda kalıcı değişiklikler olması belli başlı göstergeleridir.
Bu belirtilere şunları da eklemek mümkün; artık her şey adeta değişmiş gibi kendisini diğer insanlardan farklıymış gibi algılaması, travmayı hatırlatan şeylere karşı aşırı uyarılmayla birlikte aniden ve çok yoğun bir şekilde tepkiler vermesi ve bu yoğun tepkilerin sanki tekrar travma yaşanıyor gibi olması halleri de eklenebilir.
Travma sonrası stres bozukluğu olduğunda kişi travmayı olmuş bitmiş bir olay gibi değil de her an yeniden tekrar yaşıyormuş gibi yoğun bir şekilde korku ve kaygı ile yaşar. Dediğim gibi bu tepkilerin ilk bir ay içinde olması normaldir, doğaldır. Bir aydan sonra devam ediyorsa, travma sonrası stres bozukluğu diyoruz bu duruma.
Bunun dışında travmatik olayda en sık görülebilecek bir durum da depresyondur. Şu an için depresyonun ortaya çıkışı erken bir evredir. Çünkü yas evresinde olunduğundan, herkeste depresyon ve yas belirtileri de örtüştüğü için bazen bu belirtiler karıştırılabilir. Yas evresi de yine belli bir süreyi aşarsa veya devam ederse, depresyon dediğimiz ruhi çöküntü olur.
Depresyon, (ruhi çökünlük hali) kişinin bir kayıpla karşılaştığı durumlarda, geriye dönmeyecek şekilde kayıplar olduğunda, kendini en çok tetiklemektedir.
Bunun dışında üçüncü sıklıkla görülebilecek olgu ise, ilerleyen zamanlarda toplumun tamamını kapsayacak bir şekilde yaygın kaygı bozukluğu belirtileri veya deprem fobisi gibi durumlar da görülme olasılıkları arasında yer alır.
Prof. Dr. Asım Yapıcı
Prof. Dr. Asım Yapıcı: Depremden kurtulanlarda hayatta kalma suçluluğu denilen duygu da yaşanır
Cevap 1: Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 şiddetindeki depremlerle korkunç bir yıkım gerçekleşti ülkemizde, on binlerce canımız toprağa karıştı, yüz bini aşkın yaralımız var. Yaklaşık on bir şehirde yaşayan on beş milyon insan, doğrudan etkilendi bu depremden. Ancak ülkemizin her vatandaşı da derinden hisseti ve yaşadı bu acıyı.
Doğal bir felaket olan deprem insanda; şaşkınlık, öfke, güçsüzlük, çaresizlik, ölüm korkusu, güvensizlik ve anlamsızlık duygularını harekete geçirir. Zira olanı biteni anlamaya ve hayata tutunmaya çalışan depremzede için en güvenilir mekân olan evi bile güvensiz ve tekinsizdir artık. Yaşam ile ölüm arasında sıkışmışlık bir yandan anlamsızlık duygusunu beslerken bir yandan da tetikler durur hayatta kalma suçluluğunu.
Depremzedelerde travma sonrasında stres bozuklukları sıklıkla zuhur eder. Bu bağlamda aşırı duyarlılaşma ile sıklıkla yeniden deprem olacağı korkusu yaşanır. Kaygı bozuklukları devreye girer. Aşırı duyarlılaşmaya bağlı olarak kolayca ürkme ya da korkma, tehlikeye karşı daima tetikte olma, uyuyamama, konsantrasyon güçlükleri, sinirlilik, öfke patlamaları ve saldırgan davranışlar görülür.
Zira tahammül seviyesi düşmektedir sürekli. Psikolojik anestezi ya da duyarsızlaşma da diyebileceğimiz disosyatif bozukluklar görülebilir. Zaman zaman içe kapanma ya da vurdumduymazlık ortaya çıkabilir. Bunların tamamı yaşanan acıyı ve travmayı bastırmanın farklı görüntüleridir temelde.
Depremden kurtulanlarda hayatta kalma suçluluğu denilen bir duygu da yaşanır. Travma sonrası yaşanan bu tür duygular normaldir. Şayet bir ya da bir buçuk aydan daha uzun sürerse profesyonel destek alınmalıdır.
Depreme doğrudan maruz kalmayanlarda ancak TV ve dijital ortamlardan bu durumu olanca dehşetiyle izleyenlerde de korku, kaygı, acizlik, çaresizlik ve işe yaramazlık duygusu baş gösterir. İzleyiciler, kendilerini suçlu hissetmeye başlar.
Soru 2: Afet sonrasında görülen duygusal, bilinçsel, davranışsal ve ruhsal kimi rahatsızlıkları gidermeye dönük sizce; temel ilkeler, yaklaşım tarzı ve tedavi girişimleri neler olabilir? İlk planda neler yapılmalıdır? Orta ve uzun vadede olumsuz ruhsal etkileri gidermeye dönük ne tür adımlar atılmalıdır?
Prof. Dr. Kemal Sayar: Kayıplarımız için duyduğumuz kederi, yaşayanlarımız için hürmet ve nezakete çevirmeliyiz
Cevap 2: Travma öyle kolaylıkla hemen çözülebilecek bir mesele değil. Acıya parmak uçlarında yürüyerek yaklaşmak gerekir. Öncelikle tehlike sinyallerini susturacak, güvenlik temelli duygu durumlarını inşa etmemiz gerekir. Örselenmiş insanlar, önce güvene ihtiyaç duyar. Onları hemen çabucak travmalarla yüzleştirmek doğru bir şey değil. Eğer flashbackler yani geri dönüşler çok uzamaya başlamışsa, mutlaka bir psikiyatrik yardımın alınması şart.
Kişinin önce kendi içinde bir üs kurmasına yardım edilmelidir. Onun sükûnet duyacağı ve güvende hissedeceği rahatlığa kavuşturmak gerekir. Travmayı yaşayan insanları dinlemeliyiz. Onlara kulak vermeliyiz. Onları konuştukları kadar dinlemeliyiz. Onları konuşmaya zorlamamalıyız. Onlara basit tavsiyeler vererek teselli edebileceğimizi düşünmemeliyiz. Acılarını anladığımızı hissettirebilmek için yanlarında koşulsuz olarak var olacağımızı, onlar için hazır ve nazır olduğumuzu, diledikleri anda onları dinleyebileceğimizi onlara hatırlatmalıyız.
İnsan, insanla iyileşir. Toplumumuz, şu anda büyük bir acıyla karşı karşıya. Bu kitlesel travmanın etkilerini, uzun yıllar boyunca hissedeceğiz. Hep söylediğim bir cümle var. Kayıplarımız için duyduğumuz kederi, yaşayanlarımız için hürmet ve nezakete çevirmeyi öğrenmeliyiz. Ancak birbirimizi iyileştirerek, birbirimize kulak ve omuz vererek zaman içinde iyileşebileceğiz.
Acının, depremden etkilenenler için erken bir şekilde söze dökülmesini beklemeyelim. Bazen acının çok erken konuşulması zarar verici de olabilir. Büyük acılar dilsizdir ve ifade edilmeleri için biraz beklemek gerekebilir. Muhataplarımızla, konuştuğumuz insanlarla, sadece onlar için orada olduğumuzu, onları sevgiyle, koşulsuz bir dostluk ve kardeşlikle dinlemeye hazır olduğumuzu hissettirelim. Onlara hayatın içinde yavaş yavaş yeniden etkin kılabilecek basamakları hazırlayalım. Onları, hayatın rutinlerine geri getirmeye çalışalım.
"Bazen hayat bizleri iyileştirir, psikoloji bilimi değil"
Hayatı onlar için yeniden akar ve yaşanır bir kıvama getirmeye gayret edelim. Onların önündeki engelleri aşmaya, onlara bu konuda destek olmaya gayret edelim. Her zaman psikoloji bilimi insanlara yardım etmez. Bazen etrafımızdaki dostlarımız veya arkadaşlarımızın iyi niyeti, samimi gayreti, etrafımızdaki o büyük millet varlığı çabası da bizleri iyileştirir. Bazen hayat bizleri iyileştirir, psikoloji bilimi değil.
Bazı şeyler unutulmadan bir yara izi olarak kalır. Ama o yaraları sarmak birazda geleceğe daha akılcı, geçmişin hatalarından ders çıkararak, öğrenerek, atacağımız adımlarla mümkün olabilir. Her birimiz bu adımları dikkatli bir şekilde atmalıyız. "Bu ortamda bana ne düşer yani bu kadar insanın acı çektiği bir ortamda ben ne yaparsam insanlara yardımcı olabilirim" sorusunu kendimize sorarak ilerleyebiliriz. Kimse kendini küçümsemesin, her birimizin yapacağı mutlaka bir şey vardır. Hepimiz, bu iyileşme sürecine katkıda bulunabiliriz.
Söylemek istediğim son şeyi, Amin Maalouf’un bir kitabından alıntı yaparak bitirmek isterim;
Geleceğin yolları pusulalarla doluysa, takınılacak en berbat tavır her şey çok güzel olacak diye mırıldana mırıldana gözü kapalı ilerlemek olacaktır.
Geleceğin yolları pusulalarla dolu. Neyi yanlış yaptığımızı artık biliyoruz ve geleceği sadece her şey çok güzel olacak diye mırıldanarak kuramayız. Pusulaların gösterdiği yönü takip etmek zorundayız.
Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar: İlk ay içinde yapılması gereken en önemli şey, temel yaşam koşullarının sağlanmasıdır
Cevap 2: Travma sonrası ilk bir ay içinde travmanın stres bozukluğunda saydığımız psikolojik belirtilerin hemen hepsi normal kişilerde de görülebilir. Ancak bu durum yaklaşık bir ay içinde yaklaşık yüzde doksan oranında kendi kendine kaybolur. Dolayısıyla ilk bir ay içinde yapılması gereken en önemli şey, travmanın süresinin uzatılmasına engel olmaktır.
Ne demek istiyorum? Travma yaşayan bir kişiye yapılacak ilk şey, travma ortamından, travma bölgesinden uzaklaştırılmasıdır. Kişinin güvenli bir yere konulması, yanı sıra kendisinin hayat şartlarının düzeltilmesi, sıcak bir ortamın sağlanması, barınma-yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının karşılanması, hayatta kalan yakınları ile bir araya getirilmesi gerçekleşirse şayet, kendini toparlaması daha kolay gerçekleşir ve travmanın etkileri daha az olur.
Kişinin barınaksız, korunaksız ve aç kalması, bedensel olarak tedavi edilmesi gereken durumun olması veya uzaması, acılar içinde yaşaması, belirsizliğin uzaması ve yarını bilemez hale gelmesi durumunda ise çaresizlik baş gösterir. Bu da korku ve travmanın etkilerinin daha fazla uzun sürmesine yol açar. Bu etkilerin azaltılmasında dediğim gibi ilk bir ay içinde en önemli olan şey, temel korunmanın, temel bakımın ve temel yaşam koşullarının sağlanmasıdır. Bu çok çok önem arz ediyor.
Yine travmanın ilk döneminde henüz bu koşullar sağlanmadan veya sağlansa bile yine ilk bir ay içinde yapılacak gereksiz psikolojik müdahaleler, maalesef olumsuz sonuçları doğuracak ve travma sonrası stres bozukluğu riskini artıracaktır. Bizim için psikolojik anlamda, bir aydan sonra devam eden travma belirtileri, kişinin gerçek dışılık hissi yaşamış olması, ortamdan kopması, sık sık olayı hatırlaması, kolay uyarılması, uyku bozukluğu, duygusal olarak kendini kötü hissetmesi, duygularını kaybetmesi, ortamdan kopması, kendisini yalnız hissetmesi ve sanki travmayı yeniden yeniden yaşaması gibi belirtilerle kendini gösterir.
Travma sonrası stres bozukluğu dediğimiz ve bir anlamda psikolojik bozukluk olan durumun, yaşanma olasılığını artırması ya da artırmaması meselesi, bizim için önemli. Şimdi eğer biz ilk bir ay içinde doğal iyileşme süresini bozarsak maalesef daha sonrasında travma sonrası stres bozukluğu artabilir.
Doğal iyileşme sürecini bozmak ne demek? Gereksiz bir şekilde travma ile ilgili rutin bilgilendirmeler yapmak ve sonuçlarından bahsetmek. İşte travma şudur, travmadan sonra bunlar olur, travmaya karşı şunları şunları yapmak gerekir gibi travma yaşamış insanlar bir tür eğitime tabi tutulduğunda yapılan bilimsel çalışmalar bize gösteriyor ki, böyle bir eğitimin hiçbir yararı olmadığı gibi daha sonrasında travma sonrası stres bozukluğu yaşama olasılığını da artırmaktadır.
Dolayısıyla günümüzde bilimsel olarak kabul edilen çözüm veya tedavi adımları, travma yaşamış insanların ilk bir ay içinde yanında olmak, onları desteklemek, fiziki ortamını olabilecek en iyi duruma getirmeye çalışmak, yakınlarıyla buluşturmak, korunmasını, barınmasını, yiyeceğini sağlamak ve mümkün olduğunca travma ortamından uzaklaştırmaktır. Psikolojik müdahaleler ise, ilk bir aydan sonra devam eden, kendi kendine düzelmeyen belirtiler yaşayan kişiler için daha çok düşünülmeli ve uygulanmalıdır.
Prof. Dr. Asım yapıcı: Afetzedelerin, aileleri ya da arkadaşlarıyla birlikte zaman geçirmeleri teşvik edilmeli
Cevap 2: Öncelikle depremzedelere yalnız olmadıklarını, terk edilmediklerini hissettirmek gerek. Bu bağlamda, içinde bulundukları anda en çok ihtiyaç duydukları hususlar tespit edilmeli ve bunlar giderilmeye çalışılmalı. Depremzedelere, "Depreme nasıl/nerde yakalandınız?", "Nasıl kurtuldunuz?" gibi sorular sorulmamalı, ancak kendileri bir şeyler anlatırlarsa aktif dinleme yapılmalı, yansıtıcı dille karşılık verilmeli.
Onlarda ağlama, öfke ve kızgınlık içeren duygular tezahür edebilir. Bu tür davranışlar o an için normal kabul edilmeli. Onlar yaşadıkları durumu, imtihan, tevekkül, kader ve takdir-i ilahi üzerinden izah ediyorlarsa itiraz edilmemeli buna saygı duyulmalı, dahası depremzedelerin inançlarından destek alabilmesine fırsat verilmeli. Tam zıttı tutumlar da tezahür edebilir. Bilhassa şok, inkâr ve öfke hali ile "Neden Allah’ım ben/biz?" diyerek Allah’ı suçlayanlar olursa bu kişiler, dini öğüt ve teselli diliyle susturulmamalı.
Keza hayatta kalma suçluluğundan mülhem yaşadıkları öfke haliyle bizzat kendilerini de suçlayabilirler. Bu durumda "Günahtır, böyle düşünmeyin, tövbe edin" vs. denilmemeli. Çaresizlik ve güvensizlik duygularıyla kıvranan depremzedenin içindeki gerilimi boşaltmasına izin verilmeli. Zira boşatılmayan gerilim daha sonra farklı şekillerde ve çok şiddetli biçimlerde tezahür edebilir.
Depremzedeler ile manevi danışmanlık kapsamında bu tür konuları konuşmak için acele edilmemeli, felaketin ilk şoku ve bunun yansımalarının geçmesi beklenmelidir. Zira depremzede, fizyolojik ve güvenlik ihtiyacından sonra en çok anlaşılmaya ihtiyaç duyar. En iyi terapi de tartışmaya girmeden, yargılamadan ve sorgulamadan muhatabı dinleyebilmektir.
Depremzedeler yalnız kalmak isteyebilirler. Bu doğaldır, ancak gün içinde zaman zaman aileleriyle ya da arkadaşlarıyla birlikte zaman geçirmeleri yani sosyal destek almaları teşvik edilmeli. Sürekli deprem haberlerini/ videolarını izlemek, depremi konuşmak onları psikolojik olarak yıpratıcıdır. Bu tür davranışlardan mümkün olduğu ölçüde uzaklaşmak, farklı konuları konuşmak, farklı aktivitelerde bulunmak hayatı normalleştirmeye çalışmak faydalı olacaktır.
The Independentturkish
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.