D. Mehmet Doğan: Türkiye’yi “Sevr”in boynuzunda sanmak!
Biz Sevr’i kökten reddettik! Bahis kapandı!
Sadece Millî Mücadele’nin Ankara Meclis’i değil, Osmanlı merkezi de reddetti. Şimdi inkılâp tarihçisi geçinenler “olur mu, Osmanlı imzaladı” diye höykürecekler. Desinler bakalım! Sevri Osmanlı adına, ismi lâzım değil üç kişi imzaladı. İmzalamak bir andlaşmanın yürürlüğe girmesi demek midir?
Şöyle düşünelim: İsmet Paşa Lozan’ı imzaladı, fakat hükümet kabul etmedi; ne olacak? Hükümet kabul etse bile Meclis var, Meclis reddetti, ne yapacağız?
Nitekim Millî Mücadele Meclis’i feshedilmese, olacak buydu!
Bir muahedeyi, andlaşmayı Meclis tasdik edecek, devlet başkanı bu tasdiki uygun bulacak. Osmanlı Meclisi tasdik etti mi? Osmanlı Meclisi İngiliz baskını ile kapanmıştı. Yenisi de açılmadı, çünkü İstanbul, Ankara’daki Meclis’le rekabet edecek bir yapıyı sürdürmek istemedi.
O zaman kim tasdik edecek?
“Saltanat şûrası” diye bir şey icad edilmiş. Bu “şûra”nın daha öncesi hakkında şahsen bir bilgimiz yok. Bu vesile ile ortaya atılmış olmalı. Bu şûra iki defa toplanıyor ve karar alamıyor.
Saltanatın sahibi kim? Padişah. O bu andlaşmayı imzalamış mı? Hayır! İmzalamayacağını açıkça beyan etmiş; hatta baskı olursa tahttan çekileceğini söylemiş.
Fakat inkılâp tarihi kafası resmin tamamına hiçbir zaman görmez. Ayrıca Sevr ille de tasdik edilmiş olmalı ki, Lozan bütün sakatlıkları ile kabul edilsin.
Şişinme şu: Biz sizi “Sevr”den kurtardık!
Olmayan şey üzerine meşruiyet bina etmek, “atatürkçü” kafanın müzmin alışkanlığıdır.
Peki Sevr’i bize imzalattıranlar tasdik etti mi?
İngiltere, Fransa, İtalya…Hayır!
Sevr’i tasdik eden bir tek devlet var: Yunanistan! O da boyunun ölçüsünü Anadolu’da aldı.
Sevr yok, fakat Sevr’i Osmanlı’ya dayatanlar Lozan’da baş köşede oturuyor. Masaya tasdik edilmeyen Sevr’i koydular. Onun üzerinden yürüdüler. Yapılacak olan şey belli idi, diyecektik ki: “Sevr yok hükmündedir. Bizim şartlarımız şunlardır.” Masada bunu söyleyecek bir heyetimiz var mı idi?
Sevr dayatılırken Damat Ferit, Osmanlı misakının sınırlarını çizen bir muhtırayı Paris’te Onlar Konseyi’nde savundu. Bu Padişah’ın ve Osmanlı hükümetinin görüşü idi.
Muhtırada 1. Cihan Savaşı’ndan önceki Osmanlı toprak bütünlüğünün muhafazası savunuluyordu. Başka neler vardı?
-Akdeniz (Ege) adalarının Yunanistan ve 12 Adaların İtalya tarafından Osmanlı Devleti’ne bırakılması.
- Balkan Harbi neticesinde Bulgaristan ve Yunanistan’a geçen Batı Trakya’nın Osmanlı Devleti’ne verilmesi.
- Doğuda Ermenistan devletinin kurulması konusunda müzakerelere başlanabileceği.
-Osmanlılara bağlı kalmak şartıyla Araplarla meskun bölgelere muhtariyet verilebileceği.
Misak-ı Millî ve Misak-ı Halife!
Bahriye Nazırlığından sonra Padişah’ın başyaverliğine getirilen Avni Paşa, Misak-ı Millî gibi bir de “Misak-ı Halife” olduğunu, bunun Misak-ı Millî’den farkını Ferit Paşa tarafından Paris Konferansı’nda savunulan ve bazılarınca küçümsenerek ve garipsenerek karşılanan geniş ve asırlardır var olan yerlerin manevî rabıtalarının talep edilmesi olarak açıklıyor.
Padişah ve çevresi, kurtuluş stratejilerinin temeline İmparatorluğun bütünlüğünün korunması fikrini yerleştirmişlerdir.
Onlar Konseyi Damat Ferid Paşa’nın bu taleplerini çok abartılı ve kabul edilemez buldu. Ferit Paşa orada kovulmaktan beter edildi. Lord Kinross, Ferid Paşa’nın isteklerini “Wilson ilkelerini de aşarak, panislâmizm tezine dayanmaktaydı. Ona kalırsa Osmanlı İmparatorluğu bölünmez bir bütündü. Parçalanması doğudaki barış ve huzurun zararına olurdu” şeklinde tanımlıyor.
Küçük bir ulusal devlet!
Fransız başbakanı Corc Klemanso konuyla ilgili mektubunda asıl niyeti sarahatle çizer: “Türkiye’nin bundan böyle küçük bir ulusal devlet olması uygun görülmüştür.”
Lozan bu değil midir?
Sevr malûm, Paris’e yakın bir porselenleri ile meşhur kasabadır. En kıymetli ve nadide porselenler burada imal edilir. Ferit Paşa’nın muhtırası Sevr’de züccaciye dükânında giren fil tesiri uyandırmıştır.
Sevr imzalandığında dahi, Osmanlıyı parçalamak için Avrupalıların yaptığı yüzlerce projeden biri olarak raflardaki yerini almıştı.[1]
Atatürkçülükten beslenen cühela muhtemelen Sevr’i arapça “sevr”le (öküz) karıştırıyorlar. Eski bir telakkiye göre dünya öküzün boynuzundadır ya, öküz kafa sallayınca dünya sarsılır, depremler olur! Bunlar da Türkiye’yi sevrin boynuzunda sanıyorlar!
[1] Bu parçalanma planlarının bir kısmını geçenlerde vefat eden Yakup Üstün T.G. Djuvara ve Şekip Arslan’ın eserinden tercüme ederek “Türkiye’ye parçalama planları” kitabında yayınlamıştı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.