D. Mehmet Doğan: O Buhârâ! O mübârek, o muazzam toprak!
İşte bugün, buradayız; o mübarek ve muazzam toprakta!
Mehmed Âkif, 1912’de Süleymaniye Kürsüsünde şiirinde şimal Müslümanlarından ünlü seyyah ve yazar Abdürreşid İbrahim’in ağzından şöyle söyler:
O Buhârâ! O mübârek, o muazzam toprak!
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak!
İbn-i Sinâ’ları yüzlerce doğurmuş iklîm,
Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm!
Mehmed Âkif’in Safahat isimli şiir külliyatında Buhara birçok yerde zikredilen bir isimdir. Ve biz bugün Mehmed Âkif’i Buhara’da 150. yaşında yâd ediyoruz. Sırf şiirlerinde Buhara’da bahsettiği için mi?
Onun için “Buharalı” desek yeri var. Annesi Emine Şerif’e Hanım, Buhara’dan Türkiye’ye göçüp Tokat vilayetine yerleşmiş bir aileden.
Onu annesinin vatanında anmak, Türkiye Yazarlar Birliği’nin programında yıllardır vardı, bugün büyük şairimizi burada yâd etmekten büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Böyle bir faaliyetin gerçekleştirilmesinde emeği geçen, desteği ve katkısı olan kurum ve kuruluşlara ve kişilere teşekkürlerimizi sunuyoruz. Daha önce büyük Âkif’i baba yurdu Kosova’da İpek’de çeşitli vesilelerle anmıştık. Böylece batıdan doğuya 4 bin kilometrelik bir yol katederek burada büyük şairimize vefamızı gösteriyoruz. Bir asır önce, 1910’lu-20’li yıllarda Türkiye ve Türkistan edebî ve fikrî ilişkileri, diyebiliriz ki, bugünden daha gelişkindi. 19. asrın sonunda Gaspıralı İsmail’in Tercüman gazetesi bu geniş coğrafyaları uyandıran bir tesir meydana getirmişti. “Dilde, fikirde, işde birlik” şiarının bu geniş coğrafyalarda yankılanmasından sonra bilhassa Azerbaycan ve Türkiye’de yayınlanan iki gazete-dergi bu tesiri devam ettirmiştir. Molla Nasreddin ve Sebilürreşad bu mazlum dünyanın müşterek sesi olmuşlardı. Mehmed Âkif’in başyazarı olduğu Sebilürreşad İstanbul’da 1908’de önce Sıratımüstakim adıyla yayınlandı. Daha ilk yıllarda dahi bütün Türk coğrafyalarının hatta bütün Müslüman coğrafyalarının haline tercüman oldu. Birçok örnekten birini zikretmekle yetinelim:
Sebilürreşad’ın 9 ekim 1914 tarihli nüshasından:
HARB-I UMÛMÎ VE ÂLEM-I İSLÂM
“İran, Kafkasya, Buhârâ, Kırım, Hîve, Kırgız ve Tataristan: Kur’ân-ı azîmü’ş-şânın ancak Rus lisânıyla kısmen tedrîsine müsâade etmiştir. Ak sakallılarıylaistihzâ ederek câmilerine diyânete mugāyir resimler astırdığı hâlde, bu nâ-şâyeste hareketlerine mukābil her sene etekler dolusu da vergi alıyor.” Haberin devamında doğudan batıya Afganistan, Hindistan, Tunus, Cezâir, Fas gibi ülkelerden de bahsediliyor.
Bu geniş ufuklara bakan dergide Ahmet Agayef (Ağaoğlu), Akçuraoğlu Yusuf, Kazanlı Ayaz (Muhammed Ayaz İshakî İdilli), Halim Sabit, Abdürreşid İbrahim gibi Türk aleminin ünlü isimleri de yazıyordu. Türkistanlı Hoca Mahmud Behbudî de bu isimler arasındaydı. Sıratımustakim’e Türkistan ahvalini Buhara-yı Şerif gazetesinden Gıyasüddin Hasanî adlı muhabir yazıyordu. Yani Buhara’da bu derginin bir muhabiri vardı.
Buhara’nın ünlü şair ve yazarı Abdurrauf Fıtrat İstanbul'da tahsil görmüş ve Sıratımüstakim’le ve Mehmet Âkif’le ilişki kurmuştu. Buhara'daki Terbiyat-ı Etfal (çocukların terbiyesi, eğitimi) cemiyeti beş kişiyi İstanbul'a tahsil için göndermişti. Bunlar arasında Abdurrauf Fıtrat da vardır. Fıtrat 1909-1913 yılları arasında İstanbul’da Darülmuallimin de (Öğretmen Okulu) pedagoji okumuştu.
Fıtrat’ın Yurt Kaygısı şiirinden:
Ey uluğ Turan, erslanlar ulkesi!
Senge ne boldı, haling kalaydır?
Neçuk kunlerge kaldıng?
Yer yuzınıng bır neçe palvanları bolgen
Batur Turklerıng kenı?
Niçun çekındıler? Niçun kettıler?
Kureş meydanlarını ozgelerge niçun koydıler?
Niçun…
(Ey Ulu Turan, Aslanlar ülkesi! Sana ne oldu, halin nasıldır? Nasıl günlere kaldın.
Yeryüzünün sayılı pehlivanları olan kahraman Türklerin nerede? Niye çekildiler, niye gittiler? Güneş meydanını başkalarına bırakıp niye gittiler? Niçin?...)
Safahat’ı Özbek dilinde yayınlayan Özbekistanlı yazar Miraziz Azam, Mehmed Âkif Ersoy'un ceditci Özbek yazar Abdurrauf Fıtrat'a tesirleri hakkında başlıklı yazısında, 20. Yüzyılın başında Türkistan-Türkiye edebî-fikrî ilişkileri hakkında hayli bilgi veriliyor.
Sıratımüstakim’in tesiri hakkında Gucduvan’lı Sadrettin Ayni’nin hatıralarında da bazı bilgiler bulmak mümkündür. “Türkiye’de inkilaptan sonra neşredilen “Sırat-ı Müstakim” mecellesini mütalaa etmeye muvaffak olduk. İşbu yayın dini, ilmi, ictimai, siyasi ve edebi bir yayın olup, merkez hilafetinin en büyük ve ulu kişilerinin iştirakıyla çıkardı. Bu yayında siyasi ve ictimai inkilaplar ayet ve hadislerle tatbik edilerek yazıldığından, bizim fikrimizde de esas değişimler yaşandı.” Özbekistan’ın büyük şairi Çolpan, diğer cedidciler gibi, Azerbaycan, Kazan-Tatar ve Türk edebiyatlarını takip ediyordu. Tevfik Fikret, Cenap Şahabeddin, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp ve Mehmed Âkif’i okuyordu. Çolpan Türkiye ahvalini, Millî Mücadele’yi yakından takip ediyor ve “Anadolu kışlağının muzaffer ordularına” ithafen şiir yazıyordu:
Ey İnönü, ey Sakarya, ey İstiklâl Erleri
Milli Misak alıngança toktalmasdan ilgeri!
(Ey İnönü, ey Sakarya, ey İstiklâl Erleri, Misak-ı Millî’ye kadar durmadan ileri.)
Çolpan’ın şiirlerinde Mehmed Âkif’le hissiyat birliğine işaret eden mısralar var:
BOZULGAN ÖLKEGE
Ey, tağları köklerge selâm bergen zor ölke,
Nege senin başın üzre quyuq bulut kölenke?
Uçmahlarnın kevseridek pâkize,
Sadeflernin dânesidek tap-tâze
Salqın suvlar tağdan quyı tüşerken,
Neme uçun yığlar kebi inleyler?
BOZULAN ÜLKEYE
Ey, dağları göklere selâm veren büyük ülke,
Niye senin başında kara bulutlardan bir gölge?
Cennetlerin kevserigibi dupduru,
Sadeflerdeki inci tanesi gibi tertemiz
Serin sular dağdan aşağı düşerken,
Niçin ağlar gibi inliyor?
Bütün Türklerin ve Müslümanların dertlerini ve ıztıraplarını boynunda hisseden İslâm Şairi Mehmed Âkif, bundan 110 yıl önce Fatih Kürsüsünde şiirinde şöyle söylemişti:
Nasıl tahammül eder hür olan esâretine?
Kör olsun ağlamayan, ey vatan, felâketine
Neredeyse 20 yıl sonra, vatan cüda bir şair olarak şöyle konuşur:
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler şu heyulayı da er geç silecektir
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma
Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir!
Âkif, sessiz yaşamıştı, tevazu sahibiydi. Fakat fırtınalar koparmıştı. Elbette milleti onu unutmayacaktı. Nitekim unutmadı. Onun için yakın bir arkadaşı Mithat Cemal, bir devirde onunla yakın olmanın güçlüklerinden bahseder. Âkif’i sevmenin, hatırlamanın zor olduğu zamanlarda dahi milletimizin onu unutmadı. Türkiye’de hiçbir şair veya yazar hakkında onun kadar kitap yazılmamıştır. Âkif’le ilgili kitaplar neredeyse küçük bir kütüphane teşkil eder. Safahat isimli şiir külliyatı Türk edebiyatında en çok baskı sayısına ulaşan bir eserdir. Türk evlerinde Kur’an-ı Kerim’den sonra en çok bulunan kitap safahattır.
“Buhara’ya gidersen delisin!”
Bu bize ait bir söz değil. Mesnevî’de bir beyit: Mevlâna’nın dilinden Süleyman Nahifî
söylüyor:
Ger Buhara’dır yolun, dîvânesin
Lâyık-ı zencîr ü zindan-hanesin...
Eğer Buhara’ya gidersen delisin. Zincire vurulmaya, zindana atılmaya lâyıksın...
Beytin farsçası, yani orijinali daha âhenkli. Anlaşılmasa da kulağı okşuyor:
Buhara mîrevî! Divâneî!
Lâyık-ı zencîr-i zindanhaneî!
Mesnevî’nin 3. cildinde yer alan bu beyit tek başına değil, Bir hikâyenin bir parçası. Buhara padişahı Sadr-ı Cihan’ın bir kulu vardı. Kendisinin nedimi ve vekili idi. Bir gün bir töhmete uğradı ve padişahın gazabından korkarak maşukundan kaçtı. On yıl müddet gâh Horasan’da, gâh Deşt’te başıboş gezip dolaştı. On yıl sonra iştiyaktan takatı kalmadı, sabrı tükendi ve dedi ki: “Artık ayrılığa tahammülüm kalmadı...Yine oraya gideyim, onun huzurunda yerlere döşeneyim ve diyeyim ki, işte canımı önüne attım, ister dirilt, ister başımı kes. Senin huzurunda ölmek, başka yerde padişah olmaktan yeğdir.”
Biz de son olarak 30 sene önce Buhara’ya gelmiştik. Güzel intibalarla bu tarihi şehirden ayrılırken elbette tekrar gelmeyi umuyorduk. Şartlar buna elvermedi, zamanın akışı farklı seyretti. Uzun bir hasret devresinin ardından 30 sene sonra Buhara’da olmaktan mutluyuz. Daha ötesi, devrini aşar büyük şair, mütefekkir ve mücadele adamı Mehmed Âkif’i annesinin memleketinden anmak bizim için izahı imkânsız bir duygu. 20 asrın başında sömürgeciliğin zirveye ulaşan yıkıcı tesirleri karşısında Türk ve İslâm dünyasının modernlik adına her yönüyle onlara benzeyerek sömürgeci güçlere teslim olmasını çıkar yol olarak görenlere karşı, kendi kökleri, maneviyatı üzerinde yükselerek yenileşmek tezini en güçlü şekilde savunması onun değerini artırıyor. Mehmed Âkif, Müslüman kalarak yenileşmek fikrinin bayrakdarı olarak milletimizin önünde yürümüştür.
Burada konuşmamın son kısmında, asırlık Türkiye-Türkistan edebî alakaları ile ilgili birkaç söz etmekten geçemeyeceğim. Bir asır önce Türkiye-Türkistan edebî ilişkileri bugünle kıyaslanamayacak genişlikte idi. Devrin şair ve yazarları karşılıklı olarak birbirini tanıyor ve birbirlerinin eserlerini okuyordu. Araya Sovyet rejimi girdi. Türkler-Türkiler onlar için büyük bir korku kaynağı idi. Bu yüzden Türkistan’ın Türkiye’den haberdar olmaması için elifba değişikliği başta olmak üzere her yola başvurdular. Türkiye’nin müsbet imajını sarsacak, kendi ideolojik dairelerinden şair ve yazarlardan
başka şahsiyetlerin tanınmamasını sağladılar. Aradan otuz küsur yıl geçti. Durum pek değişmiş sayılmaz. Türkiye’de bütün Türk cumhuriyetlerinden çok sayıda şair ve yazarın eserleri yayınlandı. Bunların ilgi görenleri, defalarca basılanları oldu. Buna karşılık Türkiye’den bu coğrafyalarda eseri yayınlanan yazar parmakla sayılacak kadar azdır. Türkiye’nin en büyük şairlerinden, fikir ve mücadele adamı Mehmed Âkif’in şiir külliyatı, ancak çok yakın zamanda sadece Özbek dilinde yayınlanabildi.
Bunun için büyük emek sarfeden Miraziz Azam’ı burada şükranla anıyorum. Diğer ülkelerde, bildiğimiz kadarıyla Kırgızistan’da Altınbek İsmail’in yaptığı seçme şiirler dışında Mehmed Âkif’in şiirlerini çeviren olmadı. Buna mukabil, mesela Çolpan’in şiirleri Türkiye’de 1990’lı yılların başında yayınlandı. Başka Özbek şair ve yazarlarının eserleri de yine aynı yıllardan başlayarak yayınlandı ve hâlâ yayınlanmaya devam ediyor. Eğer biz birbirimizi tanıma konusunda gereken iradeyi göstermezsek, bizi tanımaları konusunda başkalarından himmet beklemeye devam ederiz.
Bugün Buhara’da icra edilen 150. yaşında Mehmed Âkif Bilgi Şöleni bu itibarla muazzam bir başlangıç olarak görülmeli. İnşallah arkası gelir ve kardeşler arasında edebi köprüler kurulur, yollar ve hatta otoyollar açılır!
Muhabir: Sena Bozdoğan
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.