D. Mehmet Doğan: Meali Kur’an yerine koymak!
O zamanki yüksek hassasiyetin zamanla aşındığını görüyoruz. Kur’an’ı tercüme etmek, sadece Müslümanlara mahsus bir iş değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim birçok dünya diline çevrilmiştir, çevirenlerin hepsi Müslüman değildir. Mehmed Âkif ısrarlar üzerine bu vazifeyi üzerine alırken tercüme değil meal hazırlayacağını beyan etmiştir. Burada hassas nokta şudur: Kur’an Müslüman olmayanlar tarafından da tercüme edilebilir, bir Müslüman Kur’an’ın tam manasıyla tercüme edilemeyeceğini bildiği için onu mealen aktarır.
Din hassasiyeti, dil hassasiyeti
Âkif’in hassasiyeti keşke daha sonra meal hazırlayanlar tarafından sürdürülseydi. Elbette bunu devam ettirenler vardır. Fakat son yıllarda iş çığırından çıkmış, meal yapmak adeta ayağa düşmüştür.
Bu meal bolluğu, hatta enflasyonunun dünyanın hiçbir dili için sözkonusu olmadığını söyleyebiliriz. Kutsal kitabın tercümesi ciddi bir iştir ve bu işi yapacakların yeterli donanıma sahip olması gerekir. 1920’lerde meal hazırlamak sözkonusu olduğunda Mehmed Âkif gibi büyük bir şairin, edebiyat adamının en başta hatırlanması, işin türkçe yönüne de dikkatimizi çekmelidir. Âkif türkçede yüksek ifade kudretine sahip bir edebiyatçıdır. Ayrıca arapça bilgisi, dinî ilimlerdeki seviyesi yüksektir. O yüzden yanına ikinci bir isim katılmadan bu işi yapabilecek bir şahsiyet olarak görülmüştür. Bugünün edebiyatçılarından Âkif’in temsil gücüne sahip olan bir kimse bulunamayabilir. Fakat meselenin dil yönü, türkçe ifade yönü ihmal edilmemelidir. Kur’an meallerinin başarısızlıkları arasında türkçe ifade imkânları kıt kişilerin bu işle uğraşması da dikkate alınmalıdır.
İlahiyat sahasında zamanımızda maalesef ciddi bir dil meselesi yaşanmaktadır. Bir taraftan İslâmî ilimlerin ıstılahları geri plana düşmekte, batıdan ödünç ve fakat islâmın kavramları ile ne kadar örtüştüğü tartışmalı bir terminoloji aktarılmaktadır. Öte yandan, türkçenin yerleşik kelimeleri yerine piyasanın uydurma kelimeleri akademi camiasında hızla yayılmaktadır. Bütün bunlar muvacehesinde günümüzde meal hazırlamanın zorlukları tahmin edilenlerin ötesindedir.
Şahsî din anlayışını mealleştirmek!
Halen kütüphanemde çok sayıda meal var. Bunlara zaman zaman bakmak ihtiyacını hissediyorum. Fakat “güvenilirlik” vasfı olanların üçü-beşi geçmediğini söyleyebilirim. Bazı iyi niyetli çabaların iyi niyet oranında başarılı olmadığı görülüyor. Bunların dışında kalan meallerin hazırlayıcılarını kendi şahsî din anlayışlarını çeşitli şekillerde ifade imkânı varken, bilhassa meal hazırlayarak ortaya koymaları başlıbaşına büyük bir meseldir. Bu sebeple bu tür kişilerin yanlış, bozuk, sapık görüşlerini meallerle kabul ettirmeye çalışmalarının önüne geçilmesi gerektiği kanaatindeyim. Meal yayınlamak bir kayıt ve kuyuda bağlanmalıdır. Nasıl Mushafları İnceleme Heyeti varsa, mealleri inceleme heyeti de olmalıdır. Bu heyetin uygun bulmadığı mealler de yayınlanabilir. Fakat bu kitapların başında kurulun yayınlanmasını uygun bulmadığını belirtmek mecburiyeti olmalıdır.
Bahsi geçen heyet, böyle meallerin neden yayınlanmaması gerektiğini anlaşılır şekilde, delilleriyle, kaynaklarıyla ortaya koymalıdır.
Piyasadaki mealleri yasaklamak mümkün mü?
Yayınlanmış, piyasada mevcut meallere gelince, bunların yasaklanması bu raddede doğru değildir. Dinî muhtevası bozuk ve kusurlu bulunan meallerle ilgili hem Diyanet’den ehil hocalara hem de ilahiyatlardan seçilmiş ilim adamlarına hata, kusur ve bozuklukları izah eden raporlar hazırlattırılmalı ve bu metinler kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bu yapıldıktan sonra hatalı, kusurlu, bozuk mealleri tercih edenler kendi yollarını seçmiş olurlar.
Diyanetin şikâyeti üzerine mahkeme tarafından yasaklandığı basına yansıyan meal-tefsire gelince: Bu kitabı uzun boylu tetkike fırsatım olmadı, fazla vakit de harcamak istemedim. Hazırlayıcısının bazı konuşmaları, beyanları nasıl bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymaktadır. Konuyla ilgili çeşitli makaleleri bulunan Cahit Karaalp’ın tesbitlerini makul, serinkanlı ve objektif buldum. Bu ve benzer meallerin sahiplerinin Türkiye’nin laik ve sol kesiminin hoşuna gidecek bir yorum tarzı tutturdukları görülebilmektedir. Kur’an’a uymak yerine, Kur’an’ı kendine uydurmak yolunda yürüyen bu zatın tercüme ve tefsirlerde ciddi tahrifat yaptığı anlaşılmaktadır.
Sadece bir örnek dahi zihniyet çözümlemesi için yeterli olabilir:
Bakara sûresinin 115. âyeti “Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır. Allah her yeri kuşatmıştır. Allah her şeyi biliyor; bundan hiç şüpheniz olmasın.” şeklinde çevrilmiş ve “Gerekirse yeryüzünün her tarafında, hatta her yöne durularak namaz kılınabilir” şeklinde yorumlanarak namazın farzlarından biri, Kıble’ye yönelmek inkâr edilmektedir.
Kıblesiz, istikametsiz bir Müslümanlık mümkün müdür?
Belki de varılmak istenen budur!
*
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın meali ifade gücü olarak kendini göstermektedir: Maamafih, maşrık (doğu) da Allahın mağrib (batı) da nerede yönelseniz orada Allaha durulacak cihet (yön) var, şüphe yok ki Allah vâsidir (engindir), alîmdir (bilicidir).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.