D. Mehmet Doğan: Meal mi, muharref Kitap mı?
Sayıları yüzleri bulan Türkçe meal/ler üzerinden bir Müslümanlık tesis etme iddiası, Kur’an’ın orijinalini arkaplana ittiği gibi, Kur’an’ın hayata geçirilmesinde yegâne örnek Hz. Peygamber’in yapıp ettiklerini, sözlerini de hiçe saymaya kadar varmaktadır. Burada hadislerin sahihliği veya mevzuluğu (sonradan uydurulduğu) öne çıkarılmaktadır. Hadis islâmi ilimler içinde mühim bir saha teşkil eder. Hadislerin sıhhati çok ciddi kriterler geliştirilerek araştırılmıştır. Sonuç olarak 4 hadis kitabı üzerinde ittifak edilmiştir. Bunun dışında kalan ve bazı sahih hadisler ihtiva eden kitaplar da vardır.
Kur’an 1400 küsur yıldır hiçbir tahrifata uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Musevilik ve İsevilikte ise ilahi mesaj korunamamış, çok sayıda farklı dinî metin ortaya çıkmıştır. Bunun Hıristiyanlıkta aşırı bir noktaya vardığı, yüzlerce İncil’in yazıldığı bilinmektedir. Bu karmaşayı önlemek için İznik’te bir konsil toplanmış ve bu süreçte 4 incil’in “kanonik” olduğu kararlaştırılmıştır: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Bir de Hıristiyanlık âleminde kabul görmeyen 5. İncil, Barnabas incili vardır.
Türkiye’de ancak 20. yüzyılda Kur’an’ın anlaşılması için tercüme edilmesi konuşulur olmuştur. Bu halis niyetli temayül dışında Kur’an tercümesini ilahî kitabın kudsiyetini ihlal maksadıyla isteyen resmî bir cereyan da ortaya çıkmıştır. Kur’an tercümesini samimiyetle talep edenlerle kendi niyetlerini hayata geçirmek isteyenler 1925’de TBMM’nin bu hususu karar altına almasını sağlamıştır.
Elbette sadece tercüme değil, türkçe bir tefsir ve sahih hadis kitaplarından Buhari’nin tercüme ve şerhi de kararlaştırılmıştır.
Israr üzerine Mehmed Âkif tarafından yapılan tercümenin (kendi tabiri ile “meal”in) bu iki eğilimin farklı hedefleri yüzünden neticesiz kaldığı görülmektedir. Âkif halis niyetine karşılık tercüme Kur’an üzerinden operasyon yapmak (ibadette aslı yerine tercümeyi okutmak) isteyenlerle zıtlığını fark etmiş ve 1931 yılının sonlarına doğru, meali vermekten kesin olarak vazgeçmiş ve mukaveleyi feshetmiştir.
Mehmed Âkif meali verse idi ne olacaktı?
1932’yılının başında, ramazan ayında “Türkçe Kur’an dini inkılâbı”na girişilmiştir. Resmî tercüme teslim edilmediği için, sakatlığı, muharrefliği daha önce Diyanet tarafından tescil edilen Cemil Sait’in Fransızcadan çevirdiği “Türkçe Kur’an” camilerde okutulmuştur.
Türkçe Kur’an’da bu yüzden fazla ileri gidilememiş, namazlarda Kur’an’ın Türkçe tercümesinin okunması hedefine ulaşılamamıştır. Bu süre içinde Mehmed Âkif’in mealini elde etmek için devletin gizli açık bazı teşebbüslerinin olduğu bilinmektedir.
Devlet “laik” mi idi?
1930 yılından itibaren Türkiye’de din öğretimi tamamen ortadan kaldırılmış, fonksiyonsuz kalan Darülfünun İlahiyat Fakültesi de 1933’te kapanmıştır.
Din öğretimini ortadan kaldırmak “laik devlet”in işi olabilir mi? Daha doğrusu böyle bir yasaklama devleti “laik” yapar mı?
Devlet bir taraftan din öğretimini ortadan kaldırırken, diğer taraftan 1932’de Türkçe Kur’an, Türkçe Ezan operasyonları yapmıştır. Dine müdahale, ibadetlerin nasıl yapılacağına karar vermek “laik devlet” kavramı ile bağdaşır mı?
Bugüne kadar hiçbir siyaset bilimci, bu konuda tek satır yazmamıştır. İnkılâp tarihleri bu konuda herhangi bir sorgulamaya yanaşmamıştır.
Her iki ahvalde de devletin laikliği iddia edilemez! Cumhuriyet’in ilk döneminde devletin laik olduğunu iddia etmek, laiklik konusunda hiçbir gerçek bilgiye sahip olmamakla veya bilgi sahibi olmakla beraber bu konuda doğru sözü söylemekten kaçınmakla açıklanabilir. Devlet laik değildir, dine müdahale eden bir devlettir. Bütün bunları dikkate almasak bile, devlet başkanının bir emri ile Diyanet Reisi Rifat Efendi’nin Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi)’nin Ankara il başkanı yapılmasının laiklik açısından izahı mümkün müdür?
Devlet laik olmadığı gibi, laiklikle istihza etmektedir!
Türkiye’de dinî öğretimin 1923’ten sonra kademe kademe yasaklanması, dinî ilimlerde ciddi bir boşluk meydanı getirmiştir. 1950’lere doğru siyaseten din öğretimine geçilmek istendiğinde, daha sonra ilahiyat fakültesi açıldığında, bu işleri yapacak yeterli öğretici ve ilim adamı bulunamamıştır.
Bu gelenekten kopuş, Türkiye’nin dinî hayatında ciddi hasarlara sebep olmuştur. Bu hasarlardan biri de doğru dürüst din öğretimi imkânı bulamayan nesillerin dini tercüme eserlerden ve Kur’an tercümelerinden öğrenmeye meyl etmesidir.
İslâmî ilimlerin çileli safhalarını aşmadan doğrudan Kur’an’dan (tercümesinden) hareketle modern bir Müslümanlık kurmak isteyen, Arapça bilgisi ya kıt (veya hiç yok), Türkçeleri de hayli zayıf kişilerin telif veya tercüme mealleri 1970’lerde mealcilik akımını beslemiştir.
1970’lerde dinî ilimlere vâkıf ve ilahiyat mezunu bir şahsın böyle bir mealci ile tartışmasına şahit olmuştum. Dinî ilimlere vâkıf zat, Kur’an’ın tefsirinin ciddi bir ilim olduğunu, bu ilim dahilinde yüzyıllardır bir hayli tefsir yapıldığını, fakat meal için böyle bir ilmi kriterlerin yokluğunu ifade ederken, muhatabı (muhtemelen iyi niyetle ve saflıkla) böyle bir şeye gerek olmadığını, meal okuyarak dinimize sahip çıkacağımızı şiddetli şekilde müdafaa etmişti.
Şunu söyleyebiliriz: Mealizmin taşları iyi niyetli ve saf inananlar tarafından döşenmiştir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.