D. Mehmet Doğan: Cumhuriyet’in 100. yılı “İnkılâp tarihi”nin 90. yılı!
Yakın dönem tarihimizin yazılması ile ilgili iki yol var: Birincisi kolay yol, bu kalıplaşmış inkılâp tarihi metinlerinin bugüne aktarılması şeklinde seyrediyor. Bilinen yorumlar, bazı yeni bilgilerle güya teyid ediliyor, farklı düşünmeye yol açacak bilgi ve belgelerden kaçınılıyor.
Bu tarz literatür, kitap olarak kütüphaneler dolusu, makale olarak onun kim bilir kaç katı!
İkinci yol ise zor ve zahmetli… Bilhassa akademi kesiminde bulunan hocalar için sıkıntılı. Doğruyu bilmek, doğru olanı yazmak maalesef büyük zorluklar taşıyor, hatta bedel ödemeyi gerektiriyor.
Son zamanlarda 1930’lu yıllar, bilhassa da Cumhuriyet’in 10. yılı ile ilgili konularla meşgulüm. Zamanın basını üzerinden dönemi anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Bunları zaman zaman aktüel olarak paylaşıyorum. Zihinlere yerleştirilmiş malumatın, görüşlerin azıcık dışına çıkan her türlü bilgi, yorum şaşırtıcı tepkilerle karşılaşıyor.
“Şaşırtıcı” dedik, elbette şaşırtıcı kelimesi bu tepkileri ifade için kifayetsizdir!
Cumhuriyetin 100. yılındayız ve bir asırlık tarihimize objektif olarak bakmanın tam zamanı. İdeolojik takıntıları bir yana bırakarak olup bitenleri objektif olarak değerlendirmek, artık tarihe mal olmuş olayları, şahsiyetleri tarihin konusu olarak ele almak zorundayız.
Konuyla ilgili tesbitlerimizi Bir Savaş Sonrası İdeolojisi: Kemalizm kitabımızın sunuşunda ortaya koymuştuk:
“Türkiye’de tarih araştırmaları ve çalışmaları 20. yüzyılın başlarında en yüksek seviyeye çıkmıştır. Bu sebepsiz değildir. Toplumumuzun yeniden tanımlandığı, devletin başkalaştırıldığı, aydınların kendilerini çeşitli şekillerde ifade ihtiyacını hissettiği bu dönemde tarih ister istemez gözde alanlardan birisi olmuştur. Tarihi ortadan kaldırmadan, yok saymadan veya onu dayanak yapmadan; velhasıl, tarihe karşı bir tutum takınmadan bu güne ait tanımlamalar yapmak imkânsızdır. Türkiye’de ideolojik ve resmî tarih anlayışının esas çıkmazı da buradadır. Tarih ideolojiye veya resmî tarihe ekseriya geniş gelmektedir veya tamamen aykırı düşmektedir. Bu durumda, onu sınırlayarak, bazı bölümlerini yok sayarak kabul etmek yoluna gidilmektedir.
Tarih çalışmaları bu anlamda bir alan değiştirmesi ile hız kazanmıştır. Osmanlılar (Osmanlı Devleti’nin kurucu, aslî unsuru Türkler) kavmî tarihlerini dahi İslâm tarihi ile özdeşleştirmeye dikkat etmişlerdi. Yeni dönemde esas ağırlık kavmî tarihe doğru kaydırılmış, Türklerin Müslüman olmalarından sonraki dönem, bilhassa Osmanlı dönemi geri plana itilmiştir. Eski köklerin araştırılması, esas kimlik yapıcı bir dönemin yok sayılması ve böylece batı kimliği ve tarihi ile irtibatların kurulmaya çalışılması Türkiye’deki genel resmî tarih çalışmalarının esasını teşkil etmiştir. Türkiye’de resmî tarih anlayışının bu anlamda geniş ve orijinal bir literatür ortaya koyduğunu söylemek güçtür. Buna karşılık bir “tarih tezi” olduğu ve tezin bütün tedrisat kademelerinde (alternatifsiz) öğretildiği, belletildiği bilinmektedir. Resmî tarihin esasta, bu tezin öğretilmesi ile sınırlı kaldığı, buna karşılık münferit olarak tarihle uğraşan bilim adamlarının bu tezle alâka kurmadan hayli başarılı çalışmalar yaptıkları görülmektedir.
Türkiye’de resmî tarih asıl baskıcı niteliğini yakın tarihle ilgili olarak göstermiştir. Rejimle bir kişinin ve onun “tarihi”nin (yani hayatının) aynileştirilmesi sonucu “devrim”, “inkılâp” ya da “cumhuriyet” tarihi adı altında çok defa tarihle alâkasız menkıbevi, düzmece hadiseler anlatılmış ve bunlar resmî “bilimsellik” zırhına büründürülmüştür.
Resmî tarihin bu sert yüzü karşısında resmî kurumların ve kanunların dahi Türkiye’de tarih araştırmalarını, çalışmalarını, yorumlamalarını imkân harici bırakacak şekilde tanzim edildikleri görülmektedir. Devlet imkânlarıyla yapılan tarih araştırmaları resmî tarihin tezlerini doğrulamakla sınırlı kılınabilirken, gayri resmî çalışmalar mevzuat engelleriyle birlikte, kanunî sınırlamalara takılmaktadır.
Millî Mücadele’nin önde gelen kumandanlarından ve lider kadrosundan Kâzım Karabekir Paşa, zamanında İnkılap tarihi ile ilgili ciddi eleştiriler ortaya koyan bir kişi olarak da dikkat çekicidir. Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal’i hakikatleri gizlemekle, şahısların tarihî haklarını vermemekle itham eder. Ona göre, Mustafa Kemal, her şeyi kendisinin düşündüğü ve yaptığı fikrini kuvvetlendirmek için hatıraların ve vesikaların yayınına izin vermedi, hükümet kudretini ve gizli kuvvetlerini bu uğurda israf etti. Neticede İstiklâl Harbi ilim olarak öğretilmek yerine, iman olarak belletildi. (Paşaların Hesaplaşması, 17-19)
Türkiye’de devletin alternatifsiz tarih tedris ettirmesi, demokratik sisteme geçilmesine rağmen bunun sürdürülmesi, izahı güç konulardandır. Devletle ilgili tanımlamaların yeniden yapılması anlamına gelen değişikliklerin gündemde olduğu bir dönemde, resmî tarihle ilgili zorunlulukların ortadan kaldırılması konusuna değinilmemesi hayret vericidir. Anayasalar, kanunlar, devlet değişse, yeniden tanımlansa bile, resmî tarihin aynı şekilde tedris edilmesine devam edilecek ve bu açık bir çelişki olacaktır.
Türkiye’nin resmî ideolojisinin arkeolojik bir kalıntısı konumundaki tarih tezinin ilmî sonuç olarak kabul edildiği bilhassa inkılâp tarihi derslerinin artık tedrisat dışı bırakılması gerekmektedir.”
İlgi çekici olan, “İnkılâp tarihi”nin cumhuriyetin 10. yılında kurgulanmasıdır. 1933’te Osmanlıdan devralınan Darülfünun, inkılâpları yeterince desteklemediği için feshedilmiş, yerine bünyesinde inkılâp tarihi kürsüsü bulunan Üniversite kurulmuştur.
İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarını yürüten Maarif Vekili Dr. Reşit Galib 1933’te İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün (Türk İnkılâbı Enstitüsü) kurulacağını, Türk inkılâbının ideolojisini yeni üniversitenin işleyeceğini belirtmiştir. Enstitü’ye ırkan Türk olmayanların alınmayacağını, işe yeminle başlanacağını Âfet İnan yazıyor. O zamanın gazete haberlerine göre, İnkılâp tarihi kürsüsü Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey’e teklif edilmiş, o da kabul etmiş ve kadroda muavin olarak Mükrimin Halil (Yınanç), Hilmi Ziya (Ülken), Akdes Nimet (Kurat), Enver Ziya (Karal), Nizamettin Ali, Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu), Ahmet Akil beyler çalışacaklarmış (Milliyet 11.8.1933). Öğreticilerde ırk mensubiyetini şart koşma, yemin etme gibi unsurlar bu dersin ilimden çok inanç sahasına girdiğini, başlangıçta tamamen ideolojik bir öğretimin hedeflendiğini gösterir.
Üniversite reformunu yapan Bakan’ın fahrî profesör olarak İnkılâp kürsüsünün başına getirilmesi döneminde tartışmalara-dedikodulara yol açmıştır. Reşit Galip, 1933 yazında Moda’da bir deniz kazasında çocuklarını ve baldızını kurtarmış, ama daha önce verem geçirdiğinden bünye zafiyeti yüzünden rahatsızlanmıştır. Bu vak’adan sonra Atatürk Yalova’da bulunurken huzura davet edilmiş, O da rahatsızlığını öne sürerek gitmemiştir. O sıralar kendisi ile ilgili bazı dedikodular dolaşımdadır. Bunlardan biri inkılâp tarihi profesörü yapılmasıdır. Atatürk’ün sofrasında “siz varken, İsmet Paşa varken Reşit Galip nasıl profesör olur” diyenler vardır. Ayrıca, Darülfünun lağvedilince M. Kemal, İsmet ve Fevzi paşaların fahrî müderrislikleri (profesörlükleri) de ortadan kalkacaktır.
Reşit Galib’in kulağına Atatürk’ün “istifa etsin” dediği haberi geliyor. İstifasını özel ulakla İsmet Paşa’ya ulaştırıyor. İsmet Paşa’nın “o istifa ederse ben de ederim” dediği söyleniyor. Bu tartışmalar sırasında Rektör Neşet Ömer (İrdealp) ve Edebiyat Fakültesi Dekanı Fuat (Köprülü) Yalova’ya, huzura çağrılıyor. Atatürk Reşit Galib’in istifasını kabul ediyor, bir süre sonra Hikmet Bayur’u İnönü ile arasının açık olduğunu bilmesine rağmen Maarif Vekili yapmak istiyor. İki buçuk ay sonra, Maarif Vekilliği’ne o sırada Riyaseti Cumhur Umumî Kâtibi (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) olan Yusuf Hikmet (Bayur) getiriliyor.
Reşit Galib’in bakanlığı bir yıldan az sürmüştür (19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933) Tabip olmasına rağmen muhteris bir siyasetçi kesilen Reşit Galip maarif vekili olmak için çok çalışmış, sonunda maksadına erişmiştir. Mustafa Kemal İsmet Paşa’ya emrivaki ile Reşit Galib’i maarif vekili yaptırmıştır.
Reşit Galib’i 1933 yılında ideolojik bir İnkılâp tarihi dersinin Üniversite’de okutulması konusunda harekete geçiren sebep ne olabilir? 1933 nisanında Milliyet gazetesinde başlatılan Millî Mücadele ile ilgili yayınlar, doğrudan Cumhuriyet’in ilk muhalif partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Partisi) erkânını -ki bunlar Millî Mücadele’nin önde gelen isimleridir- itibarsızlaştırma maksatlıdır. “Ankaralının defteri” sütununun 27 Nisan tarihli yazısı “Tek cepheye sadakat böyle mi olur?” başlıklıdır ve Kâzım Karabekir Paşa’yı hedef almaktadır.
Bu yazıları takip eden Kâzım Karabekir, M. Kemal Paşa’nın parası ile eski yaveri ve o sırada Siirt meb’usu olan Mahmut (Soydan) tarafından çıkarılan bu gazetede yazılanlara itiraz eder. Her şeyi göze alarak cevabî yazılar (mektuplar) gönderir. Bu yazılar önce yayınlanır, sonra çürütülmeye çalışılır. Daha sonra bazı vesikalar konmaz ve nihayet cevabî yazılar neşredilmez. 8 Mayıs tarihli gazetede, Gazi’nin Kâzım Paşa’nın yazıları hakkında kanaati Falih Rıfkı’nın ağzından aktarılır: “Bu mektubu yazan üzerine akıl doktorlarının dikkat nazarını celbederim.”
Bunun üzerine Paşa, “şarkılı ibret yazacağına İstiklâl Harbi’ne ait bir eser yaza idin” diyenlere cevaben, böyle bir eserin yayınlanmasına karar verir, İstiklâl Harbimizin Esasları kitabı matbaaya gönderilir. İşte tam bu sırada Kâzım Karabekir Paşa’nın Erenköy’deki köşkünün etrafında emniyet gözetimi sıkılaştırılır. Kitabın birinci cildinin basımı bitmek üzereyken matbaacı, maruz kaldığı tehditler üzerine “pasaportumu alarak savuşmaktan başka çaresinin kalmadığını” bildirir. Daha sonra böyle “millî dâvaya aykırı” bir eseri basmak istemediğini beyan eden telgraf gönderir. Kitabın basılı formaları bir gece Yeşilköy yolundaki bir kireç ocağında yakılmıştır. 4 Haziran 1933’te Paşa’nın köşkü Emniyet’çe aranır ve 96 dosya alınıp götürülür.
Görüldüğü üzere İnkılâp tarihinin resmî anlatımı Cumhuriyetin 10. Yıldönümünde öğretim konusu yapılmıştır. Reşit Galib’in Gazi Paşa’ya sadakatını ısbat etmek için Üniversite’de kürsü kurulmasın sağlamış, Gazi Paşa’nın fikri beğendiğini, fakat başka bir sadık adamı tarafından hayata geçirilmesini uygun bulduğunu tahmin edebiliriz. Bunun için seçilen isim “Riyaseti Cumhur Umumî Kâtibi” Yusuf Hikmet (Bayur)dir. Cumhurbaşkanı “Genel Sekreteri”ni bu iş için görevlendirmiştir.
Dr. Reşit Galib’in hazırladığı zemin üzerinde ilk İnkılâp (tarihi) dersleri, 1934 yılının mart ayında verilmeye başlanmıştır. Maarif Vekili Yusuf Hikmet Bey tarafından 4 Mart 1934 günü İstanbul Üniversitesi İnkılâp Enstitüsü açılmıştır. Ankara’da yayınlanan CHP’nin yayın organı 3 Mart tarihli Hakimiyet-i Milliye haberi 1. Sayfadan ve resimli olarak vermiştir: “İnkılâp Enstitüsü. Maarif Vekili Hikmet Bey yarın ilk dersi verecektir.” Gazetenin başyazısı da bu konuya ayrılmıştır. Falih Rıfkı (Atay), yazısında bir Fransız ihtilalcisine ait olduğunu iddia ettiği şu sözü aktarır: “Yarım inkılâp yapanlar mezarlarını kazıyor demektir.” Falih Rıfkı’ya göre, Türk inkılabı yaradış ve tamamlanış hareketine nesillerce devam edecektir: “Fakat bugün artık bu hareketin ana istikametleri, ana prensipleri ders olarak verilebilir.”
İlk ders haberi 5 Mart 1934 tarihli gazetelerde yer almıştır. Cumhuriyet gazetesi haberi 1. Sayfadan şu başlık altında vermektedir: “İnkılâp enstitüsü açıldı. İlk dersi Maarif Vekili Hikmet B. Verdi.”
Salonu dolduranların dersten evvel hep bir ağızdan “Cumhuriyet marşı”nı terennüm ettikleri belirtiliyor. Cumhuriyet marşının 10. Yıl Marşı olduğu tahmin edilebilir. İstiklâl Marşı’nın değil de “Cumhuriyet Marşı”nın açılışta okunması ilgi çekicidir.
İnkılâp Enstitüsü’nün açılışı mahiyetindeki Maarif Vekili tarafından verilen bu ilk dersin gerek başlangıç tarzı itibarıyla gerekse katılanlar arasında Türk ve yabancı öğretim üyelerinin bulunması ve Harb Akademisi talebelerinin de yer almaları ile bir açılış merasimi olduğunu söyleyebiliriz. Bakan, konuşmasında dersin muhtevası ve bu muhtevanın hangi isimler tarafından tedris edileceğini de açıklamıştır. Bu durumda Reşit Galib’in tasarladığı tarzda bir tedrisatın söz konusu olmayacağı anlaşılmaktadır. Reşit Galip İnkılap Kürsüsü başkanı olarak ders verecek, onun yardımcıları üniversitenin öğretim üyeleri olacaktı. Yusuf Hikmet Bey, hiçbir Üniversite hocasının ismini zikretmemiş, kendisiyle birlikte 4 kişi tarafından bu derslerin verileceğini belirtmiştir. Bunların başında Recep Bey (Peker) gelmektedir.
Recep (Peker), o sırada Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Umumî Kâtibi (Genel Sekreteri)dir. Umumî Kâtip Parti hiyerarşisinde Gazi ve İsmet Paşa’dan sonra üçüncü yetkili kişidir. Gazi Parti’nin başkanı ve Ebedî Şef’dir, Başvekil İsmet Paşa Parti’nin başkan vekilidir. Recep Bey daha önce çeşitli bakanlıklar yapmış, parti içinde etkili bir isimdir. Reşit Galib’in ayağını kaydıran isimler arasında onun bulunma ihtimali kuvvetlidir. Recep Bey’in döneminde Faşist, Nazist ve Komünist partilerde genel sekreterliğin önemi dikkate alınır ve ayrıca CHP’yi bu otoriter partilere benzetme yönünde eğilimler hatırlanırsa, ideoloji oluşturma konusundaki mevkii de kolaylıkla kavranabilir. İnkılâbın askerî vechesi ile ilgili dersleri Recep Bey’in vereceği Maarif Vekili tarafından belirtilmiş olmakla beraber, onun yayınlanmış olan dersleri, bu muhtevayı aşacak genişliktedir.
İnkılâp derslerinin ikinci ismi, Mahmut Esat’tır. Daha önce Adliye Vekilliği yapan ve Medenî Kanunu hazırlayan Mahmut Esad (Bozkurt) konunun hukukla ilgili yönlerini anlatacaktır. İnkılâbın iktisadî vechesini anlatacak isim Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey, Adliye ve Hariciye vekillikleri yapmış bir hukukçudur. Maarif Vekili Yusuf Hikmet (Bayur) kendi sahasını haricî siyaset olarak belirlemiştir. 27 Ekim 1933’te bakanlığa getirilen Yusuf Hikmet Bey’in bu görevi bir yıl dolmadan, 8 Temmuz 1934’te sona ermiştir (8.5 ay).
İnkılâp (Tarihi) derslerinin başlangıçta, hepsi neredeyse ömür boyu milletvekilliği yapan ve esas olarak siyasetçi kategorisinde yer alan kişiler tarafından verilmesi dikkat çekicidir. Reşit Galip’in başlangıçta işi akademiye bırakacak bir yapı kurmak istemesine rağmen, Yusuf Hikmet, muhtemelen aldığı direktife uygun olarak kürsüyü siyasetçilere tahsis etmiştir. Bunların içinde aktif siyasetçiliği en önde olan elbette Recep Peker’dir. Daha sonra Dahiliye Vekilliği (1942-1943) ve en sonunda Başbakanlık da yapmıştır (1946- 1947). Yusuf Hikmet Bayur, İnkılâp Tarihi konusunu iş edinmiş, üniversite hocalığı yapmış, 3 cilt 10 kitaplık Türk İnkılâbı Tarihi kitabını yazmıştır (1940-1967).
İstanbul Üniversitesi’nde İnkılâp Kürsüsü’nün açılması ve ilk dersin verilmesi haberi gazetelerde yer aldığı gün, bu konuyla ilgili ilk adımları atan Dr. Reşit Galib’in vefat etmesi ilgi çekici bir tevafuk olarak okunabilir. Meşhur kurtarma hadisesinden sonra sağlık durumu bozulan Reşit Galip’in rahatsızlığı bilahire zatürreye dönüşmüştür. Dr. Reşit Galip, 5 Mart 1934 günü bu hastalıktan kurtulamıyarak vefat eder. 6 Mart tarihli gazeteler bir taraftan İnkılâp dersleri haberini verirken, bir taraftan da onun vefat haberini duyurmakta ve hakkında övücü ibareler kullanmakta idiler. Reşit Galip’le ilgili övücü ifadelere rağmen, onun İnkılâp kürsüsü kurma konusundaki öncülüğünden hiç söz edilmemesi de ilgi çekicidir. (Burada kısaca aktarılan konu Bir Savaş Sonrası İdeolojisi: Kemalizm kitabımızda daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Kaynaklara da oradan ulaşılabilir)
*
Bu sene Cumhuriyet’in 100. yılı dolayısıyla bir yayın furyası beklenmelidir.
Birçok kitap yayınlanacak, bunların bir kısmı “prestij” kitabı denilen, bol resimli, lüks baskılı yüksek maliyetli kitaplar olacak. Ve bu kitaplarda konuyla ilgili hiçbir yeni bilgi veya yorum yer almayacak… Böyle olmayan, yani “perstij kitabı” kategorisinde olmayan kitapların kısmı azamı da paralel muhtevada olacak.
Dergiler özel sayılar yayınlamaya başladı, bunların da kategorik olarak farklı bir yerde duranına şimdiye kadar rastlamadım, diyebilirim. Bazı yeni bilgiler olsa da bu bilgilerin standart tarihin dışında kalan yönleri üzerinde yorumlara yer verildiğini görmedim.
Bu sene TYB Akademi’nin iki sayısını Cumhuriyetin 100. yılı dolayısıyla ağırlıklı sayılar olarak yayınlamayı düşündük. Fakat bu sayıların basmakalıp makaleler yığını olmaması gerektiğinde ittifak ettik. Caner Arabacı hocamız, konuyla ilgili hayli gayret gösterdi. Sonunda tek sayı ile iktifanın doğru olacağı kanaatine vardık. Değerli hocamıza ve emeği geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum.
TYB Akademi 38, Mayıs 2023, Sunuş yazısı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.