Cumhur İttifakı’nın Dinamikleri
Cumhur İttifakı’nın Dinamikleri
Kabul etmek lazım ki 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi AK Parti-MHP ilişkileri açısından bir milat oldu. Bahçeli gerçekte o gün “Milli mutabakat ittifakına varım” dedi.
AK Parti de MHP de Türkiye siyaset sahnesinin sıkıntı ve karmaşa içinde olduğu tabloda sahneye çıktılar. MHP sosyalist düşüncenin popülaritesinin tavan yaptığı, öteden beri kendisini “Atatürkçü/Cumhuriyetçi” olarak tarif edegelmiş CHP’nin bile “Biz ortanın solundayız” dediği ortamda komünizm karşıtı milliyetçilik iddiasını siyasete taşımıştı. Ülke 1970’lerin sancısını yaşarken devletin doğrudan/ dolaylı yüreklendirmesiyle özellikle muhafazakar kesimde gençler arasında ilgi odağı olan MHP güçlendi.
MHP, milliyetçilik ve komünizm karşıtlığını özellikle sosyalist gençlik hareketleri karşısında güçlü bir direnç odağına dönüştüren Ülkücü gençlik hareketiyle birlikte büyüdü. Zaman içinde Türkçü, 9 Işıkçı çizginin kök salmasına engel olduğunu görüp “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” sloganında ifadesini bulan “Türk-İslam Sentezi” düşüncesine büründü. Ancak bu fikri değişimi yaşarken tabiri caizse MHP’nin yakasını çekiştiren, en büyük sıkıntısı olarak önüne dikilen 1970’lerde devletin kimi birimleri tarafından desteklenmiş olmaktan kaynaklanan bağlantı ve kalıntılardan kurtulamamak oldu.
MHP ve Milli Görüş’ün Kesişen Yolları
1970’lerin sonuna doğru ülkücü hareket devlet içindeki karanlık bazı unsurların sızmasıyla sarsıldı. Nitekim söz konusu dönemde ülkücülük giderek sadece milliyetçi/muhafazakar manasına gelmemeye başladı. “Karanlık” diyerek işaret ettiğim odaklar ülkücü gençliği kendi “komplocu” düşünce ve amaçları doğrultusunda, MHP’yi de bu yapının siyasi şemsiyesi olarak kullanma hevesine kapıldılar. MHP lideri rahmetli Alparslan Türkeş Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay’ı araya koyup CHP lideri Bülent Ecevit’e haber vermişti. “Memleket kardeş kavgasıyla elden gidiyor. El birliğiyle birilerinin karanlık emellerine alet olunmasının önüne geçelim, demokrasinin önündeki tuzağa göz göre göre düşmeyelim, baş başa oturup konuşalım” demişti. 1 Mayıs katliamı, Gün Sazak suikastı, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi, yedi TİP’li gencin, Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz’ün katli… Ve bunlara eklenebilecek onlarca kanlı hadise…
Bu ortamda gerçekleşen 12 Eylül Darbesi ile ağır yara alırken bir yandan da MHP hem olayların akışına kapılarak içine çekildiği tabloyu değerlendirme hem de yeni bir yol haritası belirleme imkanını buldu. MHP Genel Başkan Yardımcısı Agah Oktay Güner’in Mamak yargılamaları sırasında “Düşüncemiz iktidarda, kendimiz hapisteyiz” deyişi hafızalarda “Eski MHP anlayışından kurtulamamışlığın” ifadesi olarak kaldı. Nitekim o süreçte MHP’liler ve Ülkücü camia toz kondurmadıkları devlet çarkının ve asker bürokrasinin nasıl bir zihniyetle hareket ettiğini gördü. Keza MHP’nin milletin manevi değerlerini koruyarak ve demokrasi cephesinde saf tutarak yola devam etmesi gerektiğini de...
Bu düşünceyle 12 Eylül’de kendisine yöneltilen bütün suçlamalardan beraat etmiş Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki MSP/ Refah Partisi’yle ortak hareket etmeye başladı.
MNP (Milli Nizam Partisi), MSP (Milli Selamet Partisi), Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi… Birbirinin devamı olan, hepsine Prof. Necmettin Erbakan’ın liderlik ettiği hareketin ortak bir adı var: “Milli Görüş.” Milli Görüş hareketi sadece Türkiye açısından değil bütün İslam dünyası açısından örnek olacak şekilde dini hassasiyetlere sahip kitleleri demokrasiye kayıtsızlıktan kurtarıp demokrasiye sahip çıkma çizgisine taşıyan hareket oldu. “Nasıl olsa iktidarı bize bırakmazlar” anlayışıyla “mazlum küskünlüğü” içinde kendi kabuğuna çekilmiş kalabalıkları silkeleyen hareketin nasıl engellemelerle mücadele ettiği de biliniyor.
Aritmetik dizi misali peş peşe kurulup kapatılan partilerle bugüne uzanan hareket 2000’lere yaklaşırken kendi bünyesinde yaşanan tartışmalar, genç politikacıların önüne çıkarılan engellerle yolun sonuna gelmiş, misyonunu tamamlamış görünüyordu. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan’ın gerek milletvekili seçimlerinde tercih sıralamasında geriye itilmesi, İstanbul Belediye Başkanlığı adaylığı sırasında hayli zorlandıktan sonra kabullenilmiş olması bunun işaretleriydi.
28 Şubat süreci inançlı kitleler gözünde farklı bir dil geliştirmenin kaçınılmazlığını işaret etmişti. Ayrıca diğer yandan Erdoğan’ın bir mitingde okuduğu şiir dolayısıyla aldığı cezayı çekmesi için götürülürken farklı partilere ve sosyal çevrelere mensup kalabalıkların “Belediye Başkanımı İstiyorum” sloganıyla olayı protesto etmek için sokaklara çıkması “Yeni Bir Söylem” diyenlere hem lideri hem beklenen dili işaret ediyordu.
Sonuçta AK Parti kabaran bu dalganın eseri olarak doğdu…
Türkiye için AK Parti-MHP Ortaklığı
AK Parti ve MHP’nin siyaset macerasına hızlı bakışın son on yılında Erdoğan’ın yanında MHP lideri olarak Türkeş’in vefatıyla hareketin bayrağını devralan Bahçeli’yi görüyoruz. AK Parti’nin kapatma davasıyla boğuştuğu, e-muhtıra diye isimlendirilen ama gerçekte darbe tehdidi olarak yayımlanan muhtırayla sıkıştırılmak istendiği süreçte MHP muhalefet olmanın alışılagelmiş tavrıyla AK Parti ne yaparsa karşı çıkmak gerekip gerekmediğini sorguladı. Hükümetin karşı karşıya bırakıldığı durumun hukuk madrabazlığı olduğu hükmüne vararak 2007 Ağustos’unda oyunu sonlandıran hamleyi yaptı. TBMM’deki oturuma girmek suretiyle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini sağladı.
O günden başlayarak MHP ve AK Parti bazen gelgitler ve gerginlikler yaşasa da son tahlilde hep yan yana oldu. Bazı çevrelerin Devlet Bahçeli üzerinde gerçekleştirmek istedikleri sonunda boşa çıktı.
Kabul etmek lazım ki Devlet Bahçeli’nin hükümete dönük çekinceleri, eleştirileri ne olursa olsun 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi AK Parti-MHP ilişkileri açısından bir milat oldu. FETÖ ve onu kullanan yabancı güçlerin oyununu bozmanın yolunun Erdoğan’ın yanında durmakla olabileceğini gören Devlet Bahçeli bana göre gerçekte o gün “Milli mutabakat ittifakına varım” dedi.
Bahçeli 2001 öncesi aynı çevrelerin kendisine karşı da operasyon yaptıklarını görüp yaşamış, örgütlü yapının ülke içinde sermaye ve medya ayağının el birliğiyle kurguladıkları oyuna AK Parti’yle birlikte “hayır” demek gerektiğine hükmetmişti. Nitekim son açıklamasında sadece cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri değil sonraki beş yıl için AK Parti’nin yanında olduğunu açıklarken Tayyip Erdoğan’la önceden konuşup hesap-kitap yapma gereği duymamıştı.
Sonuç olarak bütün bu gelişmeler ışığında “Milli Mutabakat İttifakı”nın siyaset birliğinin yanı sıra bir yönüyle de “samimiyet ittifakı” olduğunu düşünmenin doğru olacağı kanısındayım.
Avni Özgürel
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.