Cemaatler hakkında bilmediğimiz ve yanlış bildiğimiz her şey...

Cemaatler hakkında bilmediğimiz ve yanlış bildiğimiz her şey...
Cemaat konusu Türkiye?de toplumun ve kamuoyunun gündemine son zamanlarda oturan en önemli konulardan biri.Bunca tartışma konusu oluşturmasına rağmen cemaatlerin...



Cemaat konusu Türkiye?de toplumun ve kamuoyunun gündemine son zamanlarda oturan en önemli konulardan biri.

Bunca tartışma konusu oluşturmasına rağmen cemaatlerin yeterince araştırma konusu oluşturamadığını ne yazık ki görüyoruz. Kuşkusuz bunun temelinde çok sayıda neden yatar. Ama akademik hayattaki ?mahalle baskısının? üniversitelerde bu konuya eğilme cesaretini önemli ölçüde kırdığını belirtmek gerekir. Meslektaşlarım Ferhat Kentel, Yasin Aktay ve Ramazan Yelken?le birlikte gerçekleştirdiğimiz, ?Türkiye?de Cemaat Algısı? araştırmasının, çokça konuşulup tartışılan, ama ne yazık ki fazla bilinmeyen bir konuya el atması bakımından bir ilk olduğunu söyleyebiliriz.

Araştırma, çok boyutlu sonuçlara ulaşmıştır. Her şeyden önce, ulus ve birey ekseninde sürmekte olan modernleşme sürecinde cemaatlerin varlıklarını bir şekilde sürdürdüğü gerçeğiyle karşı karşıyayız. Cemaat üzerindeki çalışmalarıyla bilinen Ferdinand Tönnies?in meşhur, ?cemaat? üzerine bina edilen geleneksel toplumun ?cemiyet? üzerinden gelişen modern topluma doğru evrildiğine ilişkin yaklaşımı bugün için farklı bir boyut kazanmış durumdadır. Bugün modernleşme bir yandan ?ulus? fenomeni üzerinden ilerlerken, bir yandan da bu genel yapı içindeki dinsel veya seküler temeller üzerinden gelişen cemaat yapılarını barındırmakta veya yeniden üretmektedir.

Bugünün modern toplumunda cemaatler sadece dinsel temel değil; aynı zamanda etnik, cinsiyet, ortak ideal ve yaşam biçimleri üzerinden de gelişmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde, cemaat olgusunun modern toplumun bir gerçeği olduğunu, olmaya da devam edeceğini söyleyebiliriz. Özellikle toplumsal bağlardan arınmış tekil bireyselleşmenin bireyi yakaladığı anomi, yalnızlık ve bunalım durumunu dikkate aldığımızda cemaatsel yapıların bireyler için aynı zamanda bir sığınma yeri, bir liman, bir hayata tutunma aracı olduğunu düşünmek mümkündür.

Sivil toplumun işlevi

Araştırmamız bu tespitin Türkiye için de geçerli olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırma esas olarak dini cemaatler üzerine yapılmış bir çalışmadır. Ancak 1980?lerden sonra yükselen kimlik ve aidiyet temelli talepleri ve hareketleri dikkate aldığımızda, modernleşmenin Türkiye?de topluluklar üzerinden yeniden üretildiğini ve uluslaşmanın kendi içindeki iç katmanlarıyla birlikte seyrettiğini söyleyebiliriz. Ulusal yapı içindeki kompartmanlardan birini dini cemaatler oluşturmaktadır. Toplumun yüzde 16?sı dini cemaatlerden birine yakın veya mensup durumdadır. Diğer cemaatsel yapıları da (kadın hareketi, etnik hareketler, ortak ideal veya yaşam etrafındaki oluşumlar)  dikkate aldığımızda bu oranın daha fazla olduğunu tahmin edebiliriz.

Araştırma bulgularından biri, Türkiye?de sönük bir sivil toplum yapısının bulunduğu gerçeğidir. Özellikle dernek, vakıf veya sendika gibi örgütsel yapılar etrafındaki formel katılımın yüzde yirmiler düzeyinde kalacak kadar düşük oluşu önemli bir bulgudur. Türkiye?de bugün yaklaşık olarak 80 bin civarında dernek bulunmaktadır. Nüfusa orantılalandırıldığında bunun

gelişmiş demokratik toplumlarla kıyaslanmayacak kadar düşük olduğu anlaşılır.

Türkiye?de sivil toplumun işlevini bu bakımdan informel yapıdaki cemaatlerin önemli ölçüde omuzladığını söyleyebiliriz. Dini cemaatler bu yönüyle sivil toplumun boşluğunu doldurmaktadırlar. Cemaatler giderek vakıf veya dernek şeklindeki alt örgütlerle sivil toplumun formel yönüne de bir dinamizm kazandırmaktadırlar.

Türk toplumu cemaatlere nasıl bakıyor? Cemaatlerin  insanlar üzerinde baskı kurduğunu düşünüyor mu? Modernleşmeye rağmen cemaat tipi yapılar neden ortadan kalkmıyor? Cemaatler siyasette ne kadar etkili? Cemaatler salt dinsel yapılar mıdır?  Andy-Ar?ın STAR için yaptığı araştırmayı yürüten akademisyenlerden Prof. Ömer Çaha Türkiye?deki cemaat algısının tahmin edilenden farklı olduğunu söylüyor.

Siyasette ne kadar etkililer?

Dini cemaatler bugün eğitimden medyaya, ekonomik faaliyetlerden hayırseverliğe değin geniş bir alanda faaliyet göstermektedirler.

Bu yönüyle değerlendirildiğinde, dini cemaatlerin bir din adamı etrafında, belli başlı prensiplerin ışığı altında gelişen basit bir yapıyı aştığını; eğitim ve sağlık gibi modern kurumlara ve küresel süreçlere de eklemlenen geniş ve kompleks bir yapıya dönüştüğünü söyleyebiliriz. Cemaatler bu bakımda toplumla çok yönlü bir temas ve etkileşim içindedirler. Unutmayalım ki, karşılıklı etkileşim, değişim ve ılımlılaşmayı getiren bir şeydir. Tersinden bakıldığında değişimin etkileşimle geliştiğini söyleyebiliriz. Canlı bir organizma olan ve sürekli olarak değişim ve adaptasyon süreci yaşayan toplumla etkileşim doğal olarak cemaatleri de değişim ve etkileşim sürecinin bir parçası haline getirir. Bu değişimin tipik örneklerinden birini araştırmada en etkin ve en çok bilinen cemaat olarak ortaya çıkan Gülen ve Nur cemaatleri oluşturmaktadır. Bu cemaatler, liderleri olan Said-i Nursi?nin, ?siyasetin şerrinden Allah?a sığınırım? söylemine rağmen bugün siyasetin merkezine oturmuş durumdadırlar. Bu değişim, Türkiye?de toplumu en ince detayına kadar sarıp sarmalayan siyaset mekanizmasının toplumdaki etkinliği ve yaygınlığıyla bağlantılı olsa gerek.

Türk toplumu cemaatlere nasıl bakıyor? Cemaatleri kendi yaşamında ne denli baskıcı olarak algılıyor? Araştırmanın önemli sorularından bir kısmı bununla ilgilidir. Araştırmanın bu konudaki tespitlerini vermeden önce insanlarda var olan ?algı? ile ?deneyim? arasındaki farklılık üzerinde biraz durmakta yarar vardır. Bilindiği gibi algıda, deneyimlerimizin yanı sıra, tecrübeyle test edilmeyen duyumlar, söylentiler, propagandalar, dedikodular, önyargılar ve tüm bunların sonucunda gelişen imajların önemli bir etkisi vardır. Oysa deneyim bizatihi yaşanarak hissedilen bir süreçtir. Bu süreç sonucunda ortaya çıkan kanaatler, düşünceler ve bilgiler algıya göre daha sahici ve doğrudur. Araştırmamıza göre cemaatler hakkındaki algılarla deneyimler arasında belirgin bir farklılık vardır. Araştırma verilerine göre toplum, cemaatlerin başkasına karşı baskıcı ve dışlayıcı oluşuyla ilgili algıda eşit derecede ikiye bölünmüştür. Başka bir deyişle, cemaatleri dışlayıcı veya baskıcı görenlerle görmeyenlerin oranı aşağı yukarı yüzde 40 civarında benzerlik göstermektedir. Cemaatler konusunda olumsuz imaj gibi olumlu imajın oluşmasında da yukarıda zikredilen faktörlerin etkili olduğu söylenebilir. Burada medyanın özel olarak rol oynadığını belirtmek gerekir.

Cemaatlerin baskıcı olduğuna ilişkin algı, kişisel deneyim üzerinden ölçüldüğünde farklı bir boyut kazanmaktadır. Son bir yılda cemaatlerden kaynaklanan herhangi bir baskıya maruz kalınıp kalınmadığı sorgulandığında, toplumun yaklaşık dörtte üç (yüzde 76) düzeyinde böyle bir deneyim yaşamadığı anlaşılmaktadır. Son bir yıl içinde cemaatlerden kaynaklanan bir baskıya maruz kaldığını belirtenlerin oranı yalnızca yüzde 14 düzeyindedir. Araştırmamızın ilginç bulgularından biri cemaat baskısına maruz kalma konusunda cemaatlerin dışında olanlarla içinde veya yakınında olanlar arasındaki deneyim farklılığıdır. Yakın veya mensup olanların son bir yılda cemaatlerden kaynaklanan bir baskıya daha fazla maruz kaldığı görülüyor. Cemaatlerin dışında kalanların yüzde 12?si cemaat baskısına maruz kalırken, bu oran cemaatlere yakın olanlarda yüzde 30?a, mensup olanlar da ise yüzde 13?e yükselmektedir.

Cemaat baskısı var mı?

Bu verileri esas aldığımızda, cemaatlerin, içeridekilere göre dışarıda kalanlara karşı daha fazla hoşgörülü olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Cemaatlere yakın olanlar, cemaatlerin baskısını daha fazla hissetmektedirler. Bu baskının neler olduğu araştırmada sorgulanmamıştır. Ancak cemaatlerin kendi bağlılarından bekledikleri sıkı kural ve prensiplerin mensuplar tarafından bir baskı unsuru olarak hissedildiğini tahmin edebiliriz.

Araştırmamızın önemli bulgularından biri de aile bağları ve komşu seçimiyle ilgilidir. Türk toplumunun, yoğun göç ve kentleşmeyi içeren modernleşme sürecine rağmen güçlü aile bağlarına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağın komşulukta da arandığını söyleyebiliriz. Toplumun komşu seçiminde genel olarak kendisiyle benzeşen insanları öncelemesi, bazı yaşam biçimlerinden veya kimliklerden uzak durmaya özen göstermesi bu tezi doğrulamaktadır. Başörtülü veya başörtüsüz kadınlar, dindar Sünniler, Aleviler ve Kürtlerle komşu olma konusunda toplumda ciddi bir endişe, bir rahatsızlık görülmemektedir. Bu kimliklerin, aslında Türk toplumundaki baskın prototiplere uyan kimlikler veya yaşam biçimleri olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye?de, son yirmi otuz yılın en önemli siyasal çatışma ve tartışma malzemeleri başörtüsü, Kürt sorunu ve Alevilik gibi konulardır. Ancak buna rağmen toplum, bu kesimlerle bir arada yaşama konusunu sorun olarak görmemektedir. Buradan hareketle, Türkiye?de medyanın, akademik dünyanın, siyasetin, bürokrasinin tartışmaya çalıştığı, hatta üzerinden çatışma üretmeye çalıştığı konuların toplumsal bir dayanağının, temelinin ve karşılığının bulunmadığını söyleyebiliriz.

Komşu komşunun külüne muhtaç

Komşu seçiminde baskın prototipten uzaklaşıldıkça toplumda bir ürkekliğin uyandığı görülüyor. Eşcinsel, Çingene, içki içen, Ermeni ve Yahudi?lerin istenmeyen komşular arasında yer alması buna bağlanabilir. Burada içki içenler üzerinde özel olarak durmak gerekir. Araştırma bulgularına göre toplumun aşağı yukarı üçte birlik bir kesimi (yüzde 37) düzenli veya arada bir içki içmesine rağmen, içki içen komşu konusunda negatif bir tutum sergilenmesinin temelinde içkinin son yıllarda değer yüklenen bir obje ve aynı zamanda politik bir tartışma malzemesi haline gelişi yatıyor. Medyada, mahalle kavgalarıyla, aile içinde veya düğünlerde üretilen şiddetle, trafik kazalarıyla ilgili haberlerin alkol veya içki ile birlikte verilmesi içkiye karşı negatif bir imajın oluşmasına yol açmaktadır. İçki içen komşuya karşı sergilenen negatif tutumun bununla bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak, Türkiye?de modernleşme, bir yönüyle geleneksel cemaatsel yapıları ve dinamikleri kendisine entegre ederek dönüştüren ve bu arada kendisi de dönüşen bir sürece, bir yönüyle de aslında cemaat dinamiklerini canlı tutan ve yeniden üreten bir sürece işaret etmektedir. Hızlı göçler, kentsel yoğunlaşmalar, siyasal ve ideolojik savrulmalar, yaşam biçimi üzerinden gelişen ayrışmalar, devam etmekte olan geleneksel yaşam kalıpları bireyleri bir yerlere tutunma, cemaat gibi ara kurumlar üzerinden toplumun geneline entegre olma veya aile başta olmak üzere, türdeş yapılara yönelme davranışına yöneltmektedir. Cemaat olgusunun, bu ihtiyacın bir sonucu olarak Türkiye?de canlı biçimde varlık gösterdiğini ve giderek de yaygınlaştığını söyleyebiliriz.

Prof. Dr. Ömer Çaba
Radikal

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.