Canım Anacığım,

Canım Anacığım,
  Kışta kıyamette seni ziyaret edeyim diye yola çıktım. Köyün ortasındaki evimize geldim. Kahverengi boyalı demir kapı kilitli. Zile bastım....

 

 

Kışta kıyamette seni ziyaret edeyim diye yola çıktım. Köyün ortasındaki evimize geldim. Kahverengi boyalı demir kapı kilitli. Zile bastım. Kuş sesli kapı zili “cik cik cik” uzun uzun öttü.

Kapı açılmadı.

Tekrar zile bastım.

Bekledim.

Kapıyı açan olmadı.

Ortalık kar, her taraf bembeyaz. Soğuk buz kesiyor. Rüzgâr ortalığı yakıp kavuruyor.

Tekrar zile dokundum. “Cik cik cik” zil sesi, uzun zaman avluda yankılandı.

Sokaktan geçen “Tatoğlanın Mustafa Abi” beni görünce hoş geldin, dedi.

Ayaküstü yarenlikten sonra, kapıyı açan yok, anamdan haberin var mı diye sordum.

Kısık gözlerini yüzüme çevirdi. Çehresinde hüzün kasırgaları esti. Bana acımış gibiydi.

“Annen Yumaklı’ya taşındı ya, unuttun mu?” deyiverdi.

Sesinde hüzün vardı, acıma vardı, yas vardı.

Sahi anacığım, nasıl da hatırımdan çıkmış, sen Yumaklı’ya taşınalı aylar, yıllar oldu.

Mustafa Abi’ye veda edip sizin mahalleye doğru yürüdüm. Sizin mahalleye Yasinsiz, Fatihasız, İhlâssız yürünmez ki?

Okumaya başladım.

Senin kapının önüne gelene kadar Yasin-i Şerif’i bitirdim anacığım, çok şükür.

Kapının ziline basmak için yaklaştım ki…

Toprak damlı yeni evinin kapı zili yok. Anneciğim, ziyaretine geleceğimi biliyordun hâlbuki… Kapının tokmağı yok, kolu yok… Bari zil taktırsaydın… Neden bir zil bile taktırmadın?..

Tak kapı önünde ayakta kalakaldım…

Ah anacığım!..

Köydeki kahverengi kapının önündeki armut ve şeftali ağaçlarının dalları karla kaplıydı. Burada ise kapı sandığım mezar taşın tamamen beyaza bürünmüş. Üzerine adını yazdırdığımı hatırlıyorum.

Yazılar okunmuyor anacığım. Her yer kar ve her şey buz tutmuş. İki metre uzunluğunda, iki karış boyundaki mezar evinin bacası yok. Her hâlde soban da yoktur. Bu kışta kıyamette soba yakmadan bu evde nasıl oturuyorsun anacığım?

Donmuşsundur sen…

Ah, anacığım ah!.. Köydeki evinde kış boyu soba yakardın…

Ayaklarım üşüyor hatta donmak üzere. Kulaklarım, burnum, yanağım buz kesti, boynum soğuktan sancılandı. Zili yok kapının önünde sana kavuşmayı beklerken galiba donacağım anacığım…

Birden mezar taşının kapıya döndüğünü sandım. Kapı açıldı ama içinde soba yanan sıcak bir odaya girmeyi beklerken bir mezar taşı levhası ile karşılaştım. Kan kırmızı yazılan yazı gözümün içinde yankılandı:

“İnsan bir yolcudur. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşir meydanına, haşir meydanından ebediyete kadar yolculuğu devam eder.

Kabir, ahret âlemine açılmış bir kapıdır. Arkası rahmet, ön tarafı azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara kavuşma zamanın gelmedi mi? Gidip onları ziyaret etme arzun yok mu? Evet, vakit yaklaştı. Dünya pisliklerinden temizlenmek üzere bir gusül lazım. Yoksa onlar kirli görüp beğenmeyecekler!..

Devamı olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen fânisin. Dünya fâni. Halkın dünyası da fâni kâinat da fâni. Bunlar saniye, dakika, saat ve gün gibi birbirini takip ederek ölüme gidiyorlar.

Ahrette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!

Aklı başında olan insan ne dünya işlerinden kazandığına sevinir ne de kaybettiği şeye üzülür zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor.

Sen bir yolcusun.

Bak, ihtiyarlık şafağı kulakların üstünde attı. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunu vatan tutmaya başlayan hastalıklar ölümün keşif kollarıdır. Bununla beraber ebedî ömrün önündedir. O bâki ömürde göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fâni ömürdeki gayret ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o bâki ömürden hiç haberin yok.

Ölüm sekerâtı uyandırmadan evvel uyan!

Birden kapı kapandı anacığım…

Toprak evin önünde kalakaldım. Kış, kar, buz ve iliklerime işleyen rüzgâr…

Anacığım, sana Yâsin’e arkadaş ettiğim Fâtiha, İhlas, Felak ve Nas duaları gönderdim.

Kapın açılmadı, soğuğa daha fazla dayanamayacağım.

Sobanı yak diyeceğim ama kapısız, penceresiz, çatısız bir evde oturuyorsun. Soban, odunun, kömürün de yoktur.

Allah yardımcın olsun anacığım! Kabrin nur olsun!

Cenab-ı Hakk rahmetiyle evini cennet eylesin!

Babama, Hasan, Hüseyin, Abdurrahman, Mustafa amcalarıma; Fatma, Hanife teyzelerime; ebeme, Halime ve Zahide halalarıma selam söyle.

Ellerinden öperim anacığım!

Seni çok özledim…

Sait Özdemir

saitozdemir.pskdan@gmail.com

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

Değerli dostum,güzel insan Eğitimci-Yazar Ali Erkan KAVAKLI kardeşimin annesinin ölümünden sonra annesine olan duygularını anlattığı yazısı….Hayatta iken annelerimizin kıymetini bilmeniz temennisi ile…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.