Bir Can Dündar portresi... Karısını satan, ülkesini de satar!

Bir Can Dündar portresi... Karısını satan, ülkesini de satar!
 Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün, Genel Yayın Yönetmenliği’ni Can Dündar’ın yaptığı Cumhuriyet gazetesi...

 

Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün, Genel Yayın Yönetmenliği’ni Can Dündar’ın yaptığı Cumhuriyet gazetesi hakkında “suç duyurusu”nda bulundu...

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmek üzere verilen “suç duyurusu” dilekçesinde; Cumhuriyet gazetesinin 29 Mayıs 2015’teki nüshasında; geçen yıl Hatay  ve Adana’da, MİT’e ait yardım TIR’larının durdurulmasıyla ilgili “gerçeğe aykırı bazı görüntü ve bilgilere yer verildiği” belirtildi.

Dilekçede, ayrıca dinildi  ki:

lCan Dündar; kendisine “Paralel Örgüt tarafından sızdırılan” sahte görüntü ve bilgileri yayınlayarak, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terör örgütlerine yardım ettiği algısı oluşturmak” istemiştir!..

lCan Dündar; “sahte ihbar ve sahte deliller”le “tuzak” kurarak tamamen hukuka aykırı biçimde “TIR’ları arayan örgüt mensuplarının eylemi”ne iştirak etmiştir!..

l“Devletin ve milletin milli menfaatlerini paralel örgüt ile birlikte hareket ederek, gerçeğe aykırı görüntü ve bilgileri yayınlamak suretiyle hedef alan şüphelinin bu eylemi kesinlikle gazetecilik olarak değerlendirilemez.”

VELEV Kİ SİLAH OLSUN!

Gerçekten de;

Can Dündar’ın bu eylemi, asla “gazetecilik” değil, tam aksine “ajanlık”tır, “casusluk”tur ve “ülkeye ihanet”tir!..

Türkiye’nin “Bayırbucak Türkmenleri”ne ya da “zalim Esed yönetimi”ne karşı savaşan “Özgür Suriye Ordusu”na gönderdiği “yardım”lar arasında velev ki “silah” da bulunsun!.. Bunu “ifşa” etmekle kimin eline ne geçecek?.. Bunun Türkiye’ye ne faydası olacak?..

Dedim ya;

TIR’larda velev ki, “silah” da bulunsun!.. Bunu “ifşa” etmek, bir “gazetecilik faaliyeti” midir, yoksa “Türkiye’yi ispiyonlamak ve gammazlamak” mıdır?.. Bu “ifşaat”tan dolayı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” zor durumda kalır ise; Can Dündar, bir yerlerine “kına” mı yakacaktır?..

“Paralel İhanet Çetesi”nin amacı, “TIR’ları durdurarak, orada silah bulunduğu algısı oluşturmak” ve böylece “Hükümet’ten intikam” alıp, “Türkiye’yi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılatmak”tı!..

Ne var ki;

Dönemin Adana Valisi Hüseyin Avni Coş ve Adana Emniyet Müdürü Cengiz Zeyrek’in yoğun çabaları ile “ihanet plânı” boşa çıkartıldı...

Paralelci hainler, amaçlarına ulaşamadılar.

Aradan bir yıl geçtikten sonra, “Su Samuru”nu devreye soktular ve çok usta oldukları “montajlanmış görüntü”leri Can Dündar’ın eline verip, Cumhuriyet’te yayınlattılar!..

Üstüne basa basa ve altını çizerek tekrar ediyorum ki;

“O TIR’larda velev ki silah olsun!.. Bundan dolayı Türkiye’yi suçlamak mı gerekir, yoksa alkışlamak mı?”

Ne yani;

Türkiye, “Suriye’deki zalim Esed rejimi”ne karşı “var olma-yok olma savaşı” veren Bayırbucak Türkmenleri ve Özgür Suriye Ordusu’na “silah” göndermeyecekti de, “havuç” veya “hıyar” mı gönderecekti?..

Bugün, Bayırbucak Türkmenleri’nin komutanı Beşar Molla ve yardımcısı Yusuf Bozoğlan, diyorsa ki;

“Suriye savaşı başladığından beri Suriyeli Türkmenlere tek düzenli yardımı yapan Türkiye oldu. Suriyeli Türkmenlere ilaç, gıda ve askeri yardım yapan tek ülke Türkiye. Bayırbucak Türkmenleri ve Suriyeli mazlumların direnmesi Türkiye’nin sayesindedir. Ayakta kalışımızı Türkiye’ye borçluyuz”

İşte burada, “bu ülkeyi seven” herkese, Türk Hükümeti’ni “takdir” etmek düşer!..

“Sahte bilgi, belge ve fotoğraf” yayınlayıp, “Türkiye’yi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılatmayı plânlayanlar” ise sadece “Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hükümeti’ne düşmanlık” değil, aynı zamanda “Türkiye’ye ihanet” etmektedir!..

Bu ihanetin başında “Paralel Çete” vardır, “piyon” olarak da Can Dündar’ı kullanmaktadırlar!..

3 CASUSUN AKIBETİ!

Böyle bir ihanet, “dünyanın hiçbir ülkesinde yok”tur, hiçbir ülke böyle “hain”lere göz yummaz, gözünün yaşına bakmaz, anında defterini dürer!..

lHele hatırlayın... “ABD’nin devlet sırlarını ifşa ettiği” için, Julian Assange adlı adam, hem “vatan haini” ilân edildi, hem de “terörist!”

ABD’nin tepkisi, “söz”le de sınırlı kalmadı... “Can derdine” düşen Assange, ABD’den köşe-bucak kaçıyor ve Ekvador’un Londra Büyükelçiliği’nde, “tuvaletten biraz büyük bir oda”da, adeta “hapis” hayatı yaşıyor, iyi mi?..

Yerinden kımıldasa, tutuklanacak!..

Assange, “can derdinde!”

Ama Can Dündar, yalanlarını özgürce yaymaya devam ediyor!..

Hem de, “Erdoğan Türkiye’si”nde!..

“Despot, diktatör, tek adam” denilen Erdoğan’ın Türkiye’sinde!..

lBir de, Bradley Manning denilen bir adam vardı... Çeşitli gazetelere; “ABD’nin Irak ve Afganistan’da yol açtığı sivil ölümler”e dair “belgeler” sızdırdı diye “tutuklandı” ve “35 yıl hapsine” karar verildi...

Hapiste gördüğü “işkence”ler de cabası!..

Can Dündar dua etsin ki;

Amerika’da yaşamıyor!..

Amerika’da yaşıyor olsaydı, Bradley Manning’in yaşadıklarını aynen yaşar ve bir zamanlar “Paris zindanları”nda kalan Alaattin Çakıcı gibi; Türkiye’nin cezaevlerini “saray” gibi görürdü!..

CNN NE YAPMIŞTI?

Gelelim Edward Snowden olayına...

Bu olayı, yazarımız Ersoy Dede önceki günkü yazısında anlatmış ve demişti ki;

2013’te bir CIA ve Ulusal Güvenlik Dairesi elemanı olan Edward Snowden, ABD’nin “122 devlet ve hükümet başkanını dinlediğini” iddia ederek birtakım belgeler çıkardı.

Bu belgelerin bir kısmı da The Guardian gazetesinde yayınlandı...

The Guardian’dan önce, bu belgeler “Amerikan CNN Televizyonu”na geldi.. CNN, böyle bir haberi yapmayı reddetti.

Gerekçesini de şöyle açıkladı:

“Ulusal güvenlikle ilgili gizli bilgilerin ifşa edilmesine araç olamayız!”

Guardian ise bu belgelerin çok küçük bir kısmını yayınladı. Guardian Genel Yayın Yönetmeni Alan Rusbridger bu yayının hemen ardından, kendini “hakim önünde” buldu!..

Tıpkı Can Dündar’ın anlattıklarına benzer şeyler anlattı. Ancak hakim dinlemedi..

Guardian kapatılma tehdidiyle karşı karşıya geldi..

Alan, hemen pazarlığa oturdu; “Sizin gazetemi kapatmak istemenizin nedeni eğer benim elimdeki belgeler ise; bu kolay, yok ederiz, olur-biter” dedi.

Sonra dünya televizyonlarına da konu olan o görüntüleri izledik.

The Guardian çalışanları, ellerinde matkap ya da beton taşlama makinesi ile bilgisayarların hard disc’lerini paramparça ettiler.. İngiliz istihbarat elemanları o parçalama işlemi sırasında gazetenin dört bir tarafına dağılıp bu imhaya tanıklık ettiler..

Direnmek Alan için hiç de iyi olmayacaktı. Hem canını kurtardı hem de gazetesini..”

Acaba, Can Dündar ne yapacak?..

“Paralel İhanet Çetesi’ni ele verip Cumhuriyet’i mi kurtaracak yoksa yargılanmayı göze mi alacak?”

ABD-İRAN-KOBANİ!

Çünkü, “ne amaçlıyor” ise, Can Dündar’lara sorulacak hayli soru var:

l“ABD, Kobani’de ne yaptı... Kobani’yi DAEŞ’e karşı savunan PKK’nın yan kolu PYD’ye silah yardımı yapmadı mı?.. Hatta o silahların bir kısmı DAEŞ’in eline geçmedi mi?”

l“Türkiye’yi, Suriye’nin iç işlerine karışmakla suçlayanlar, Kobani’deki çatışmalar esnasında Türkiye’yi niye göreve davet etti?.. Türkiye, bu talepler üzerine Özgür Suriye Ordusu’na ve Peşmerge’lere sınırını açıp, Kobani’ye geçmelerini sağlamadı mı?.. Türkiye olmasaydı; DAEŞ, Kobani’den çıkarılabilir miydi?”

l“Ey be haysiyet ve şeref yoksunları; İran denilen devlet, Suriye’ye silah ve  mühimmat yardımı yapmıyor mu?.. İran’dan yardım alan zalim Esed de; Suriye’deki Kürt’leri, Arap’ları ve Türkmen’leri katletmiyor mu?”

Ne yani;

“Uluslararası Ceza Mahkemesi”nin kanun ve kuralları İran’a veya ABD’ye işlemiyor mu?..

Hele söyleyin;

Libya’daki “kargaşa” esnasında bu ülkenin topraklarını bombalayan Fransa ve İngiltere, hangi kurallara uydu?..

Bütün bunları görmezden gelip; “Hedeflerine Türkiye’yi, Tayyip Erdoğan’ı ve AK Parti Hükümeti’ni oturtanlar”a sormak lâzım;

“Siz kimin ve nerenin çocuğusunuz?..”

“Yerli” olmadığınız, “milli” olmadığınız ve “bu toprakların çocuğu” olmadığınız belli de, “kim peydahladı” sizleri, “nerede” peydahladı?!?..

MUSTAFA BELGESELİ!

Yazının ana konusu Cumhuriyet ve Can Dündar olduğuna göre; onunla ilgili biraz “bilgi” aktaralım...

Can Dündar; “40 yaş erkeği”ni tarif ederken; “Kadın kokusu, taze ete susamış bir sırtlana dönüştürüyor bizi” diye yazan, “uçkur düşkünü” bir adamdır!..

Öyle bir “uçkur düşkünü”dür ki;

Atatürk’le ilgili olarak çektiği “Mustafa” adlı “belgesel”(!)de, Atatürk’ü hem “yalnız ve umutsuz”, hem de “kadınlara zaafı olan biri” olarak göstermiştir!..

Öyledir ya;

“Kişi başkalarını da kendisi gibi bilir”miş!.. “Kadın kokusu alınca, taze ete susamış sırtlana dönüşen” Can Dündar, belli ki Atatürk’ü de öyle görmüş!..

ÇITIRLA ÖPÜŞÜRKEN!

Sadece bu da değil...

17 Eylül 2009’da, internet sitelerine ve ertesi gün de gazetelere yansıyan şöyle bir başlık vardı:

“Can Dündar, çıtırla öpüşürken!”

Olayın ayrıntısı ise şöyleydi:

“Sürekli, 18 yıldır evli olduğu eşi Dilek Dündar’a duyduğu aşktan bahseden romantik yazar Can Dündar; Bebek açıklarında bir teknede, esmer bir güzelle öpüşürken yakalandı... İşte fotoğrafları!..”

Ve ilâve bir not:

Gazetelerde, “Can Boğaz’dan gelir” başlığı ile yayınlanan fotoğraflar, “Altın Objektif Ödülü”ne lâyık görülmüş ve “Yılın fotoğrafı” seçilmişti!..

NASIL PARALEL’İN TETİKÇİSİ OLDU?

Bir ilâve not daha:

Can Dündar’ın, “çok sevdiğini söylediği eşini aldattığı” ortaya çıkınca; internet sitelerinde şu yorumlar yapılmaya başlandı:

Medya mahallesinin “ağlak yüzlü” romantik çocuğu olarak bilinirdi… Medyada herkesin bildiği “sır”, büyük bir “çapkın” olduğuydu.

Ama her ne olduysa “romantik çocuk” bugün hızlı “paralel tetikçi”ye dönüştü! Can Dündar’dan “tetikçi” çıkaran Gülen örgütü bunu nasıl yaptı, hiç sorgulanmadı!

(...)

O gün, o öpüşme fotoğrafıyla Can Dündar’a anlayacağı dilden belli ki mesaj veren de aslında, “paralel çete”ydi.

“Kasetlerin elimizde” deniyordu sanki... “Öpüşme fotoğrafın, daha başlangıç” mesajı veriliyor gibiydi...

BAŞKA KASETİ Mİ VAR?

Sahi, “karısını aldatan” Can Dündar’ın; “öpüşme” fotoğrafı dışında,  “başka bir kaseti” daha var mı?..

Bu kasetle “tehdit” edildiği için mi “Paralel’in kucağı”na oturdu?..

“Evlilik hayatı ve kariyeri tehlikede” olduğu için mi “Paralel Çete’nin güdümü”ne girdi?.. Eline tutuşturulan o fotoğrafları; “İşte gizlenen silahlar” başlığıyla, bunun için mi yayınladı?..

Soruları uzatmak mümkün...

Ama ben şunu düşünüyorum:

“Karısını aldatan herkesi aldatır!”

Malûm, “aldatmak” kelimesinin “argo”daki karşılığı “satmak”tır!..

O halde, şöyle diyebiliriz:

“Karısını satan, herkesi satar!”

Türkiye ne ki;

“Adam karısını satmış, karısını!”

BİRAND’I DA SATMIŞTI!

Haa, unutmadan söyleyeyim;

Can Dündar, 1992 yılında da, “Mehmet Ali Birand’ı da satmıştı” iyi mi?..

Şahidi de, Uğur Mumcu’dur!..

Demek oluyor ki;

Mehmet Ali Birand’ı sattı, onun koltuğuna oturdu!..

Su Samuru’nda karısını sattı, Cumhuriyet’in koltuğuna oturdu!..

“Alıntı”ları yazdım da,

“Çalıntı”larını daha yazmadım!..

Bir gün gelir, “Türkan Şoray Belgeseli”ni kimlerden “çaldığını” ve kimlere “ahlâksız teklif”lerde bulunduğunu da yazarım!..

Elimde malzeme çok!..

**************************************************************************************

Mardin’de, Şakir Nuhoğlu’na niye hiç kimse dokunamıyor?!?

Mardin’deki yerel gazeteler, Şakir Nuhoğlu adlı “bağımsız milletvekili adayı”ndan bahsederken, onun; “Halkın iradesini para ile satın almaya çalışan biri” olduğunu söylüyor ve soruyor: “Oy ticareti cezasız mı kalacak?” 

Tek soru, bu değil elbet... Sormak lâzım; Şakir Nuhoğlu; yerel mahkeme tarafından “18 ay hapis, 2 trilyon lira para cezası”na çarptırıldı mı?.. Bu dosya, niçin “4 yıldır Yargıtay 5. Daire’de” bekletiliyor?..

Bildiğim kadarıyla; “AK Parti’nin oylarını düşürmesi” için, HDP’li gençler ve HDP’li belediye tarafından da desteklenen Şakir Nuhoğlu’nun Mardin’de bir “kireç fabrikası” bulunuyor ve “çevreyi kirlettiği” için yoğun şikâyet var... Yine bildiğim kadarıyla; Çevre İl Müdürlüğü, bu tesisleri “mühürleyip kapatmak” için girişimde bulundu ama İdare Mahkemesi “yürütmeyi durdurma” kararı verdi!..

Şimdi ben soruyorum:

“Tesislerin kapatılmasını engellemek için, Ankara’dan kimler telefon etmiştir?.. Bunların içinde AK Partili eski bakan veya yeniden aday gösterilmeyen milletvekilleri var mıdır?”

Bu bakan ve milletvekilleri; “kendi topuklarına kurşun sıktıklarının” farkında mıdırlar acaba?.. “Şakir Nuhoğlu’na sahip çıkanlar, AK Parti’yi içten vurmakta” ve partilerine “ihanet” etmekte değiller midir?..

“Oylarını para karşılığı satanlara” da bir çift sözüm olacak: Oy, “namus” değil midir?..

İnsan, namusunu “300 lira”ya satar mı?..

Bu şerefsizliğe kim dur diyecek?..

 

Hasan Karakaya

hasan.karakaya45@gmail.com

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.