Başkan Arıcan: Âkif İstiklâl Marşı'yla milletimizin duygularına tercüman oldu

Başkan Arıcan: Âkif İstiklâl Marşı'yla milletimizin duygularına tercüman oldu
Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi tarafından düzenlenen “Satır Satır İstiklâl Marşı Söyleşileri" programına konuşmacı olarak katıldı.

 

KMÜ’nün Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığının “İstiklâl Marşı’nın kabulünün 100. Yılı” ve “2021 yılının “Mehmet Âkif ve İstiklâl Marşı Yılı”  münasebetiyle gerçekleştirdiği söyleşi 29. 06. 2021 tarihinde saat: 14.30'da başladı ve KMÜ_SKS Youtube hesabı üzerinden canlı olarak yayınlandı.

"Satır Satır İstiklâl Marşı Söyleşileri" programında İstiklâl Marşı’nın her bir kıtası yazar, şair ve akademisyenler tarafından açıklanıyor, değerlendiriliyor. Cahit Suci’nin yönettiği programda Prof. Dr. Musa Kâzım Arıcan İstiklâl Marşı'nın ikinci kıtasını açıkladı.

Prof. Dr. Musa Kâzım Arıcan’ın yaptığı konuşmanın tam metni:

İstiklâl Marşı Yılı dolayısıyla 2021 yılında birçok faaliyetler, etkinlikler yapılıyor. Yine Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Mehmet Akif Ersoy ve İstiklâl Marşı Yılı ilan etmesi dolayısıyla, 2021 yılını farklı kültürel faaliyetler şeklinde icra ediyoruz, yoğun programlar var. Ama böyle satır-satır, İstiklâl Marşı’nın her bir kıtasını ele almak gerçekten bence de güzel bir fikir olmuş. Ben bu anlamda özgün bir düşünce, program olması dolayısıyla sizleri kutluyorum.

İstiklâl Marşı’nın 10 kıtası, 21 mısrası, her biri birbirinden kıymetli, değerli. Şöyle de diyebiliriz: Ne bir kelimesi fazla, ne bir kelimesi eksik. Gerçekten edebi açıdan, sanat açısından öyle muhteşem, öyle mükemmel. İstiklâl Marşı; fikri açıdan, tefekkür açısından gerçekten her bir kelimesi ayrı ayrı düşünülmüş bir marş.

Tabii İstiklâl Marşı’yla ilgili genel değerlendirmelerden ziyade, onlar mutlaka kendi bütünlüğü içerisinde dile getirilecek. İlk mısrası, ilk kıta konuşuldu, “Korkma” diye başlayan. Tabii bir devamlılık da var aslında. Yani ilk mısra ile devam eden mısralar ve kıtalar arasında da bir bütünlük var. Tabii her bir kıta belki bir kompozisyon taşıyor, kendi içinde bir anlam bütünlüğü var.

İkinci kıtanın, birinci kıtanın devamı olduğunu görüyoruz:

“Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,

Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.”

Şimdi aslında bu kıtanın özgün birkaç yönü var. Ben bunlara işaret ederek çok da uzatmadan, tabii 40-45 dakikalık bir sürede programımızı tamamlamaya da çalışalım.

Ben şöyle bir yarım saatlik değerlendirmeden sonra sorular, katkılar olursa onları alabilirim.

Şimdi tabii; bu marşın, şiirin diyelim daha doğrusu, bir defa Millî Mücadele devam ederken yazıldığını hatırda tutmamız gerekiyor. Bir defa bunu dikkate aldığımızda, her bir mısranın, kelimenin neye tekabül ettiğini daha iyi anlarız. Millî Mücadele devam ediyor, bir ümitsizlik var, bir umutsuzluk var. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, Hasan Basri Beyin bir değerlendirmesi var; milletin haşa Tanrı’dan, Allah’tan bile neredeyse ümidini kestiği bir nokta. Yani o kadar işte Balkan savaşlarıyla başlayan yenilgiler, acılar, dramlar, artık her evden farklı cephelere o cihan devletinin insanları gitmiş ve İslam’ın bayraktarı olan bu milletin yorgun, bitap düşmüş bir hali var ve gelmiş Anadolu’da artık bir Millî Mücadele veriliyor.

Bu Millî Mücadeleye İslam şairi sıfatıyla davet edilmiş bir Mehmet Akif Ersoy var. Mehmet Akif Ersoy, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın da davetiyle Ankara’ya geldiğinde aynı zamanda Millî Mücadelenin manevi cephesini güçlendirmek adına Anadolu’ya açılıyor. Buraya dahil edilmeden önce de Mehmet Akif Ersoy zaten hem İstanbul’daki kürsülerde, hem Balıkesir’de camilerde, kürsülerde bu Millî Mücadeleyi zaten yapıyordu, bu işin içindeydi. Belki daha öncesinde Mehmet Akif Ersoy aslında Balkan Savaşlarıyla bu mücadeleye bilfiil o manevi cephede ve fiili cephede destek veriyordu.

Mehmet Akif Ersoy sadece bir edip, bir şair değil. Baytarlık okumuş, bu görevi ifa etmiş, Adana’da bulunmuş, ama istifa etmiş, sonra işte Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad dergilerinde yazan, tefekkür dünyasına katkı sunan, edebiyat dünyasına, artık daha çok üniversitede edebiyat dersleri veren bir mütefekkir.

Mehmet Akif Ersoy aslında İstiklâl Marşı’nı milletimize hediye ediyor, kahraman ordumuza hitaben yazıyor, yarışmayı falan biliyoruz, uzun konular onlara girmeyeceğim. Sadece küçük bir hatırlatma; Mehmet Akif Ersoy’un aslında millî mücadeledeki İstiklâl Marşı yazımından önce yine ordumuza ve milletimize yani nasıl bir süreçten geçildiğini, Birinci Cihan Harbi ve özellikle Osmanlı’nın artık işte Balkanlar’da toprak kaybı, Çanakkale ile olan sürecinde yine milletimize ithaf ettiği, ordumuza ithaf ettiği Cenk Şarkısı ve Ordunun Duası diye Safahat’ına almadığı iki şiiri daha var. Dolayısıyla, İstiklâl Marşı’yla beraber üç etmiş oluyor. Dolayısıyla Akif aslında milletimizi, halkımızı bilinçlendirme ve millî mücadele ruhunu harekete geçirme anlamında böyle bir manevi cephede önemli bir rol üstleniyor. Aslında bu kıtanın, “Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!” derken aslında burada bir hilal belki çok ahval bir kavram ve sonundaki “Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.” İstiklâl Marşında malumlarınız olduğu üzere sadece iki mısra tekrar eder iki yerde. Birisi burada “Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl” bir de 41. mısra, yani en son o mısra, satır iki defa tekrar eder. Bu aslında şunu ifade ediyor: Aslında bu mısra, “Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl” bu marşın, bu şiirin ana fikridir, özetidir, özüdür.

Şimdi tabii “Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!” derken Mehmet Akif Ersoy, tabii burada bir sanat da kullanır, ama aynı zamanda daha önce Çanakkale Şehitlerine şiirinde ki yine o zaman yoğun bir dönemdir, zor bir dönemdir, işte:

“Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!”

Aslında Akif’in tefekkür dünyasında o İslam şairi, Kur’an şairi olarak hilal aslında İslam’ı, Lafzatullah’ı ifade ediyor. Yani bir salip var ki tarihin o derinliklerinde İslam’ı hapsetmek isteyen, Anadolu’dan sürmek isteyen, belki de temelli yok etmek isteyen bir Haçlı var ve bunun bayraktarlığını yapan bir millet, Türk milleti, Malazgirt ile bunu taçlandırmıştır. Belki daha öncesinde işte Abbasi Halifesinin Selçuklu Sultanını Bağdat’a davet etmesi, o Fatimi tehdidi karşısında bu davetle bu millet ne yapmıştır? İslam’ın hamiliğini üstlenmiştir. Bir defa bu tarihi derinlikleri de anlatan, bin yıllık tarihi anlatan aslında bir şiirdir İstiklâl Marşı aynı zamanda. Hatta belki ta Orhun Abideleri'ne, Kültigin’e giden bir tarih bilinci de vardır. Şimdi aslında burada “Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!” derken, devamında muhteşem tabii ifadeler, aslında yine İstiklâl Marşında buralardan biz Akif’in hatırlatmalar yaptığını görüyoruz.

“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.” derken aslında o batan güneşlerin tabii güneş batmadan hilal doğmuyor. Hilal, biliyorsunuz aynı zamanda o incecik haliyle bir çehreyi de anlatır, bir yüz şeklini anlatır. Hatta bizim cengaverlerimizin, o Osmanlı’nın yiğit alperenlerinin bıyıkları da aslında bir hilaldir. Aslında hilal birçok simgesel özelliklere sahiptir. O nedir? Yerine göre tebessümü, yerine göre celali anlatan, kızgınlığı anlatan bir özelliğe sahip. Ama burada asıl önemli olan husus şu: Çanakkale Şehitlerine’de olduğu üzere “Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor” yani hilalin doğması için aslında İslam’ın yücelmesi uğruna, Lafzatullah adına, Allah’ın o dini adına nice güneşler batıyor, yani nice şehitler veriliyor. Aslında batan güneşler şehit olan askerlerdir. Bu inanç uğruna, bu değerler uğruna, bu mukaddesat uğruna ölen şehitlerdir. Ama neden bu güneş batıyor, neden bu şehitler veriliyor? Bu hilalin doğması için, güneş batmadan hilal doğmuyor. Dolayısıyla bu şahadetlerle, ki bu şahadetler ki dinin temeli işte, nitekim bir bütünlüğü var, aslında tüm bunlar bu hilal için, hilalin hep gökte var olması için. Nedir? Yani o yüce dininin yaşaması içindir. Burada bu milletin bu bayraktarlığı anlatılıyor.

Dolayısıyla "çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!" derken, aslında bir tarihi bilinci, bir tarihi şuuru anlatıyor Mehmet Akif Ersoy.

Tabi burada hilal aynı zamanda biliyorsunuz harfleriyle Allah lafzını yazdığınız bir kelimedir ve bayrağımızdaki, işte benim arkamda da o şanlı bayrağımızdaki hilal Lafzatullah’tır, Allah’tır, yıldız da Hazreti Peygamber'dir, aslında böyle de bir simgesel yönü vardır. İşte rengi şehitlerimizin kanıdır.

Dolayısıyla o korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak diyerek, aslında Akif millet adına bir hitapta bulunur, milleti konuşturur. Aslında bu bayrağa hitap ederken, birçok düşünceyi konuşturur. İşte o nazlı Türk bayrağı nedir? Aslında bizim millî mefkuremizi temsil eder, yani bir sembolik anlam olarak bizim tüm değerlerimizi, mili mefkuremizi, bu tarih şuurumuzu anlatır aslında. Hiçbir söz olmasa bile, bayrak üzerindeki sembollerle tüm bu anlamları ne yapar, ifade eder.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal,

Kahraman ırkıma bir gül, ne şiddet, bu celal,

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal,

Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklâl.

Tabii burada Akif devam eden bu millî mücadeledeki, işte Kastamonu’ya gitmiştir, Çankırı’da, Afyon’da, Konya’da, Burdur’da halkın yeis içerisinde, ümitsizlik içerisinde olduğunu görmüştür. Tabii burada bir anlamda Akif dua niyetine bir naz makamında Yüce Mevla’ya da aslında bir yakarışta bulunur. Aslında o hilalle, o bayrakla, yani İslam son yurdudur burası, yani bu milleti yalnız bırakma, bu milleti sahipsiz bırakma ya Rab, aslında bir dua vardır burada, tabii bayrak özelinde Yüce Mevla’ya da bir yakarış vardır.

Tabii burada millete de, halka da, yani nasıl bir vazifeyi, nasıl bir ödevi yüklendiğini de anlatır. İşte bu hilale, "çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!" yani ne olur bu millete kızma, bu millet çok acı çekti, evet, zor bir dönemden geçiliyor, sıkıntıdan geçiliyor, ama artık gül, yani bu talihi döndürelim artık, yani hatalar yapıldı, belki çok büyük yanlışlar yapıldı geçmişte. Bu anlamda Akif aslında birçok sosyolojik ve tarihi durumu da anlatır. Burada İstanbul’daki İngilizlerin gelip işgali dolayısıyla Rumların ve Ermenilerin işte farklı bayrakları asmaları söz konusu, yani yürek burkan durumlar var. Anadolu’da birçok yer işgal edilmiştir, buralarda yine Türk bayrağı yer yer indirilmiştir.

Hatta şöyle bir hadise anlatılır: Maraş’ta Fransız bayrağının asılmasıyla ilgili bir durum vardır. Tabii dediğimiz gibi burada Akif bu Türk bayrağını herhangi bir sembol gibi görmez, bu bir anlamda salibin hilale üstünlüğü gibi, çünkü o tarihteki bu mücadele, bu bayraktarlığı bu millet, bu bayrak vermiştir. Hatta eski Türklerde bayrak aslında çok önemlidir, ata ruhunu taşır. Yine İslam’da sancak önemlidir, sancak düştüğünde aslında mağlubiyet vardır, yani bayrağın inmemesi lazım, çok büyük anlamlar taşıyor.

İşte bir hadise var, çok kritik bir hadise, Fransızlar Maraş’ı işgal eder, Fransız askerleri şehrin zenginlerinden Hırlakyan Agop’un evine bir balo için davet edilir, bir balo düzenlenir ve Maraş’a vali olarak atanan kişi de Andre isimli bir Fransızdır. Ve o akşam yemeğinde Andre sözde vali Hırlakyan o ev  sahibi zengin Fransızın torunu Helena’yı dansa davet eder. Bu Ermeni kız şehirde Türk bayrağı dalgalandığı sürece dans etmeyeceğini söyler. Bunun üzerine ertesi gün o vali Fransız askerlerine emir verir, 30 Kasım 1919’da tüm resmi dairelere Türk bayrağının indirilip Fransız bayrağının asılması talimatını verir. Tabi Helena bu daveti kabul eder. Ama millî mücadelenin de kıvılcımı başlar, artık halk galeyana gelir ve işte Millî Mücadelemizin belki de en tarihi vakalarının yaşadığı, ki Sütçü İmam olarak bildiğimiz kahraman, Cuma Namazı geldiğinde o da der ki, bu kalede Fransız bayrağı dalgalandığı sürece Cuma Namazı kılınmaz der. Yani aslında bizim millî mücadelemizin inanç değerlerimizle ne kadar iç içe olduğunu, aslıda bayrağın özgürlüğümüz olduğunu, İstiklâlimiz olduğunu vurguluyor.

Dolayısıyla işte burada, çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal mısrasıyla, hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklâl, yani Allah’a tapan, adaletten, hakkaniyetten ayrılmayan bu milletin özgürlüğü hilalle, bayrakla ilişkilidir aslında. Yani aslında ilk mısrasıyla bu kıtanın kendi içindeki o 4’üncü mısrası bir bütünlük taşır, yani kendi içinde bir kompozisyonu vardır. Dolayısıyla bayrak ya da göklerde dalgalanan o hilalle bezenmiş bayrağımız bizim özgürlüğümüzü anlatır, hürriyetimizi anlatır. Ve o olmaksızın biz ibadet de yapmayız, çünkü hele hele cuma namazı gibi namaz hürriyete bağlıdır.

Burada hemen altını çizelim, Mehmet Akif Ersoy Millî Mücadele'ye İslam şairi olarak dahil edilmiştir ve İstiklâl Marşı’nda, Millî Mücadele çünkü devam ediyor, bir motivasyon, bir heyecan verecek, halkımıza bu morali verecek, ama bununla beraber nasıl bir ruhu taşıdığımızı da anlatmalıyız.

Önemli olan burada şudur: Bizim o İslam’la yoğrulmuş olan bir ruhumuz var, bir belleğimiz var, bir şuurumuz var, tefekkürümüz var. Nedir?  Hatırlanacağı üzere, bizim inancımızda İslam’la mükellef olmak için, yükümlü olmak için iki şart var en önemli. Birisi; akıl baliğ olmak, akıllı olmak, mecnunsanız, deliyseniz yükümlü değilsiniz. Aklımız ve kalbimiz uyumlu olacak. İkincisi, hür olacağız, hür olmayan, esaret altında olanlar mükellef değildir. Dolayısıyla, “hakkıdır Hakk’a tapan, milletimin İstiklâl”de bu sadece gelişigüzel bir İstiklâl değil. Amerika’nın özgürlük şeyi gibi değildir bu milletin İstiklâli. Bu özgürlük aynı zamanda bizim inancımızın da temelidir. Biz eğer aklı başında değilsek, akıl ve kalp birlikteliğine sahip değilsek ve hür ve özgür değilsek aslında bizler yaşayan ölüleriz, yaşamamızın hiçbir anlamı yoktur. O nedenle bu millet hiçbir zaman esareti kabul etmemiştir. Dolayısıyla, burada millî mücadelemizdeki işte bu nazlı hilalin, bayrağın neyi ifade ettiğini anlatıyor. Tabii edebi açıdan çok şey söylenebilir, biliyorsunuz nazlı hilal nazlı sevgiliye benzetilir. Divan edebiyatımızda sevgilinin kaşları hilale benzetilir, çok önemlidir hilal çok güzel bir yere sahiptir. Tabii Türk bayrağı milletin sevgilisidir aynı zamanda böyle de bir ilişki kurulur. Ve Mehmet Akif Ersoy nasıl ki hiçbir sevgili kendisi üzerine bir sevgiyi kabul etmezse bu Türk milletinin sevgilisi olan bu bayrak da bu topraklarda hiçbir bayrağı kabul etmez, hiçbir milletin bayrağının dalgalanmasına müsaade etmez. Dolayısıyla, bu işte işgal devletlerinin, itilaf devletlerinin, İstanbul’daki, İzmir’deki, Maraş’taki tüm bu bayraklarını defetmek uğruna bu bayrağın önemini vurgular. Yani halkımıza o manevi cephede Mehmet Akif Ersoy bu millî mücadelenin neden yapıldığını bir anlamda hatırlatmış olur, yani bir tarih şuuru dile getirmiş olur.

Tabii Akif, tarihin derinliklerinden de bir hatırlatma yapar. İşte o Kültigin’in Orhun Abideleri'nde dile getirdiği bir husus var, diyor ki: Gök çökmediği, yer delinmediği sürece bu millet var olacaktır ve yaşayacaktır. Dolayısıyla Mehmet Akif Ersoy bu milletin tarihte neden var olduğunu da aslında hatırlatmış oluyor. Ve yine tabii devamında "kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celal" derken tabii Akif ırk kelimesini kullandı diye ırkçılık yapan birisi değil. Akif’in biz çok aydın olduğunu, münevver olduğunu, mütefekkir olduğunu biliyoruz. Aslında kendisi şunu söylüyor, bu milleti bu ayrılıkçılığın, ırkçılığın ayırdığını da söylüyor. Hatta işte Arnavutluk’ta başlayan şeyi de telin ediyor, kızıyor.  Başka bir şey diyemem, işte "perişan yurdum" diye devam eden o mısraları çok anlamlıdır. Tabii burada Akif aslında kahraman ırk dediği Türk milleti aslında kültürel, sosyolojik, tarihi ve dini birlikteliğe sahip Anadolu topraklarındaki tüm milletleri ifade eder. Dolayısıyla, bir anlamda haçlıya karşı hilalin altında toplanan, o Türk bayrağı altında toplanan tüm milletleri aslında kahraman ırk olarak tabii ki ırktan bir anda topyekûn millet aslında şuurunu yani emperyalistlere karşı, işgalcilere karşı koyan kahramanca karşı koyan bir duruşu ifade eder. Aslında asıl ırkçılığı Avrupa’nın yaptığını, Batı’nın yaptığını, işte bir sonraki kıtada medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar diyecek zaten. İşte burada Mehmet Akif Ersoy bu sınırlarımız içerisindeki tüm milletleri bir şuur etrafında toplama adına kökeni, ırkı ne olursa olsun bu vatanda yaşayan herkesin aslında Türk milleti şemsiyesi altında değerlendirdiğini vurguluyor, asıl vurgusu bence bu. Ve diyor ki, yine hilale hitap ediyor ki bu işte cehresini çatan, üzgün olan, ta Balkan Harbiyle işte başlayan bu talihsizlikler dolayısıyla işte bu ne diyelim? Meyus durum içerisindeki hilale artık gülümsemesi gerektiğini, artık bu kızgınlığı o celal dediği çünkü aynı zamanda yine dediğim gibi Akif Yüce Mevla’ya da burada bir yakarışı ortaya koyar, çünkü Celal ve Cemal sıfatına sahip Lafzatullahı olan bir Yüce yaratıcımız vardır, ona işte bu yakarışı da yapar. Tabii yine bunun devamında Cemal ve Celal sahibi Yüce Mevla’nın işte bu nazlı Türk bayrağı metaforunda celallenilmemesi, yüzünün ekşitilmemesi yani artık bir anlamda bu milletle yeniden belki ne yapılması? Bir fırsat verilmesi, çünkü bu millet yenik düşerse İslam aslında İslam’ın son yurdu düşmüş olacak. Tabii Kurani bir şuur var dedik, İslami şuur var dedik Akif de. Kur’an’da şöyle de ifadeler geçer: Müminler için onlar Rablerinden razıdır, Rableri onlardan razıdır. Dolayısıyla, bir anlamda tekrar bu millete razı olunması anlamında bir niyaz vardır, bir dua vardır. Yani İstiklâl Marşı karşısında birçok hitap biçimi de var. Tabii yine devamında "sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal" derken de bu milletin işte bu dil uğruna, İslam’ın o bayraktarlığını yaptığı günden itibaren, belki de Kültigin’den o Orhun Abideleri'nde hep Yüce Yaratıcı aşkına, değerler uğruna mücadele veren, hak uğruna, hakikat uğruna mücadele veren bu milletin aslında o tarihteki döktüğü o kanların, verdiği şehitlerin bir anlamda razı olmayacağını bundan bir hatırlatma yapıyor. Yani aslında diyor ki, bu millet tarihte hep bu şehadeti verdi. Burada iki şey var aslında bir millet olarak devlet olarak temsil edilen bir durumu anlatıyor, yani bizim böyle bir temsilimiz var. Biz aslında evet bağımsızlık, hürriyet adına kan döküyoruz, ama aynı zamanda yüce değerlerimiz, aşkın değerlerimiz yani işte İstiklâl Marşının bütününe baktığımızda hilal, ezan, şehadet, vatan toprakları. İşte bir yerde Mehmet Akif Ersoy yani bir anlamda diyor ki: Biz bu şehitliği şehadeti yine işte Çanakkale şehitlerinde olduğu üzere bir hilal uğruna Ya Rab ne güneşler batıyor, yani aslında hep mücadele hilal uğrana, yani bu din ve mukaddesat uğruna yapıldığını hatırlatmış oluyor.

Tabii son mısra "hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklâl" diyebiliriz ki bu İstiklâl Marşı'nın özetidir, ana fikridir. İki defa tekrar ediyor 41. mısrada yine aynı şekilde terennüm ediliyor. Ve Mehmet Akif Ersoy aslında bu milletin ne için, neden nasıl bir mücadele için var olduğunu, temsil ettiği değerlerin, anlamların, yüklendiği misyonun ne olduğunu işte bu mısrasıyla muazzam ve mükemmel bir şekilde dile getiriyor. Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklâl. Hak tabii Yüce Mevla’nın da aslında aynı zamanda bir sıfatıdır. Ya Hak deriz Lafzatullahtır, aynı zamanda en yüce değerdir, adalettir. Biz tüm ahlaki erdemleri, yani ahlaki erdemler olarak işte adalet, cesaret, cömertlik, bilgelik gibi tüm erdemleri adalet erdemi içerisinde toplayabiliriz. Yani adalet erdemi tüm erdemleri ihtiva eden yine Kur’an’ı Kerim’de işte bizim Cumalarda Esteüzübillah “…” diye adalet olarak ifade edilen şey işte Hak kavramıyla ifade edilir. Dolayısıyla, Hak kavramı çok temel bir kavramdır. O yüzden bu millet aslında ancak ancak Hakk’a tapar, Yüce Allah’a tapar, Yüce Yaratıcı'ya tapar. Kula kulluk yapmaz, hiç kimseye boyun eğmez, hiçbir millete boyun eğmez ve aynı zamanda bunu da İstiklâli uğruna yapar. İşte daha sonraki kıtalarda "Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!" diye devam eden bu milletin ezeli ve ebedi özelliğinin hürriyet, İstiklâl olduğunu anlatıyor. Ama bunu da bu milletin varlık varoluşsal bir yani felsefi anlamda aslında ontolojik bir anlamı var, epistemolojik bir anlamı var ve aksiyolojik, ahlaki bir boyut var üç boyutu ifade ediyor aslında. Ve ben diyorum ki, "Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklâl." Akif’in tüm tefekkürünün bir mütefekkir olarak, bir filozof olarak, bir ahlak abidesi olarak, bir bilge olarak aslında o bizim ontolojik varlığımızın tarihteki, varoluşsal boyutumuzu, bizim anlam boyutumuzu, neden var olduğumuzu, yani o bizim bilgi düzeyinde, epistemolojik olarak yani niçin varız, neden yaşıyoruz? Yani biz herhangi bir şey için, zenginlik için, güzellik için falan değil. Nitekim Hazreti Peygambere de ilk İslam davasını anlatmaya başladı, ilk vahiy geldiğinde Mekke’nin ileri gelenleri dediler ki, "Eğer derdin zenginlikse sana mal mülk verelim. Eğer derdin güzel kadınlarsa sana en güzel kızları verelim. Eğer derdin makam mevkiiyse seni Mekke’nin lideri yapalım." Dedi ki, "Bir elime Ay’ı, diğer elime Güneş’i verseniz ben asla bu davadan vazgeçmem bu hak davadır, ilahyı Kerimetullahtır."

İşte Çanakkale Şehitlerine'de ifade edildiği üzere ne demişti yine Akif? O bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor derken ve devamında da şunu demişti: Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi, tevhit mücadelesidir aslında, işte ilahi Kerimetullahtır aslında. Dolayısıyla, epistemolojik açıdan da anlamı bu ve ahlaki açıdan da biz asla esareti kabul etmeyiz. İşte mandadır, efendim şöyledir, falandır asla ve kata. Ölümü tercih eder bu millet, ama asla esir olmaz. Dolayısıyla, Akif bir anlamda kendi varlığında bu milleti konuşturur ve bu millet adına bu şiiri, bu mısraları dile getirir ve bu milletin varlık nedenini, ontolojisini, ontolojik boyutunu, varoluşsal boyutunu, epistemolojik boyutunu, neden niçin yaşadığını, hangi değerler uğruna ve hangi ahlaki umdeler, ilkeler... Akif kendisi de bir ahlak abidesiydi ve bu milletin aslında ahlaki bir millet olduğunu, bir ahlak milleti olduğunu, bu ahlakın da adalet erdemi özelinde tüm erdemleri taşıyan cesaret, kahramanlık, cömertlik, bilgelik gibi, hikmet gibi tümünü ifade eder aslında. Hakkıdır bu milletin işte hakkı, Hakk’a tapan milletimiz diye. Diyor ki, ya Rabbi bu millet öyle ucuz şeyler için mücadele etmiyor. Bu milletin hakkı şu: Bu millet sana tapıyor, adalet erdemine, ahlak uğruna, aslında bu milletin derdi tüm dünyada, tüm cihanda bugün bile Türkiye Cumhuriyeti sadece bölgesinde değil, tüm dünyada huzurun ve barışın var olmasını, mazlumların korunması, adaletin tesis edilmesi, merhamet ve adalet için yine bugün bu millet, bu devlet bu mücadeleyi böyle veriyor. Dolayısıyla, işte bu mısranın da İstiklâl Marşı'nın ana fikri, özeti olduğunu da söyleyebiliriz diyebilirim. Ben de süreyi çok da aşmamak adına burada bitireyim. Sorular, katkılar olursa da birkaç dakikayla bunu da gerçekleştireceğiz.

Cahit Suci- Hocam, çok teşekkür ediyoruz. Tabi gerçekten bu işi şu an bir kez daha gördük ki iyi ki yapmışız. Çünkü İstiklâl Marşımızı kelime kelime, satır satır hakikaten geçen hafta Mehmet Doğan Hocam, bugün sizler izahlarından, açıklamalarınızdan buna bu milletin gençlerinin, çocuklarının, yetiştirilmelerinin ihtiyacı olduğunu bir kez daha ifade etmiş oldunuz.

Hocam şimdi İstiklâl Marşı’na ben baktığım zaman bütünsel olarak aslında bir bayrak orada görebiliyorum. Mesela işte hilal, yıldız, işte oradaki kırmızı renk, şimdi hilal az önce sizler de ifade ettiniz bu milletin değerleri, inancı, işte yıldız bağımsız, hürriyet, oradaki kan, şehitlerimizin kanı, bedel, fedakârlık hakikaten bu çok önemli bir şey. Hocam burada yani bir bayrak benzetmesi ben hocam yapıyorum, bu da doğru bir benzetme midir? İkincisi de hocam, yeis kelimesi tevhit açısından sıkıntılı bir kelime. Dolayısıyla, İstiklâl Marşı az önce sizler de ifade ettiniz, hakikaten savaşlar var, gençlerimiz ölmüş, ekonomik sıkıntılar var, sosyal problemler yaşanıyor. Dolayısıyla, böyle bir yeis hali Mehmet Akif Ersoy sanki içinde böyle bir şey kaynıyor. Hani bu yeise düşmemesi noktasında da bir feryadı dile getiriyor diyebilir miyiz Hocam?

Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan- Kesinlikle şimdi aslında ifade ettiğiniz üzere bir, kahramanlığı ifade ediyor. İki, bu milletin ne kadar önemli bir görevi ve misyonu olduğunu anlatıyor. Üçüncüsü, bu milletin o gençliğini anlatıyor aslında. Yani yaşı 70 ve 80 de olsa, 90 da olsa aslında ruhuyla, değerleriyle, inançları olan genç olan bir millet yani gençlik var. Şehitliği, şehadetin ne kadar kutsal olduğunu anlatıyor. Ve en önemlisi de işte vatanla beraber bayrak, o hilalle, bayrakla anlatılan bir husus. Tabii bütünü içerisinde de dediğiniz ikinci husus, yine beşinci hitabı olması gerekiyor. "Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın" diye devam ediyor ve diyor ki, "Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın." Nitekim Mehmet Akif Ersoy vefatından önce kendisiyle yapılan bir röportajda muhabir demişti ki, İstiklâl Marşı'nı nasıl yazdınız demişti? Mehmet Akif Ersoy şöyle yatağından, o hasta yatağından, doğrularak demiştir ki, doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın. Bu ümitle, bu inançla yazdım demişti. Ve orada şunu söylemişti: Tabii İstiklâl Marşı’yla ilgili yazım çalışmaları farklı bir şey yapılabilir mi? Demişti ki, İstiklâl Marşı tekrar yazılabilir mi? Yine Akif buna sesini de böyle gür bir şekilde şunu demişti: "Bir daha bu İstiklâl Marşını kimse yazamaz, ben dahi yazamam." demişti. "Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın." demişti. Şunu anlıyoruz: Aslında Mehmet Akif Ersoy bu mısraları yazarken sadece kendinden yazmadı. Aslında bir manevi bir desteğin olduğunu anlıyoruz. Ben dahi bunu tekrar yazamam derken o günkü haletiruhiyeyi çünkü millî mücadele devam ederken yazılıyor ve gerçekten o ümitsizlik, yeis ki Kur’an’i bir aslında boyutu var. Ne var? Akif aslında doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın derken aslında Allah-ü Teâla’nın hiçbir zaman nusretinin, yardımının bu millette geri kalmayacağını düşünüyor. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Ümitsizlik bizim inancımızda neredeyse küfre yakın bir durumdur, küfrü muciptir, yani küfre düşürür. Asla ve kata bir ümitsizlik hali, bezginlik hali olmaz. İşte neredeyse Allah’tan bile ümidin kesildiği diye tasavvur edilen o kadar kesif bir hal var. Yani belki akla, hayale gelmeyecek, şu an o ruh halini anlatmak mümkün değil.

Hatta bu mısralar yazılırken Yunanlar İngilizlerin kışkırtmasıyla, desteğiyle ta Ankara yakınlarına kadar geliyorlar, Polatlı’dan top sesleri geliyor. Ama İstiklâl bir anlamda hürriyet elde edilecektir, zafer elde edilecek ve zafer yakındır, buna inanıyor Akif.

Ve gerçekten o doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk’ını zaten burada da açık ve net şekilde söylüyor, vefatından önce de kendisiyle yapılan röportajda bunun da altını çiziyor, ben diyor bu ümitle ve bu imanla yazdım diyor, bu inançla yazdım diyor.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum: İstiklâl Marşı’nın her bir kelimesini tek tek anlamamız gerekiyor, gençlerimizle beraber bunu yorumlamamız gerekiyor, gençlerimizin belki konuşması, bunlar üzerine kafa yorması çok çok önemli. Tabii bizim varlık, bir anlamda var olma ve yok olma mücadelemizin de aslında metni, tabii millî mutabakat metnimiz bu. Ve yazılışının 100. yılında bizim gazi meclisimizin, Sayın Meclis Başkanımızın öncülüğünde sağ olsun Türkiye Yazarlar Birliği'nin girişimleri dolayısıyla karşılık bulduğu, Profesör Doktor Mustafa Şentop Bey Sayın Cumhurbaşkanımızla da görüşerek meclisimizin o ilk İstiklâl Marşı olarak kabul edilip o coşkuyla okunduğu İstiklâl Marşı’nın 100. yılında yine tüm vekillerimizin ortak mutabakatıyla 100. yıl ilan etmeleri çok anlamlı diye düşünüyorum ve bundan sonrasını bence bir 100 yıla yakışır şekilde tevarüs ettirmemiz gerekiyor.

Aslında millî mücadele devam ediyor. Bu millet bu duruşunu sürdürdüğü müddetçe, Hakk’a taptığı sürece, haktan yana, mazlumdan yana olduğu sürece, adaletten yana olduğu sürece bu millet hep bu tehditlerle karşı karşıya kalacak, bu millet hep mazlumların yanında, zalimlerin karşısında olduğu sürece bu mücadeleyi verecektir, o yüzden bizim bir anlamda burası da manevi bir dayanağımızdır. Mehmet Akif Ersoy nasıl Millî Mücadelenin o manevi cephesinde bu mücadeleyi verdi ve bu marşı, bu şiiri yazdıysa, biz de bundan sonra manevi cephemizi hep güçlü tutmak için İstiklâl Marşı’nı okuyoruz tabii ki çok güzel bir şekilde, daha iyi anlama yönünde farklı çabaları, yeni bu gelişen dijital mecranın, elektrik, elektronik ortamlardaki yeni fırsatların, aygıtların, işte filmler, kısa filmler, çizgi filmler, görseller, tüm bu boyutlarıyla, belki sahne olarak bunların tiyatrolar şeklinde oynanması, gençlerimizin bunu dillendirmesi, belki bunun farklı bestelerinin yapılması yönünde daha yoğun bir şekilde ele almamız gerektiğini düşünüyorum.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.