Başbakan'ı istemeyen kimler?
Bugün Gazetesi Yazarı Vedat Bilgin İstanbul Taksim Gezi Parkı olaylarının perde arkasını köşesine taşıdı
İŞTE O YAZI
Başbakan'ı istemeyen kimler?
Demokrasi kültürünün yerleşmediği bir ülkede, seçim kaybetmeyi içine sindirmek kolay bir şey değildir. Daha da kötüsü, "asla bir daha kazanamayacağız" psikolojisinin yaygınlaşmasıdır.
İktidarlar, demokratik süreçlerle belirlendikçe, siyasetten ümidini kesenlerin başka yerlere ümit bağlaması beklenebilir bir davranış biçimidir.
Eğer Türkiye, devlet içerisinde yapılaşmış "tarihsel iktidar bloku"nun yani bürokrasinin ve müttefiklerinin iktidar araçlarını etkisiz hale getirmemiş olsaydı, militarizmi geriletmeseydi, 2010 referandumunu yaşamamış olsaydı, Ergenekon yapısı darbe almamış olsaydı, Taksim'deki eylemlerden vazife çıkaranların, iktidar arayışına giren ve girecek olanların etkinliği bu düzeyde kalmazdı.
Yani sokağın görüntüsünü bir meşruiyet kaynağı zannedip, siyasete müdahale etmek için çoktan harekete geçilirdi.
Bütün bu yaşanan değişimlere rağmen, sokaklardaki eylemlerden ümitlenerek demokratik mekanizmanın işleyişinin yarattığı sonuçlardan rahatsızlık duyanlar, harekete geçmek için yerlerinde duramıyorlar ama doğrusu ne yapacaklarını ne yapmaları gerektiğini bilmedikleri için bir nevi şaşkınlık içindedirler.
Erdoğan'ın günahı
Açık söylemek gerekirse, bütün bu kadronun ortadaki toplumsal durumu, sokaktaki eylemleri anlayabilecek hali de tahammülü de yoktur. Onlar bu durumdan netice almak istedikleri için, hedeflerini açıkça tespit etmişlerdir.
Hedef Başbakan Erdoğan'dır. İlginç bir şekilde, bu çevreler düne kadar belli etmeseler de, hatta bir miktar sempati duyduklarını gösteren bir tavır sergileseler de AK Parti iktidarından rahatsızken, şimdi neredeyse Erdoğan'sız bir AK Parti iktidarının hayalini kurmaktadırlar.
Peki kimdir bunlar?
Bir, Erdoğan'dan rahatsız olanların başında, ön sırada Batı başkentlerinin liderleri gelmektedir. Batı ve Türkiye arasındaki ilişkiler, iki yüzyıldır Türkiye'nin aleyhinde seyretmiştir. Bunun birçok sebebi vardır. Bunlar arasında 19. yüzyılda imparatorluğu çöküşe götüren nedenler, 20. yüzyılda Cumhuriyet döneminde de geri kalmış bir ülkenin şartları, öncelikle belirtilmesi gerekenlerdir.
Rahmetli Özal'dan bu tarafa, Türkiye'nin ekonomik ve politik yapısında yaşanan değişimler ve son yıllarda Türkiye'nin hızlı bir şekilde konumunun yükselmesi, Batı ve Türkiye arasındaki ilişkilerin pozisyonlarını değiştirmiştir.
Özellikle bunun Başbakan'ın üslup ve diliyle uluslararası ilişkilere yansıması, Batılı çevrelerde ciddi bir sorun olmuştur. Türk hükümetlerinin, yıllarca az gelişmiş bir ülke sıfatıyla Batı ittifakının içinde, Batı stratejisinin bir parçasını yürüten rolün ürettiği konumdan farklı bir durum ortaya çıkmıştır.
Türkiye'nin konumu değişince
Başbakan'ın ABD Başkanı'yla görüşmesinden Avrupa Birliği liderleriyle yapılan toplantılardaki ilişkilerine kadar tavrını hatırlayalım. Bunlara isterseniz, İsrail Başbakanı'yla yaşadığı diyaloğu hiç katmayalım.
Kısaca, Türkiye'nin ve Türkiye Başbakanı'nın bu yeni durumuna, Batılı çevrelerin memnuniyetle bakacağını söylemek, doğrusu meseleyi hiç anlamamak demektir. Bu sebepledir ki, her gün bir Batı başkentinden Türkiye'deki toplumsal gösterilere karşı politik açıklamalar gelmekte, üstelik bunların içerdiği diplomatik nezaketsizliğe de açıkça yer verilmektedir.
İki, Türkiye büyük sermayesinin, Başbakan'dan rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Uzun bir ekonomik istikrar dönemine, ekonomideki büyümenin sürdürülmesine, dünya kriz ortamındayken kârlarının artmasına rağmen büyük sermaye çevrelerinin bu davranışını anlamak için, Türk kapitalizminin özelliklerini hatırlamak gerekir.
Türk kapitalizminin bugün büyüklerini oluşturan aileler, Türkiye'nin resmi ideolojisiyle büyümüş, o tarihsel iktidar blokunun iktisat politikalarıyla kapitalistleşmişlerdir. Devlet merkezli bir toplumun kapitalistlerinin, demokratikleşme süreciyle, çevrenin iktidara taşıdığı başbakanı benimsemeleri zordur.
Daha önce de demokrasi yoluyla iktidara gelen eski başbakanlar vardır. Onları, kültürel-ideolojik olarak kendilerine yakın bulmasalar da, nispeten benimseyen Türkiye büyük sermayesinin, muhafazakar-yerli halk geleneğinin davranış kodlarına sahip olmasından dolayı, Başbakan'ı benimsemeleri zordur.
Erdoğan'a karşı gösterilen tepkinin altındaki bir diğer neden de kendileriyle kurulan diyaloglarda Başbakan'ın alttan almayan tavrının önemli bir rolü vardır. Türkiye büyük sermayesinin üstenci tutumu karşısında, Erdoğan'ın başbakan olarak sergilediği tavır, onlarda ciddi bir psikolojik sorun yaratmaktadır.
Yeni rakipler, yeni sınıflar
Türk büyük sermayesinin Erdoğan karşıtı tutumunun nedeni, sadece psikolojik ve ideolojik değildir. Esas rahatsızlık duydukları diğer köklü bir neden ise, bir anlamda sınıfsaldır. Erdoğan, Özal döneminde başlatılmış olan, Anadolu'nun küçük sanayici ve girişimcilere açılma çabalarını, tam anlamıyla ekonomi politikalarının esası yapmıştır.
Türkiye büyük kapitalizmi hem sektör içi yani onlarla aynı pazarları paylaşmaya kalkan hem de sektör dışı yani onların ithalatçı oldukları ürünlerde yeni girişimlerin yapılması ve yeni üretim alanlarının ortaya çıkması sonucu rekabetçi bir piyasayla karşı karşıya kalmıştır.
Bugün, ağırlıklı olarak İstanbul'da yerleşik olan büyük sermayenin, bırakınız Anadolu'yu, İstanbul'daki küçük ve orta rakipleri dahi, onlar için ciddi sorun olmuşlardır.
Türk sanayileşmesinde, son yıllarda ortaya çıkan, ağırlığını küçük-orta ölçekli endüstrilerin oluşturduğu bu yeni yapı, Erdoğan'a karşı, "kendi sermayesini yaratıyor" şeklinde eleştiriye bile dönüştürülmüştür. Kısaca, Erdoğan karşıtlığının, bu çevrelerde anlaşılabilir sebepleri olduğu görülmektedir.
Üç, Erdoğan'ı istemeyenler arasında yıllardır bir istemezük kampanyası sürdüren, büyük sermayeyle bağlantılı büyük bir medya grubunun varlığı zaten bilinen bir konudur.
Bu medya içerisinde yer alan yazar-çizer, gazeteci ve onlarla ilişkili aydın-sanatçı çevrelerin, ağırlıklı olarak yerli-muhafazakar, hatta milliyetçi diyebileceğimiz bütün toplumsal-kültürel eğilimlere karşı bir tavır içinde oldukları, saklı bir şey değildir.
Dil ve üslup
Onlar esas itibariyle, Batıcı yani bu ülkenin ağırlıklı olarak halkının hiçbir "değerine" kıymet vermeyen bir hayat tarzına sahiptirler ve Türkiye'nin resmi ideolojisi yoluyla, politik toplum vasıtasıyla, kamusal alanda baskı araçları sayesinde, sahip oldukları hayat tarzının bütün topluma dayatılmasından, demokrasi nedeniyle vazgeçilmiş olmasından rahatsızlık duymaktadırlar.
Bu vazgeçişi, kendi hayat tarzlarına müdahale olarak algılamaları ise ciddi bir problemdir. Çünkü onlar, sadece kendi hayat tarzlarını meşru kabul etmektedirler.
Üç defa üst üste seçimle iktidar olan Başbakan'a karşı, bu medya çevrelerinde ve kültür burjuvazisinde duyulan rahatsızlık, onun üslubunda ve dilinde algılandığı için, tepki koymalarını, öfke duymalarını anlamak gerekir. Burada muhalefetten ve Erdoğan'ın rakibi olan siyasetçilerden ayrıca bahsetmeyeceğim.
Sonuç:
1- Bu durum ne güç merkezlerinin ellerindeki imkanı, sokağa yansıyan manzarayla bütünleştirerek, iktidar değiştirme isteklerini ne Erdoğan'sız iktidar taleplerini meşrulaştırır ne de onların tepkisinin sokaktaki toplumsal tepkiyle bütünleştirme girişimlerini haklılaştırır.
2- Bütün bunlar, sokaktaki tepkinin içinde, "kimlerin desteği", "kimlerin planı ve oyunu" olursa olsun, "kimler katılırsa katılsın", "kimler pusuda bekliyorsa beklesin" olayın toplumsal niteliğini değiştirmez. Toplumsal bir sorunun kavranması ne "güvenlik anlayışıyla" ne de "komplo mantığıyla" mümkündür. Onun ayrıca kendi araçlarıyla analiz edilmesi gerekir.
3- Her ne olursa olsun, demokrasinin esası seçimle gelenin seçimle değişmesidir. Bu kural işlemeden demokrasinin diğer kurallarının işlemesi mümkün değildir. Onun için, demokrasinin "S"si olmadan yani seçimsiz demokrasiden bahsedilemez. Bunun için seçim sonuçlarına saygı, demokrasinin diğer ilkelerini savunmak için ön şarttır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.