Amerika’nın PYD’ye desteği nereye kadar?
İSTANBUL - Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın
Türkiye’nin Afrin operasyonu için hazırlıklara başlaması Suriye sahnesinde tekrar hareketlenmeye neden oldu. Halihazırda Suriye iç savaşı bir anlamda alan hakimiyeti mücadelesine dönüştü. Her taraf kendi tuttuğu alanı tahkim etmeye çalışırken, Türkiye bir alanda temizlik yapmak peşinde.
Afrin uzun süredir Türkiye’nin öncelikli hedefi. Zira tam sınırda kurulmak istenen terör koridorunun son halkası. Türkiye bu koridoru Fırat Kalkanı’yla ortadan ikiye böldü. Batı tarafında Afrin kaldı. Tüm PYD bölgesi zaten Türkiye’nin hedefinde ama Afrin, şimdi en mümkün hedef haline dönüştü. Eğer stratejik anlamda düşünülecek olursa, Türkiye’nin Afrin’den önce hedef almak istediği başka bölgeler var. Hem Münbiç hem de Fırat’ın doğu kıyısı Türkiye için daha tercih edilir hedefler. Ancak şimdilik adım adım ilerleniyor. Fırat Kalkanı’yla koridor bölündü. İdlib operasyonuyla Afrin çembere alındı. Şimdi Afrin için teknik ve taktik hazırlıklar tamam. Geriye kalır diplomatik zemin.
Suriye iç savaşında çok fazla katılımcı var. Bu tür durumlarda girişilecek bir askeri operasyon, farklı aktörlerle karşı karşıya gelmeyi gerektirebilir. Türkiye için en önemli iki aktör Amerika ve Rusya. Bu nedenle Türkiye bu zemini de kontrol etmek zorunda.
Bu çerçevede Ankara nabız yoklayarak adım atıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin Afrin kararlılığını dile getirirken esasında tepkileri de ölçüyor. Görünen o ki, hem Amerika hem de Rusya çok memnun olmasa da, Afrin konusunda Türkiye’nin önüne geçecek gibi değiller.
Rusya bu konuda kamuoyuna açık bir tavır takınmıyor. Ama Türkiye’yle olan münasebeti düşünüldüğünde bu konuda da bir uzlaşmaya varıldığı düşünülebilir. Zira Türkiye’yle Rusya arasında en azından İdlib Operasyonu başladığı günden bu yana zımni bir mutabakat olduğu düşünülebilir. Rusya, Türkiye’nin İdlib’te Nusra ve benzeri örgütlere karşı mücadelesini istediği için, İdlib’e girişini destekliyordu. Türkiye ise İdlib’e girerken Afrin’i kuşatmayı hedefliyordu. Her iki taraf da birbirlerinin kastını biliyor. Her iki taraf da buna rağmen bu ilişkiyi sürdürüyor. Rusya için Afrin öncelikli bir alan değil. Gerekirse, Türkiye’nin buraya girmesini tercih bile edebilir. Ancak bunun da Türkiye için bir bedeli olması gerektiğini düşünüyor.
Bu bedel de İdlib’te Nusra’yla mücadele sorumluluğunu alması olabilir. Türkiye ise böyle bir sorumluluğu tek başına üstlenip yeni cepheler açmak yerini bu işi daha akılcı ve yumuşak yöntemlerle halletme peşinde. Şimdilik böyle bir resmin içerisinde Türkiye’nin Rusya’yla bu ilişki biçimini sürdürebileceğini öngörmek mümkün.
Diğer taraftan Amerika’nın durumu ise biraz farklı. Amerika her halükârda PYD’nin Afrin’deki varlığını sürdürmek istiyor. Zaten PYD için bu alanı açan bu imkânı sunan Amerika’nın kendisi. Şimdi Türkiye’nin atmak üzere olduğu adım, esasen Amerika’ya karşı bir adım. Bu nedenle Amerika’nın Afrin konusunda daha ısrarcı olması şaşırtıcı değil. Türkiye de zaten bu ısrarın boyutlarını görmek istiyor. Türkiye işi ciddiye bindirince, Amerika konuya eğilmek durumunda kaldı. Bunlardan birinde Amerika PYD’yi sahiplendiğini dile getirdi. PYD’nin bir sınır korum gücü haline dönüştürüleceği duyuruldu. Bu Amerika’nın PYD’yi bırakmadığı anlamına gelcekti. Türkiye’ye karşı kitaba oldukça uygun bir diplomatik uyarı sunulmuş oldu. Normal şartlarde bunu duyan bir müttefikin diğer müttefikle bu uyarı çerçevesinde tekrar müzakereye oturmasını bekleyebilirsiniz. Fakat Türkiye’yle Amerika’nın ilişkisi artık o bildiğimiz klasik müttefiklik ilişkisi değil. Türkiye, Amerika’nın kendine düşmanlık ettiğini düşünüyor. Bu nedenle Amerika’ya karşı pozisyon alıyor. Böyle olunca Amerika Türkiye üzerinde müttefiklik ilişkisinden doğabilecek tüm nüfuzunu da kaybetmiş oluyor. Yani NATO’daki büyük ortak olarak Türkiye’yi ikna edemiyor. Çünkü ilişkiler öylesine bozuldu ki, artık Türkiye bu uyarıları görmezden geliyor. Ortakla ilişkiler bozulur düşüncesi olmayınca da, ortağın ne düşündüğününün bir önemi kalmıyor. Amerika Türkiye üzerindeki etki ve nüfuzunu kaybetmiş oluyor.
Geriye iki seçenek daha kalır. Birincisi güç kullanmak ikincisi ise şiddet kullanmak. İkincisinden başlarsak, Amerika’nın şiddet kullanma eğiliminin de çok ikna edici olmadığını söylemek lazım. Dünyada her türlü müdahaleden kaçınan ve kaçınacağını böylesi net biçimde dünyaya ilan eden bir Amerika’nın Türkiye’ye karşı şiddet kullanma ihtimali çok daha düşük bir ihtimal haline dönüşüyor. Muhtemelen dünyanın dört bir tarafındaki liderler, Amerika’nın kendi bölgelerine müdahil olmayacağını düşünüyor. Kimyasal silah kullanan Esed’e bile müdahil olmayan bir Amerika, Türkiye Afrin’e müdahale etti diye NATO müttefikine karşı savaşa girer mi? Tabii ki olmaz. Her şey olabilir ama bu olmaz. Çünkü bu durumda, Türkiye’ye karşı böyle savaşçı bir tutum takınmak sadece Türkiye’ye değil NATO’ya da karşı da bir eylem anlamına gelecektir. Böylece tam da Rusya’nın beklediği gibi NATO çökecektir. Bu nedenle Amerika’nın Afrin nedeniyle Türkiye’ye karşı şiddet kullanamayacağını da herkes biliyor.
İkinci seçenek ise ABD'nin siyasi güç kullanması. Yani Türkiye’yi havuç ve sopayla hizaya getirmek. Bu nedenle dikkat ederseniz iki tür açıklama geliyor Amerika’dan. Bazı açıklamalarda Türkiye’ye çeşitli taahhütler veriliyor. Bazılarında ise tehditler savruluyor. 30 bin kişilik bir PYD gücü kurulacağı ve PYD’ye yarı devlet statüsünün kazandırılacağı gibi bir tehdit ortaya atılıyor. Sonra Türkiye’nin Ortadoğu’da başarılı olmak için NATO’ya ihtiyaç duyacağı medya yoluyla hatırlatılıyor. Bir yandan bu tür tehdit ve ikazlar yapılırken, diğer yandan da Tillerson yaptığı açıklamada, Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz ve müttefiklik ilişkilerimiz devam ediyor gibi açıklamalar yapıyor.
Şunu açıkça konuşalım. Artık Amerika’nın Türkiye’yi taahhütlerle idare edebileceği bir durumda değiliz. Belki dört sene önce olabilirdi. Ama şimdi Türkiye’de bu sözlere inanacak bir Allah’ın kulunu bulamazsınız. Herkes Amerika’nın Türkiye’ye defalarca yalan söylediğini ve verdiği sözleri tutmadığını gördü. Bu nedenle kimse şu an Tillerson’ın ettiği lafları ciddiye almıyor. Kısaca söylemek gerekirse artık şu an Amerika Türkiye’yi ikna edebilecek hiçbir araca sahip değil.
Böyle olunca Türkiye için operasyon ihtimali çok daha açık biçimde ortaya çıkıyor. Ve esasında Amerikalılar da bunun farkına vardı. Son gelen açıklamalarda Amerika’nın Afrin’den ziyade Fırat’ın doğu tarafındaki PYD’yi önemsediği ve koruduğu teması, ön plana çıkıyor. Bu da Amerika’nın Afrin’i feda edeceği anlamına gelebilir. Böyle bir açıklamayla hem imajı kurtarmış olacak hem de PYD’ye güvence verecek. Afrin zaten çok da önemli değildi diyerek hem savunmuyor oluşuna gerekçe üretecek hem de PYD’yi başka yerlerde savunacağını ima edecek.
Fakat esasında bu ikisi arasında pek bir fark olduğu iddia edilemez. Bugün Afrin’i terk eden Amerika aynı sebeple yarın Fırat’ın doğusunu da terk edebilir. Amerikan siyasetindeki bu hareketsizlik ve iradesizlik devam ettikçe diğer bölgelerde de farklı tavır beklemek için hiçbir sebep yok. Amerika uluslararası müdahalelerden sonuna kadar kaçındığı müddetçe dünyanın diğer aktörlerini ikna etme şansı olmaz. Bu haliyle Amerika gittikçe daha alakasız ve asılsız bir aktör haline geliyor.
Tabii bu Amerika’nın PYD’ye olan desteğini bütünüyle kestiği anlamına gelmiyor. Aksine Amerika daha fazla yığınak da yapabilir. Daha fazla meşruiyet üretme peşine de düşebilir. Ama Suriye sahasında sert gücü olduğunu göstermediği müddetçe sonuç alamayacaktır. Ne taahhütleri ne tehditleri ikna edici olur. Bugün Türkiye, Afrin konusunda bunu bir kez daha test ediyor. Görünen o ki, operasyonun önünde bir engel kalmadı.
[İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın aynı zamanda SETA Strateji Araştırmaları direktörüdür]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.