Almanya gibi çekimser kalabilirdik!

Almanya gibi çekimser kalabilirdik!
Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, NATO?nun Libya müdahalesini ve Türkiye?nin tutumunu yorumladıTunus ve Mısır'da liderler devrildi. Daha sonra kitlesel eylemler...



Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, NATO?nun Libya müdahalesini ve Türkiye?nin tutumunu yorumladı

Tunus ve Mısır'da liderler devrildi. Daha sonra kitlesel eylemler Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye'ye sıçradı. Ardından kendilerini koalisyon güçleri olarak adlandıran güçler, BM'de alınan uçuşa yasak bölge kararını dayanarak Libya'ya yoğun bir saldırı başlattı. Bütün bu yaşanan gelişmeleri ve yaşananların "dış unsurların işi" olduğuna dair iddiaların doğru olup olmadığını, Türkiye'nin bu süreçte izlediği politikayı ve değişimin yaşandığı bölgelerde son durumun bölgeye yansımalarını TASAM'ın düzenlediği İKT üyesi ülkeler Düşünce Kuruluşları Forumu'na katılan Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu ile konuştuk...

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan halk ayaklanmalarında iç dinamiklerin dış ülkelerin etkisiyle olduğu iddialarına katılıyor musunuz?

Bu ülkelerin ciddi iç huzursuzlukları olmasaydı, dış güçler bir şey yapamazdı. Bugün dış güçler, Finlandiya'da, İsveç'te kargaşa çıkarabiliyorlar mı? Tabii bu ülkelerde de ayrılıkçı akımlar var. Sami denilen Eskimo halkı, İsveç'te, İnuit'ler Kanada'da bir tür özerklik aldı. Ama çatışma çıkarmadılar. Onun için kimse de bu ayrılıklarda başkalarının parmağı olduğunu düşünmedi. Ama tabii birbirlerinden öğrenmiş olabilirler. Kuzey İrlanda'da yıllarca süren kanlı çatışmalarda yabancı parmağı aradık mı? Ya İspanya'da Bask'ların daha doğrusu ETA örgütünün kanlı eylemlerinden hangi yabancı ülkeyi sorumlu tuttuk veya tuttular? Yani demek istiyorum ki sorunları önce iç dinamiklerin bizatihi kendinde, eşitsizliklerde, bölgesel farklılıklarda, yitirilen umutlarda ve insanca yaşam hakkı olduğu halde bunu bulamama hoşnutsuzluğunda aramak gerek. Ama özellikle bu son nedeni söylerken, şu küreselleşen dünyada, televizyonla, internet'le, Facebook ve Twitter ile insanların duyduğu, gördüğü, gıpta ettiği, kıskandığı şeylerin arttığını düşünmemiz gerek. Görerek öğrenmek, özenerek hareket etmek keyfiyeti arttı.

İnsanlar da yaşam koşullarının iyileştirmesi anlamında sorgulamalara başladı ama...

"Ben de insansam, ben neden öyle yaşamıyorum?" sorusu yıllarla mayalanıyor kabarıp patlıyor. 30 küsur yıl az bir zaman değil. Mısır'da, Libya'da, Tunus'ta istek ve şikâyetler, hoşnutsuzluk ve özlemler epey mayalanma fırsatı buldu. Size ben, siyaset bilimci veya siyasi analist değilim dedim ya! Onun için, bu isyanlarda mutlaka "bir demokrasi özlemi" de olmayabileceğini söyleyebilirim. Ben bunun bir tüketim açlığı, iyi yaşam açlığı, yaşam kalitesi açlığı olduğunu düşünüyorum. "Özgürlük" diyorlar ama tanımını pek vermiyorlar. Vaktiyle sömürgeciden özgürlüktü, şimdi "tiran"dan özgürlük. Ya yarın? Ayrıca ilk kıvılcımı çakan bir el var mı? Bilemem doğrusu... Tunus'ta bir kendini yakma olayı var. Biliyorsunuz ki kıvılcımı çakan bir Tunuslu idi. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Hele Mısır bir dayanışma uygarlığı dersi verdi dünyaya... Devirmek ve yeniden yapılanmak için... Kadını ile erkeği ile askeri ile, sivili ile Hristiyan'ı ve Müslüman'ı ile; laik'i ve dindarı ile....

Fransa'nın Libya'ya müdahale biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birçok yorumda, Fransa'nın Libya'ya karşı gösterdiği bu olağan üstü şevkli saldırı tutumu, Sarkozy'nin gelecek yıl yapılacak Başkanlık seçimi öncesi gövde gösterisi olarak nitelendi. Gerçekten de Sarkozy'nin kararlılığının ardında, kişisel motifler olduğu reddedilemez. Ancak, Libya operasyonu başarısızlıkla sonuçlanır ve hatta Kaddafi yanlıları, intikam eylemleri ile bir noktada Fransa'yı bile Fransız'lara dar etmeye başlarlarsa, Sarkozy'nin bu oyunu tutmayabilir. Ama bir de Fransa'nın geçmişte, Afrika'yı sömürgeleştiren güçlerin başında geldiğini düşünecek olursak, Afrika'da yeşeren her ulusalcı hareket karşıtı isyanı bir miktar destekleyebileceğini de düşünmemiz gerekir. Unutmayalım Afrika'dan sömürgecileri kovanlar, bugün halkın isyan ettiği ulusalcı güçlerdir. Sarkozy'nin tutumunda, biraz da eski sömürgeciliğin izleri de var. Çok yakın bir coğrafi mesafede, çok değerli Libya petrolü üzerinde tasarrufta bulunma arzusunun etkisi de olabilir.

Ürdün halkı reform istiyor

Ürdün'deki ayaklanmanın arka planı nedir ve sonuçları nasıl olur?

Bir kartopu etkisi var tabii. Bir yerde başlayan olaylar orda durmuyor. Benzer nedenler varsa, sıçrıyor. Bir bulaşma etkisi söz konusu. Arap ülkeleri veya İslam dünyası deyince bunların monolitik veya tekdüze olduğunu, birbirinin aynı olduğunu varsaymayın. Aralarında ciddi kaynak, insan,  milliyetçilik anlayışı, dini yaşayış biçimi, etnik, mezhebi veya kabile bazında toplumsal örgütlenme farkları var. Ama demin de söylediğim gibi, şikayetler, özlemler ve ihtiyaçlar benzerse, niye biz de istemeyelim düşüncesinin yarattığı ilave yoksunluk, Tunus'tan, Mısır'a, Yemen'e, Bahreyn'e, Suriye'ye ve nihayet Ürdün'e ulaştırdı başkaldırıları. İşbirliğinin, anlaşmanın, sivil koalisyonların varlığını pek görmediğimiz çorak Orta Doğu coğrafyasında, Ürdün adeta bir uzlaşma vahasıydı. Ama halkı Filistinli ve Doğu Ürdünlü olarak bölünebilecek bir halk, Kral'dan reform talep ediyor; uzlaşma için önderlik etmesini talep ediyor. Ürdün' de kimse yıkmaktan, devirmekten şimdilik söz etmiyor. Ama reform istiyor. Bakalım bu Batı yanlısı ama kaynakları kıt bu ülkede sorunlar ne yöne evirilecek?

Suriye'de yaşananlar konusunda neler söyleyeceksiniz, nasıl neticelenebilir?

Suriye'nin toplam nüfusu 22 milyon. İşsizlikle birlikte gelen geçim zorlukları, Suriye'de, toplumsal huzursuzlukları artık patlama noktasına getirmiş durumda. Son yıllarda Beşşar Esad yönetimi bazı reform atılımları yapmış olsa bile bu önlemler halkın genel ihtiyaçlarına derman olamadı. Baskıcı rejim insanları iyice bunalttı. Ezici Sünni çoğunluğun, Nusayri bir azınlık tarafından yönetiliyor olması, sıkıntılar içinde kıvranan Suriye'yi siyasi anafora sokuverdi. Şimdi Suriye'deki patlamaları,  uzun bir zamandan beri verilen ama yerine getirilmeyen sözlerin yarattığı birikimli tepkiler olarak değerlendirilmek gerek. Önce gerekli yasal düzenlemelerden başlanmalı ve seçime gidileceği açıklanmalı. Burada da sorumlu komşularına görev düşüyor bence...

Türkiye'ye biçilen roller Batı kaynaklı

Türkiye, bu yaşananlardan nasıl etkilenecek?

Bu sorunuza birkaç madde ile cevap vermek isterim:

Türkiye şu anda bir NATO üyesi olarak Libya'ya deniz ablukası uyguluyor ve Kaddafi'ye, Libya halkına karşı şiddet uygulamamayı tekrarlayarak çekilme çağrısı yapıyor. Siyasi olarak elbette güçlü tarafta duruyor."Yumuşak-Sert Güç. İsterseniz Tatlı - Sert Güç. Ama Libya'daki olayların Türkiye'ye önemli maliyetleri var. Oradaki işler durdu. İşçiler geri geldi ve muhtemelen yeni iş bulamadı, belki de bulamayacak. Yükselen petrol faturalarının da ekonomik maliyeti var. Türkiye'nin Libya ile olan ticareti de duraksayacak. Ama bir de durduk yerde yüklendiğimiz munzam askeri harcama var. Haydi bunu Akdeniz'de bir NATO askeri manevrası olarak niteleyelim. Ama motif farkının yarattığı bir psikolojik maliyet de olabilir.

Huzursuz komşunuz sizi nasıl huzursuz ederse, komşu her ülkede çıkan huzursuzluk, Türkiye'yi öyle olumsuz etkileyecektir.

Tabii bizim de yelkenlerimize dolan rüzgârlar var. Bu arada hem Batı'dan, hem Doğu'dan gelen "Türkiye güçlü ülke", "Türkiye Model Ülke" söylemlerini çok sık duyuyoruz. Ama bu söylemlerin menşei yine Batı ülkeleri.  Bu "yeni dua"ya bizzat Orta Doğu ülkelerinden "Amin" sedaları yükselince, doğal olarak, etkileniyoruz. Göğüsler kabarıyor. Evet, Türkiye artık ekonomisi geçmişe göre güçlenmiş bir ülke. G-20 sıralamasında 16.sırada( Brezilya 7. sırada). Ama her ülke gibi Türkiye'nin de önemli riskleri hep var ve hep olacak. En güçlü ülkeler bile krizlerle, doğal afetlerle sarsılabiliyor. Türkiye bugün güçlü alkışlanıyor. Yarın olabilecek konjonkturel bir daralmadan veya bir politika hatasından işler tersine dönse ki hiç istemeyiz, bugünkü güç algılaması ve güç gösterisinin, "yarın"ın ayağına ek dolaş olabileceği bir coğrafya yaşıyoruz. Sıcak dostluklar, inşa edilen her kese faydalı. Kurulan köprüler önemli. Ama ilişkileri hep rasyonel düzeyde tutmanın önemi büyük.

Batı demokrasilerinde ilişkiler belli kurallarla yürür. Oysa kişisel münasebetlerle yürüyen Orta Doğu ilişkileri yine kişisel kaprislere çok açık. Evet bugün sırtımızı sıvazlıyor, "sen büyüksün, ilişkilerimiz tarihi, dostluklarımız kadim dostluk" diyorlar. Düne kadar Osmanlı geçmişini tel'in edenler bugün Osmanlı edebiyatı yapıyorsa, yarına vehimci değil ama akılcı bir ihtiyatla bakmak gerekir. Kaldı ki Türkiye'nin Orta Doğu'da ciddi siyasi rakipleri var.

Bölgenin liderliğini Türkiye'ye vermek de yine Batı söylemi. Bunu hak ettiğimizi düşünmek başka, liderlik rolünü üstlenmek bambaşka...

Bizim attığımız adımların nasıl algılandığı da önemli. Örneğin Türkiye, önce Bağdat'ı, sonra Erbil'i ziyaret ederek, dengeli bir politika izlediği izlenimini vermeye gayret gösteriyor. Ama Erbil ziyaretinin, Bağdat'ta gizli bir infial uyandırdığının farkında olması gerek. Bunlar bugün dile getirilmeyebilir. Ama gelecekte bir gün bir sofraya ısıtılıp konabilir.

NATO, Fildişi Sahili'nde niçin yok?

NATO ile birlikte, hemen Fransa'dan sonra, Libya sularına yelken açıyor. Yüce amaç, Libya halkını zalimin mezaliminden korumak. Dünya'da "mazlumun yanında Allah'tan "başka bir de NATO var. NATO'da Türkiye var. Ama NATO, Ruanda'da, Fildişi sahilinde olmadı ve yok.

Suriye'de olası bir değişimden İsrail rahatsız mı yoksa memnun mu olur?

Suriye ile İsrail'in aralarında çözülmemiş sorunlar var. Bu sorunlar esas itibarı ile iki ülke arasındaki sınır üzerindeki belirsizlik, bu belirsizlik nedeni ile İsrail'in çok dar bir sınırın ötesinde, Suriye'nin bulundurduğu asker sayısı ile ilgili güvenlik endişesi ve nihayet Suriye-İran İttifakı ile ilgili. Bu çözülmemiş sorunlara, Türkiye'nin de aracı olma çabası gösterdiği Orta Doğu barış süreci de bir çare bulamadı. Daha doğrusu süreç kesintiye uğradı. İsrail-Suriye arasında, çözüm isteyen sorunlardan öte bir güvensizlik sorunu var ki bu bugün Esat devri kapansa yeni bir dönem açılsa da bu sorun devam eder gibi geliyor.

"Libya'nın Kıbrıs harekâtındaki desteğini unutamam"

"Türkiye, sanırım NATO'nun Libya operasyonuna karmakarışık düşüncelerle katıldı. Ben bir siyasi analist değilim. Belki bana öyle geldi. Ama niye öyle geldi? Önce Sayın Başbakan, Libya'dan bir ödül aldı ki, geçmişte Nelson Mandela'nın Türkiye ödülünü reddetmesi gibi reddedebilirdi. Veya Başbakan'ın gıyabında bir dışişleri yetkilisinin bu ödülü alması uygun görülürdü. Neyse ödül alındı ve kısa bir süre sonra biz de tüm dünya gibi "Libya liderinin onulmaz bir insan hakları ihlalcisi" olduğunu fark ettik. Ama resmi ağızlardan hemen tepki vermedik. Çünkü orada çok fazla sayıda Türk işçi, işadamı ve maddi menfaat vardı. Bunların başına bir şey gelmesin diye siyasi söylemler itidal üzere ve özenle yapıldı. Bunu da anlayabiliyorum. Konu uluslar arası platformda NATO'nun müdahalesi olmalı düzeyine geldiğinde, Sayın Başbakan, yine bana göre haklı olarak "NATO'nun orda ne işi var?" deyiverdi. Tabii, NATO Bosna'da ve Afganistan'da bulundu! Ama Başbakan böyle deyiverdi işte. İnsan hali. Dilini Libya için çok temkinli kullanmaya özen gösteren Başbakan, bunu dedikten sonra, Almanya'nın (ki bir NATO ülkesi) yaptığı gibi, çekimser kalmayı yeğleyebilirdi. Hayır, öyle olmadı.  NATO'nun gönderdiği 16 geminin ve denizaltının 6'sını Türkiye gönderdi,  Libya sularına.  Ben bunu anlayamıyorum. Ayrıca politikacı da olmadığım için beşeri hafızam unutmuyor. Bakın ben 2 şey hatırlıyorum: Bunlardan biri tam 100 yıl önce "son vatan parçasını" İtalyan'lardan korumak için Libya'ya giden bir avuç gönüllüden birinin torunu olarak, "çok âli, çok yüce bir motifle" de olsa, Türkiye'yi tam 100 yıl sonra nasıl eski sömürgecilerle ortak yine Libya'ya yolladı diye Kader'e şaşıyorum. O zaman başka gönüllü, şimdi başka gönüllü. Yoksa gönülsüz ama zorunlu bir gidiş oldu diyebilir miyiz? Gelelim ikincisine: 1974 Kıbrıs harekâtı ve sonrasında Libya'nın Türkiye'ye desteğini hatırlıyorum. O kıymetli petrolünü nasıl da su fiyatına gönderdiğini unutamıyorum. Hiç unutmuyorum ve unutamayacağım."

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, NATO?nun Libya müdahalesini ve Türkiye?nin tutumunu yorumladı yazı dizisinin bölümleri

  • 1. bölüm : Almanya gibi çekimser kalabilirdik!02-04-2011

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.