Ali Rıza Temel: Müslümanlığı Temsil Problemi
Ali Rıza Temel: Müslümanlığı Temsil Problemi
İnancın değeri aksiyona dönüştüğü nisbettedir. Kur’ân-ı Kerîm’de imanla salih amelin yanyana gelmesinin sebebi de budur.
İnanç ve ideolojiler sözler ve yazılı metinlerden ziyade bu inanç ve ideolojileri temsil edenlerin görüntü ve davranışlarıyla değerlendirilir. Davranışlara yansımayan inanç ve düşünceler ne kadar değerli olursa olsunlar, kullanılmayan hazineler gibi âtıl kalırlar.
İnancın değeri aksiyona dönüştüğü nisbettedir. Kur’ân-ı Kerîm’de imanla salih amelin yanyana gelmesinin sebebi de budur.
İslâmiyet başta Hz. Peygamber (s.a.v) olmak üzere Ashab-ı Kiram ve onları takib eden nesillerin örnek davranışlarıyla yayılmış ve dünya çapında bir medeniyete dönüşmüştür.
Kıymetli şeyler güzel mekanlarda teşhir edilir. Zinetler soğan ve patates tezgahında değil süslü vitrinlerde insanlara arzedilir. Güzel teşhir ve reklam edilmeyen malların sürüm şansı yoktur. Özellikle günümüzde reklam ve tanıtımın ne kadar önemli olduğu mâlumdur. İnanç ve düşünceler de güzel söz ve davranış biçiminde ortaya konmazsa ilgi çekmezler.
Günümüzde müslümanların en önemli problemi imaj problemidir. Güzelim İslâmiyeti güzelce temsil etmek şöyle dursun tam tersi davranış ve görüntülerle onun güzelliklerine perde olmaktadırlar. Sanki İslâmiyet lisan-ı hâl ile günümüz müslümanlarına “gölge etme başka ihsan istemem” demektedir.
Dünyanın neresine bakılırsa müslümanların cahilliği, geriliği, fakirliği, pejmurdeliği ve zilleti göze çarpmakta, bu kötü görüntü gerçek İslâm’ın özünde kalın pir perde oluşturmaktadır.
Müslümanların hem kendileri hem de dinleri açısından bugün için en önemli görevleri bu kötü imaj ve görüntüyü silmektir. Mehmet Akif merhumun ifadeleriyle “Düşmanın maskarası, dostun yüz karası” olmak müslümanın düşebileceği en kötü pozisyondur. Bugün bizler İbrahim peygamberin şu duasını çok tekrar etmek ve bu duaya uygun çaba göstermek durumundayız “Ey Rabbimiz bizi inkâr eden kimseler için bir imtihan vesilesi yapma” (Mümtehine, 5) Yani bizi, başkalarının müslüman olmalarına engel olacak bir konuma düşürme. Böyle bir konum müslümanların bizzat kendileri için de büyük bir fitnedir.
Hz. Ömer, Sa’d b. Ebi Vakkas’a yazdığı mektupta şöyle demişti: “Ahde vefada titizlik gösterin. Sözde durmak için yapılan hata helâke götürmez. Fakat vefasızlık hesabına yapılan hata mahveder. Vefasızlıkta sizin alçalmanız, düşmanlarınızın ise yükselmesi vardır. Böylece siz zaafa uğrarsınız, düşmanlarınız ise güç kazanır. Biliniz ki; sizi müslümanlar için âr ve hakâret sebebi olmaktan şiddetle sakındırırım.” (El Vesâik, 409 vesika no: 303)
Hz. Peygamber (s.a.v) İslâm’ı temsil konusunda son derece titiz davranmış, yabancı elçileri karşılarken en güzel elbiselerini giymiş ve onları ağırlama konusunda çok hassas davranmıştır. Müslümanların zayıf ve kusurlu görünmelerini istememiş, dışarıya gönderdiği elçileri, temsil kabiliyeti en üstün kimselerden seçmiştir. Mesela Bizans’a gönderdiği Dihye, ashabın güzel ve en endamlılarındandı. Dihye’nin geldiğini işiten Rumlar; çoluk-çocuk, kadın-erkek onun güzelliğini seyretmek için sokaklara dökülmüşlerdi.
Hz. Peygamber’in bu temsil işine ne kadar önem verdiğini Umretül-Kaza (Hudeybiye musalahasında seneye ertelenen umrenin kazası) esnasında da görmekteyiz. Müşrikler müslümanlar hakkında yersiz sözler söylüyorlardı: “Yanımızdan ayrıldıktan sonra Muhammed’in ashabı yoksulluğa ve hastalığa uğramışlar darlık, yokluk ve sefalet içinde imişler... Medine humması onları zayıflatmış, geceleri açlıktan uyuyamıyorlarmış” gibi dedikodular yayıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v) Mescid-i Haram’a girince sağ omzunu açtı ve ashabına şöyle buyurdu: “Bugün kendisini şu müşriklere güçlü ve zinde gösterecek olan er kişileri Allah rahmetle yargılasın, esirgesin... Sakın Kureyş topluluğu sizde bir gevşeklik ve eksiklik görmesin.” Tavafın ilk üç şavtında omuzları silkeleyerek ve çalımlı yürümek, say esnasında ilk üç şavtta da hızlı ve çalımlı yürümek aynı gayeye mûtuf idi. Bunların birincisine hervele ikincisine remel denir. Hz. Peygamber (s.a.v)in bu uygulaması sadece bir gösteriden ibaret değildir. Zira gerçekten güçlü olmadan güçlü görünmek inandırıcı olmaz. Zaaf da hastalıkta da ilanihaye gizlenemez. Mühim olan daima güçlü ve sağlıklı olmaktır. Kükremiş aslan resmiyle gerçek aslan aslâ aynı değildir. Zira birinin canı vardır. Öteki ise cansızdır. Bostan korkuluğu ile gerçek bekçi de aynı değildir. Müslümanlar uzun zamandan beri resimdeki aslana ve bostan korkuluğuna döndüler. Kargaların ve domuzların bekçiyi talan etmelerinin sebebi bekçinin korkuluk haline gelmesindendir.
Güç ve kuvvetin hâkim olduğu dünyamızda haklı da olsalar zayıflara itibar yoktur. Bugün müslümanların örnek ve güçlü bir tek bile devletleri olsaydı, insanların İslamiyet’e ilgi ve teveccühleri çok farklı olurdu.
Mısırlı âlim Reşit Rıza bu konuda önemli bazı hatıralarını naklederken şunları söylüyor: “Lübnan’da babamın dostu hıristiyan bir kaymakam vardı. Bize gelir pekçok konuda sorular sorardı. Bu zat hastalandı. Babam kendisini ziyarete gitti. Başbaşa kaldıklarında kaymakam şunları söylemiş:” Artık ecelimin iyice yaklaştığını hissediyorum. Senin huzurunda şehadet ediyorum ki; Allah’tan başka ilah yoktur. Hz Muhammed onun kulu ve elçisidir. Ben bu şehadet üzere ölüyorum. Eğer İslam’ın güçlü ve itibarlı bir devleti olup da, medeniyetini ihya edip sistemini uygulayabilseydi pek çok milletlerden akın akın insan İslam’a girerdi.
Ben Trablusşam’da talebe iken oradaki hıristiyanların dini lideri ki, –orada aynı zamanda Rusya ve Almanyanın konsolosluğu görevini yürütüyordu- bana aynen şunları söyledi: “Sizde dağlar gibi gerçekler var. Fakat siz onları kötü yaşantınızla gömüp gizlediniz. Biz ise küçücük şeyleri abartıp bütün dünyaya yaydık.”
Menâr mecmuasında da yazdım. Mısırda maliye bakanı vekili Mister Mişel’le görüştüğümüzde İslamî gerçekleri kendisine anlattığımda şaşırıyor, söylediklerimin din değil, felsefe olduğunu iddia ediyordu. Bir keresinde dedi ki: “Şayet bu söylediklerin İslam ise ben de müslümanım.”
İnsanlar İslamiyet’in güzelliklerini pratikte görmek istiyorlar. Sırf geçmişin başarılarıyla övünmek bizi inandırıcı kılmıyor. “İslam güzel de siz neden güzel değilsiniz?” diyorlar. Afganistan’da Irak’da, krallıkla yönetilen veya adı cumhuriyet olup da aslı diktatörlük olan İslam ülkelerinde yaşanan olumsuzluklar, İslam adına işlenen cinayetler, insan hakkı ihlalleri bizleri çok zor duruma sokuyor. Muhatablarımıza: “Sizde de aynı olumsuzluklar var, dünyayı sömürüyorsunuz, zayıfları eziyorsunuz, bizdeki olumsuzlukların pek çoğu sizden kaynaklanıyor” dememiz bizi haklı çıkarmıyor. Zira başkalarının kötü olmaları bizim iyi olduğumuzu göstermez. Hz. Ömer’in söylediği gibi “Allah kötülüğü kötülüklerle değil, iyilikle değiştirir.” Aslolan iyi olmak ve iyiliği iyi temsil etmektir.
Hayatı boyunca müslümanların derdiyle yanıp tutuşmuş olan merhum M. Akif İslam’a aykırı halimizi şu mısralarıyla dile getirmiştir.
Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile.
Âlem aldatmaksa maksad, aldanan yok.
Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir.
Müslümanlık, bilmem amma, gâliba göklerdedir.
Hakiki müslümanlığın en büyük kahramanlık olduğunu söyleyen Akif, “kahraman ecdadımıza layık olmanın yolu ilmen ve ahlâken yükselmektir” diyor ve faziletin yerini rezilet almaya devam ettikçe âkıbetin daha korkunç olacağını haber vererek bizleri şöyle uyarıyor.
“Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsrânımız.
Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız.”
Altınoluk Dergisi, Haziran 2005, Sayı: 232, Sayfa: 044
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.