Aile ve Başarı Keşke Dememek İçin?

Aile ve Başarı Keşke Dememek İçin?
Bebekliğimizden başlayalım bu serüvene.Çocukluğumuz nasıl da güzeldi değil mi? Anne babamızın nar tanesiydik,bir tanesiydik. Bizi el üstünde tutarlardı....



Bebekliğimizden başlayalım bu serüvene.
Çocukluğumuz nasıl da güzeldi değil mi? Anne babamızın nar tanesiydik,
bir tanesiydik. Bizi el üstünde tutarlardı. Annemiz elinde bir tabak
yemekle peşimizden koşardı, bize bir kaşık yemek yedirebilmek için.
Biz de babamızın peşinde koşardık, akşam işten dönünce bize ne
getirdi? diye.
Biz hastalanınca ailedeki herkes de hastalanırdı sanki.
Anne babamızı taklit ederdik hep. Onların yaptıklarını yapardık. Onlar
gibi olmak isterdik. Bizim kahramanımızdı onlar. Bize göre o zamanlar
dünyanın en güçlü insanları onlardı. Arkadaşlarımızla övünme yarışma
girdiğimizde hemen: "Benim babam, senin babanı döver." muhabbetine
başlardık. İnanırdık gerçekten buna.
Okula kayıt olduğumuz anlar hepimiz için ayrı bir heyecandı.
Bazılarımız ilk günler okula alışamamıştık. Hatta ağlamıştık,
annelerimiz de bizimle sınıfta otursun, diye. Okula da kısa sürede
alışmıştık sonra.
Artık kahramanlarımız anne babalarımız değil, öğretmenlerimizdi. Onlar
her şeyimiz olmaya başlamıştı. Onların söylediği her sözü emir kabul
ederdik. Kanundu bizim için onların söylediği her söz. Her şeyi onlar
bilirdi. Onlar dünyanın en akıllı, en bilgili, en kültürlü
insanlarıydı gözümüzde. Evde hep onlardan bahsederdik. Saçlarımızı
onlar gibi tarardık. "Öğretmenim öyle diyor."
sözü en çok tekrarladığımız cümleydi o zamanlar. Annemiz dişlerimizi
fırçalamamızı söylediğinde bazen aksatırdık bunu; ama aynı şeyi
öğretmenimiz söylediğinde akan sular dururdu. Diyelim ki diş macunumuz
bitmiş; ama öğretmenimiz de bize: "Bu akşam dişlerinizi
fırçalayacaksınız, yarın kontrol edeceğim hanginizin dişi daha beyaz!"
demiş. Dünyayı dar ederdik ailemize değil mi? Gecenin biri, ikisi
demez; onları sokak sokak, dükkân dükkân dolaştırırdık bir macun için.
Tabii yıllar birbirini kovaladı. İlkokulu bitirmiş, ortaokula
başlamıştık. Artık öğretmenlerimiz, birden fazlaydı. Bu arada
düşüncelerimiz tekrar değişmeye başlamıştı. Artık arkadaşlarımızla
daha fazla vakit geçiriyorduk.
Onlarla bir aradaydık hep. Beraber oynar, beraber gezer, beraber
yaramazlık yapar, dersleri beraber asardık. Davranışlarımız üzerinde
ailemizden sonra, öğretmenlerimiz de etkilerini yitirmeye başlamıştı o
dönemde. Artık arkadaşlarımız içindeki en karizmatik kişiler bizi
etkiliyordu. Onlar da zaten grubumuzun lideriydi doğal olarak. Grup
neyi doğru bulursa, biz de onları doğru bulurduk. Grup ne yapmak
istiyorsa, biz de onu yapardık... Bazen istemediğimiz şeyleri de
yapardık. Çünkü işin ucunda alay edilmek vardı, küçük düşmek söz
konusuydu. Arkadaşlarımızın diline düşmemek için onlarla birlikte
hareket ederdik o dönemde hep.
Ama bu dönem, güzellikleri yanında bazı sorunları da gündeme
getirmişti. Öğretmenlerimizle alay etmeye başladığımız, okulu gereksiz
gördüğümüz, ailelerimizle çatışmaya girdiğimiz zamanlar hep bu
dönemdeydi. Ailemiz ne sıkıcıydı(!) bize göre o zaman. Her şeyimize
karışıyorlar, diye düşünürdük. "Yapma, etme, kırma, dolaşma, çalış,
gezme!" gibi uyarılan sıkardı; bunaltırdı bizi. Bizi hiç anlamıyorlar,
diye düşünürdük. Sanki onlar bizim için hayatı yaşanmaz hâle getiren
kural bekçileriydi artık. Tek bildikleri, emir vermekti bize göre.
Hayatımızı karartıyorlar, zevksiz hâle getiriyorlardı, değil mi?
Arkadaşlarımıza karışıyorlar, bize hâlâ bebek gibi davranıyorlar, diye
düşünüyorduk. Sürekli: "Ders çalış!" diyorlar, televizyona biraz
dalınca: "Yarın okula gideceksin, artık uyuman lâzım." diyerek
hevesimizi kursağımızda bırakıyorlardı.. Giydiklerimi beğenmiyorlar,
yediklerimizi eleştiriyorlar, konuşmalarımızı yanlış buluyorlardı.
Tabii canım, o zaman ailelerimiz bizi asla ama asla anlamıyorlardı(!).
Evet, hâlâ da öyleler değil mi?
Eğer şu anda orta öğretim veya lise sıralarındaysanız, aynı şeyleri
yaşıyorsunuz; benzer şekilde düşünüyorsunuz demektir.
Peki, ailelerimiz gerçekten bizim düşündüğümüz gibi emir makineleri midir?
Onlar bize hayatı zehir etmek için mi vardırlar?
Bu soruların cevabını bir hikâye ile vermek istiyoruz.
Bir askerin anısı bu. Kahramanımız şöyle anlatıyor olayı:
Eğitim filosuna verilmiş  iki  savaş  gemisi birkaç
gündür kötü hava şartlarında manevra yapıyordu. Ben, en öndeki savaş
gemisinde görevliydim ve hava kararırken köprüde nöbetteydim. Yer yer
sis vardı ve görüş alanı dardı. Bu nedenle komutan da köprüdeydi,
bütün faaliyetleri denetliyordu.
Karanlık bastıktan kısa bir süre sonra köprünün
gözetleme yerinde iskele tarafındaki nöbetçi haber verdi:
- Işık! Sancak tarafında
Komutan seslendi:
- Dümdüz mü ilerliyor, yoksa kıça doğru mu gidiyor?
Nöbetçi:
-  Dümdüz ilerliyor, komutanım! diye cevap verdi. Bu, o gemiyle
tehlikeli bir çarpışma rotası üzerinde olduğumuz anlamına geliyordu.
Komutan nöbetçiye emir verdi:
- Gemiye mesaj gönder: Çarpışma rotasındayız, rotanızı 20 derece
değiştirmenizi öneriyoruz.
Karşıdan şu sinyal geldi:
- Rotanızı 20 derece değiştirmeniz önerilir. Komutan:
- Mesaj gönder! dedi.
- Ben komutanım, rotayı 20 derece değiştirin.
Karşıdaki:
-  Ben deniz onbaşıyım, rotanızı 20 derece değiştir-seniz iyi olur.
diye mesajı cevapladı. Komutan bu arada iyice öfkelenmişti. Hırsla emretti:
-  Mesaj gönder! Ben bir savaş gemisiyim. Rotanızı 20 derece değiştirin.
Karşıdaki, ışıklarla cevap verdi:
- Ben de bir deniz feneriyim! Mecburen rotayı değiştirdik.
Evet, ailelerimiz deniz feneri gibidir. Onlar bizden daha fazla hayat
tecrübesine sahiptir. Okuma yazma bilmeyen, hiç okula gitmemiş anne
babalar bile bizden daha fazla yaşadıkları için, tecrübe ocağıdırlar.
Onlar, feleğin çemberinden geçmiştir. Bizim yaşayabileceğimiz pek çok
şeyi onlar bizden çok önce yaşamışlardır. Tabiî bu olaylardan pek çok
dersler de çıkarmışlardır.
Bu bağlamda hiçbir anne baba, evlâdının kötülüğünü istemez. Vicdan ve
sorumluluk sahibi bütün anne babalar ve aile büyükleri, bizim
iyiliğimizi ister; mutluluğumuzu ister; başarımızı ister...
Size ilginç bir araştırmadan söz edeyim.
Bilim adamları siyah karıncalar üzerinde ilginç bir araştırma yaptı.
Araştırmada bu karıncaların yakın akrabalarını   korudukları  ve
kolladıkları  ortaya  çıktı.Karıncaların bunu, yakın akrabalarının
yumurta ve larvalarının bakımını üstlenerek yaptığı belirlendi.
Araştırma kapsamında 10 karınca kolonisi incelendi. Bu araştırmada,
işçi karıncaların sadece akrabalık ilişkilerinin bilincinde olmadığı,
aynı zamanda yakın akrabalarının yumurta ve larvalarını koruyarak
kendi soylarının devamı için de çaba harcadığı belirlendi.
Evet arkadaşlar, bu dünyada baş döndürücü bir denge vardır. Bu denge
içinde hayvanlar bile aileleriyle iyi ilişkiler içinde yaşamaktadır.
Bizler insan olarak her varlıktan daha fazla bu iyi ilişkilere muhtaç
ve mecburuz.
Öyleyse bizler anne babalarımızı ve aile büyüklerimizi deniz feneri
gibi görmeliyiz. Onların uyarılarını dikkate almalıyız. Sözlerini
kulaklarımıza küpe yapmalıyız. Tecrübelerinden yararlanmalıyız.
Böyle yaparsak şu dünya denizinde yol alan bir gemi gibi, rahat bir
şekilde istediğimiz hedeflere ulaşırız. Aksi takdirde, her zaman için
karaya oturma tehlikesi söz konusudur bizim için.
Ailelerimiz uyarılarıyla aslında bize rüzgârı, başka gemileri, sığ
noktaları, fırtınayı haber verirler. Onların kuralları bizi
kötülüklerden, hayatımızı derinden etkileyecek yanlışlıklardan koruma
amacına yöneliktir.
Bakın size gerçek bir olay anlatayım.
Çocuk, dedesi ile arka koltukta oturmaktadır. Babası ise derin
düşüncelere dalmış bir şekilde arabayı kullanmaktadır.
Biraz sonra araba yavaşlar. Bir binanın önünde dururlar. Babası
arabadan iner. Arka kapıyı açar. Oğluna seslenir:
- Geldik! Haydi oğlum, dedeni yerine yerleştirelim. Bu arada yaşlı
adam, mesajı çoktan almıştır.
Kapısında iri harflerle "Huzur Evi" yazan binaya girerler. Dedeyi
üçüncü katta bir odaya yerleştirirler.
- Gitme vakti!
der babası küçük çocuğa. Çocuk ayrılmak istememektedir dedesinden; ama
adam, babasının elini öpüp çoktan odanın kapısına yönelmiştir bile.
Çocuk ise:
- Dedeciğim, seni görmeye sık sık geleceğim!
der ve onun elini öper. Gözlerinden süzülen iki damla yaşı da
dedesinin derisi incelmiş titrek eline bırakarak babasının peşinden
merdivenlere koşar.
Adam sıkıntılıdır. Çabucak bu havadan kurtulmak ister, arabayı
çalıştırır. Çocuk, sessiz bir şekilde arka koltukta oturmaktadır
yine... Eve doğru yol almaktadırlar. Nice zaman sonra çocuk kısık bir
sesle:
- Baba!
der. Babası duymaz onu... Çocuk, bu sefer sesini biraz daha yükselterek:
- Baba!
der; sanki bir sey öğrenmek istermiş gibi...
- Ne var evlâdım?
der baba, hüzünlü bir ses tonuyla... Çocuk masum bir edayla:
- İnsanlar yaşlanınca huzur evine mi bırakılır?
diye sorar düşünceli ve dalgın babasına... Yaptığı davranıştan dolayı
vicdan azabı çeken babası, çocuğa ne diyeceğini şaşırır önce,
yutkunur... Cevap vermek için bir şeyler düşünürken çocuk meraklı bir
tavırla bir soru daha sorar:
- Babacığım, sen yaşlanınca ben de seni huzur evine mi bırakacağım böyle?
Adam bir anda beyninden vurulmuşa döner. Ayağı hızla firene gider. Az
kalsın kaza yapacaktır. Arabayı kenara çeker. Hemen geri döner. Çocuk
şaşkındır. Babası ise hiç konuşmamaktadır. Çocuk da yanlış bir şey
sorduğunu zannederek susar.
Huzur evine geri gelmişlerdir. Koşarak üçüncü kata çıkarlar. Az önce
çıktıkları kapının önüne geldiklerinde çocuk, koşarak gidip dedesinin
bulunduğu odanın kapısını açar. Dedesi camın kenarında beklemektedir.
Çocuk hemen dedesinin boynuna atlar ve onu doyasıya öper.
- Sık sık gelirim demiştim ya!
der... Sonra adam, odaya girer. Yaşlı adam, henüz bavulunu açmamış ve
eşyalarını yerleştirmemiştir. Babası   yavaş yavaş gelip dedesinin
eline yapışır ve göz yaşlarıyla yıkar yaşlı eli.
Dedesi, adamın saçlarını okşar; sırtını sıvazlar ve:
- Üzülme oğlum! der.
-  Ben geleceğinizi biliyordum. Çünkü ben babamı huzur evine bırakmamıştım.
Atalarımızın bir sözü vardır: "Ne ekersen onu biçersin." Dünyada her
şey karşılıklıdır. İyiliğe iyilik, kötülüğe karşı da kötülük görmek
alışılagelmiş bir tutumdur. Kişilerin niyetleri karşılarındakileri de
etkiler. Birisine kötülük yapan kişi, er geç bunun karşılığını görür.
İyilik yapan da onun karşılığını...
Herkes, hayatı çok sever. Hayattan her gün şikâyet eden insanlar bile,
daha fazla yaşamanın yollarını ararlar. Şu bir gerçek ki, biz bu
dünyaya ailemiz sayesinde geldik.
Annelerimizin bizimle ilgili anıları destansıdır. Bizi karınlarında
dokuz ay taşımaları, sıkıntılar, uykusuz geceler, çileli günler,
yorgun akşamlar... Anlatmakla bitmez annelerin fedakârlığı...
Babalarımız da bizim için çırpınırlar. Yemez, yedirir; giymez,
giydirirler. Akşama kadar ekmek parası için sevdiklerinden ayrı kalır
onlar. Bizim için çabalayıp dururlar.
Evet, anne ve babamıza söyleyeceğimiz sözler, vereceğimiz karşılıklar,
takınacağımız tavırlar sadece sevgi içerikli olabilir. Ve öyle
olmalıdır. Çünkü onlar hayatlarını bize adamışlardır.
Sevgili Peygamberimiz, onların bu büyüklüğünü anlatırken: "Cennet
anaların ayaklan altındadır." demiştir.
Herkes bir gün anne baba olacak. Herkes bir gün yaşlanacak. Sizler de
öyle! İşte o gün evlâtlarınızın size nasıl davranmasını istiyorsanız,
şimdi siz de anne babalarınıza öyle davranın.
Hani sizinle zamanda bir yolculuğa çıkmıştık ya! Şimdi tekrar sizin
adınıza gelecekte, bizim adımıza, da geçmişte bu yolculuğa devam
edelim. Size şunu kendi hayatımızdan garanti ederek söyleyebiliriz ki,
bizim yaşlarımıza geldiğinizde:
- Keşke annemin şu sözünü dinleseydim, keşke babam yaşasaydı da ona
şunu sorabilseydim!
dersiniz.
- Ne olurdu, annem yanımda olsaydı da onun dizlerine başımı koysaydım,
o da saçlarımı okşayrp beni sevseydi!diye yanarsınız. Onları üzdüğünüz
anlar aklınıza gelir ve pişmanlıklar yaşarsınız. Bizim yaşımıza
geldiğinizde ailenizi tekrar keşfedersiniz. Ne kadar büyük olduklarını
yeniden anlarsınız. Sanki okul öncesi döneme yeniden dönmüş gibi
olursunuz. Ama etrafınıza bir de bakarsınız ki anne babanız yanınızda
yok. Ya çoktan bu fani dünyadan ebedlere göçmüşlerdir ya da sizlerden
farklı yerlerde yaşıyorlardır.
Hayatta başarılı olanlar, sözlerine "keşke" ile değil; "iyi ki" ile
başlayanlardır.
Bir baba olarak çok samimi bir niyetle diyorum ki, hep "iyi ki"
diyenlerden olmak istiyorsanız, anne babalarınızın ve aile
büyüklerinizin değerini iyi bilin ve onlara "öf bile demeyin.
HAYIRLI CUMALAR DİLEĞİMLE..............


Sait özdemir

saitozdemir.pskdan@gmail.com

EĞİTİMCİ YAZAR UZMAN PSİKOLOJİK

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.