‘Acı ve Tahammül’
‘Acı ve Tahammül’
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Din Psikoloji Alanında doktora derecesi alan Süleyman Doğanay’ın ‘Acı ve Tahammül’ adlı çalışmasının önsözünü Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Asım Yapıcı yazdı:
“Az Seçilen Yol” isimli kitabının ilk sayfasında “Hayat zordur” der Scott Peck. Zor olan hayatta “Az Seçilen Yol” da neyin nesi diyesi gelir insanın. Cevabı biraz öteleyerek, belki de okuyucunun bulmasını umarak hayatın zorluğu üstünde bir elif miktarı durmak gerek. Hayat zordur, ifadesinde geçen zorluktan kasıt nedir acaba? Karacaoğlan’ın diliyle söylersek: “bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”. Ozanımız üç temel sorundan bahsetse de daha da artırabiliriz bireye acı ve elem veren yaşantıları. Ağır hastalıklar, engellilik ya da ölümle sonuçlanan kaza ve belaları da eklemek gerek. İnsan yaşadıkları bu sorunlar karşısında ziyadesiyle zorlanır. Acı ve çile bireye sadece sıkıntı vermez, aynı zamanda olgunlaşma vesilesidir. Çünkü insan başa çıkmayı öğrendikçe güçlenir.
Didem Madak: “Sağlam bir halatla çekiyorum acıyı kendime doğru” derken yaşadığı acılarla hısımlığına vurgu yapar. Cahit Zarifoğlu “Buradan bir acı kanamış boyuna” der. Çünkü İsmet Özel’in diliyle: “Acı duymak ruhun fiyakasıdır.” Bu dizeler ne söyler bize? Mesaj oldukça açıktır: Hayat, zorluklarla bezenmiş bir yoldur insan için. Her şey oluş ve yok oluşa gebedir. Gündelik hayat içinde başa çıkmakta zorlandığımız bazı tecrübeler yaşamak kaçınılmaz kaderidir hepimizin.
Aynı duygu, düşünce veya beklenti içinde olan iki insanla karşılaşmamız nasıl mümkün değilse, bizler için neyin/nelerin zor olduğunu nesnel olarak tadat etmek de imkânsızdır. Dahası bir uyaranın aynı insan üzerindeki etkisi bile farklılık arz edebilir zaman ve bağlama göre. İnsanız biz, yani beşeriz, sınırlarımız ve potansiyellerimiz farklı farklı. Akan bir nehir gibiyiz. Dem bu demdir, halden hale geçeriz, andan ana değişebiliriz. Önemli olan niyet, arzu ve yöndür. Ulaştığımız yere göre yeni tanımlar çıkar karşımıza, yeni anlamlarla buluşuruz. Merdiven çıkanın zorlanması gibi zorlanırız. Kendimize ulaşan malumatı ya da uyarıcıları kendi referans çerçevemize, fenomenolojik alanımıza göre anlamlandırırız. Çıktığımız her basamak, geride bıraktığımız dünyayı daha iyi tanımaya fırsat verir, bütüncül bakış açısı sunar bize.
“Benimse alın yazım yokuşlarda susamak” diyor Necip Fazıl. Çünkü çile çekmek kaderidir insanın. Bin bir musibetle karşılaşırız, acizliğin ve nihayet faniliğin kavuran soğukluğuyla yüzleşiriz. Yaşadığımız olayları dinî temelli analiz ederiz kimi zaman, Karl Marks’ın ifadesiyle “din, kalpsiz bir dünyanın kalbi” olur, acımızı teskin eder. Bazen de din dışı bir bakışla, inançlarımızı devreye sokmadan yorumlamaya gayret ederiz olan biteni. Dinî temelli bakışımız; acı, yokluk, hüsran gibi durumları anlamlandırma çabamızı beraberinde getirir ve artık başa çıkma stratejilerimizi devreye sokarız. Bu stratejilerden birisi de İslamî kültürde “sabır” diye kavramlaştırılan olgu veya süreçtir. Buna psikolojik sağlamlık demek de mümkündür, metaneti olgusunu da içine katarak.
Bu çalışmasında Dr. Süleyman Doğanay, sabrı bir tutumdan ziyade bir süreç olarak ele alıyor. Öncelikli iş olarak insanı epigenetik yönden anlamaya ve anlatmaya çalışan yazar, psikoloji perspektifiyle kaygı, korku, depresyon, yas ve melankoli gibi halleri analiz ediyor ve zorlanmaya sebep olan faktörleri şöyle sıralıyor: İnsanın anlam arayışı ve bilişsel tatmin isteği, fanilik bilinci ve/veya ölüm korkusu, yokluk tehdidi, engellenme ve yoksunluk, suçluluk duygusundan arınma isteğiyle oluşan masumiyete dönüş arzusu…
Hayatın zorlukları karşısındaki insan için sosyal ağın ve sosyal desteğin öneminden bahseden yazar, sabır olgusunu etraflıca anlamaya ve anlatmaya çalışıyor, dinî başa çıkma bağlamında. Sabırla ilgili psikolojik kavramların analizinde göreceğimiz üzere kötülük problemi, vaat-umut kıskacı, teslimiyet-tevekkül ikilemi gibi insan zihnini kışkırtan meselelerde tatmin edici yorumlara yer veriyor. Kur’an’ın tahammül öğretisi şeklinde nitelendirdiği sabır olgusunun nebevi örneklik ve öğretide nasıl anlatıldığını, sufi psikolojide sabra nasıl yer verildiğini görmemizi sağlıyor.
“Yaşayan bilir!” diyor yazar, “anlatan değil!”. Dolayısıyla insanların hayatın zorluklarıyla nasıl baş ettikleri, bu insanların nasıl bir yas sürecinden geçtikleri sorularına cevap arıyor, bilimsel yaklaşımdan taviz vermeden çalışma, nitel araştırma yöntemlerinden gömülü teori yaklaşımıyla hazırlanmış. Veriler, amaçlı örneklem metoduyla belirlenen insanların yaşadığı ve yazarın bizzat şahit olduğu travmatik olaylar ve sonrasında yaşanan tecrübelerden elde edilmiş. Diğer bir deyişle yazar olayların tam da içinde ve bizi bize anlatıyor aslında, yürekten ve tarafsızca. Travmatik olayları yaşayan ve o hadiselerden birinci derecede etkilenen insanlar ve yakınlarıyla yarı yapılandırılmış mülakatlar da yapmış yazar. Cevapları okuduğunuzda şöyle diyeceksiniz, “İçten ve pazarlıksız…”
Yazar, elde ettiği verileri fenomenolojik analize tabi tutuyor ve şunu iddia ediyor: “Sabır bir süreçtir. Hayatın zorlukları karşısında değişik insan tipleriyle karşılaşmak ve farklı hallere bürünmüş insanlara rastlamak mümkündür.” Acı verici hadiselerden sonra yaşanan yas sürecini, kederli insanlara yönelik sosyal desteğin mahiyeti ve işlevini etraflıca yorumlayan yazar, başa çıkma ve sabır bağlamında zorlanan insan tipleri oluşturuyor. Bir model önerisi olarak da yine kendisinin ürettiği ve “sabra yolculuğun beş hali” şeklinde isimlendirdiği duygudurumlardan bahsediyor. Bize de tavsiye etmek düşüyor, konuyla ilgilenenlere. Dil akıcı olduğu için her kesimin zevkle okuyacağını düşünüyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.