ABD'nin İsrail'e desteği Ortadoğu barışını tehdit ediyor

ABD'nin İsrail'e desteği Ortadoğu barışını tehdit ediyor
ABD yönetimi, maddi ve askeri yardımlarının yanı sıra BM'de İsrail'in koruyucu kalkanı gibi davranarak Ortadoğu barışını sekteye uğratan en önemli konulardan Filistin meselesinin çözümüne engel oluyor.

ABD'nin İsrail'e desteği Ortadoğu barışını tehdit ediyor

ABD yönetimi, maddi ve askeri yardımlarının yanı sıra BM'de İsrail'in koruyucu kalkanı gibi davranarak Ortadoğu barışını sekteye uğratan en önemli konulardan Filistin meselesinin çözümüne engel oluyor.

KUDÜS - Mustafa Deveci

Ortadoğu'nun "şımarık çocuğu" olarak tabir edilen ve Filistinlilerden gasbedilen topraklar üzerine kurulan İsrail'in en büyük destekçilerinin başında ABD geliyor.

Washington yönetimi, maddi ve askeri yardımlarının yanı sıra Birleşmiş Milletler'de (BM) İsrail'in koruyucu kalkanı gibi davranarak Ortadoğu barışını sekteye uğratan en önemli konulardan Filistin meselesinin çözümüne engel oluyor. 

Beyaz Saray'daki başkanlar, yıllar içinde değişse de ülkedeki güçlü Yahudi lobisi sayesinde ABD'nin İsrail politikasında kayda değer bir değişiklik gözlenmiyor.

Başta İsrail'in yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri politikası olmak üzere Filistinlilerin topraklarından sürülmesi ve her geçen gün İsrail işgalinin artması gibi konularda Washington yönetimi Tel Aviv'e bazen açıktan bazen de gizliden destek veriyor.

Uzmanlara göre, Beyaz Saray'ın İsrail'e verdiği bu destek, Filistin meselesinin gün geçtikçe daha da içinden çıkılmaz bir hâl almasına ve Ortadoğu, dolayısıyla da dünya barışının bir türlü sağlanamamasına neden oluyor.

İsrail'i tanıyan ilk ülke ABD oldu

İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un, 2 Kasım 1917'de siyonizmin ünlü hamisi Lord Rothchild'e gönderdiği ve "Balfour Deklarasyonu" olarak bilinen mektup, Yahudilerin Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devleti kurma hayalini gerçekleştirmeleri için atılan en önemli adımlardan biri olarak gösteriliyor.

Balfour mektubunda, "Majestelerinin hükümeti, Yahudilere Filistin'de bir yurt tesisi fikrini hararetle desteklemektedir. Bu maksatla her ne gerekiyorsa yapılacaktır." cümleleriyle İsrail'in kurulmasına İngiltere'nin vereceği desteği açıkça ifade etti.

İngilizlerin desteği, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan ve Holokost olarak adlandırılan Yahudi soykırımı olayları, Filistin üzerinde bir İsrail devletinin kurulması sürecini hızlandırdı.

BM Genel Kurulu'nda 29 Kasım 1947'de Filistin topraklarının ikiye ayrılarak İsrail ve Filistin'in kurulması planı, dönemin ABD Başkanı Harry S. Truman'ın bizzat yürüttüğü lobi faaliyetleri sayesinde kabul edildi.

İngilizlerin Filistin'deki manda yönetimine son vermesiyle 14 Mayıs 1948'de İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion, beraberindeki 25 kişiyle Tel Aviv Müzesi'nde İsrail'in Bağımsızlık Bildirgesi'ni dünya kamuoyuna ilan etti.

Bildirgenin yayımlanmasından saatler sonra Başkan Truman, gasbedilen Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail'i tanıdıklarını duyurdu. Böylece, İsrail'i tanıyan ilk ülke ABD oldu.

ABD'nin bu adımı, Ortadoğu'daki barış sürecini ateşe atan ve onlarca yıldır çözüme kavuşturulamayan Filistin meselesinin başlamasına neden oldu.

Bağımsızlık ilanından kısa süre sonra Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan, İsrail'e karşı savaş ilan etti.

Ancak savaş sonrası kazanan taraf İsrail, Filistin topraklarının bir kısmını işgal etti.

Bu savaşın ardından İsrail, 5 Haziran 1967'de de Mısır'a saldırdı. Daha sonra Suriye ve Ürdün'ün de katıldığı ve "Altı Gün Savaşı" olarak bilinen bu savaşa hazırlıksız yakalanan Arap ülkeleri hezimete uğradı.

Savaşı kazanan İsrail, Sina Yarımadası, Golan Tepeleri'nin yanı sıra Doğu Kudüs ve Batı Şeria'yı işgal ederek Filistin topraklarında iki devletli çözüm olasılığının ortadan kalkmasına giden yolu başlatmış oldu.

Ayrıca Golan Tepeleri'nin işgal edilmesi, İsrail ile Suriye arasındaki düşmanlığı daha da pekiştirdi.

İsrail, işgal ettiği Mısır toprağı Sina Yarımadası'ndan 1979'da imzalanan Camp David Barış Antlaşması'yla çekildi.

ABD yardımları sayesinde İsrail, işgal politikalarını pekiştiriyor

Bağımsızlığını ilan ettiği günden bu yana ABD'nin İsrail'e yaptığı finansal ve askeri yardım tutarının 120 milyar dolardan fazla olduğu belirtiliyor.

Bu yardımlar sayesinde bugün İsrail ile Filistin arasındaki güç dengesi yok olmuş durumda. Bir tarafta ABD yardımlarıyla Ortadoğu'nun en güçlü ülkelerinden biri hâline gelen İsrail, diğer tarafta ise 6 milyona yakın insanı mülteci konumunda olan, işgal altındaki bir Filistin bulunuyor.

Bu orantısız güç dengesi ve ABD'nin desteği sebebiyle İsrail, Filistin meselesinin çözümü için olumlu adımlar atmak yerine her geçen gün işgal politikalarına bir yenisini ekliyor.

İsrail'in koruyucu kalkanı: "ABD vetoları"

Washington yönetimi, yaptığı finansal ve askeri yardımların yanı sıra BM'de elindeki veto kartını kullanarak İsrail'in Filistin'deki işgalini daha da pekiştiriyor ve her fırsatta Tel Aviv'in hamiliğini üstleniyor.

BM'de bugüne kadar veto kartına 80'den fazla başvuran Washington yönetiminin, bu vetoların yarısından çoğunu İsrail'i korumak için kullanması dikkati çekiyor.

ABD'nin bu tutumu, İsrail'in Filistin üzerindeki işgalinin güçlenmesine yol açtığı gibi Tel Aviv'in uluslararası baskı altına alınmasına da engel oluyor.

Trump yönetiminin İsrail'e açık desteği

ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'daki koltuğuna oturduktan sonra Filistin meselesinde attığı adımlar, işgali devam ettirmesi konusunda İsrail'i daha da cesaretlendirdi.

Trump, ilk olarak Aralık 2017'de Kudüs'ü "İsrail'in başkenti" olarak tanıdıklarını açıklayarak, Tel Aviv'deki ABD büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınmasına onay verdi.

Bu karar, yeni ABD yönetiminin Filistin'de iki devletli çözüm yerine İsrail'in işgal politikalarına destek vereceğinin ilk sinyali oldu. Trump'ın bu adımı bölgede az da olsa devam eden barış umutlarını tamamen suya düşürdü.

Nitekim, 14 Mayıs 2018'de ABD'nin Kudüs'teki elçilik açılışı için Amerikalı ve İsrailli yetkililerin katılımıyla görkemli bir tören düzenlenirken, aynı esnada abluka altındaki Gazze Şeridi sınırında kararı protesto eden 60 Filistinli, İsrail askerleri tarafından şehit edildi.

ABD'nin, İsrail'in barışçıl göstericilere karşı kullandığı orantısız gücü eleştirmek yerine Hamas'ı suçlaması, Trump yönetiminin meselenin çözümünde ara bulucu özelliğini yitirdiğini ve açıkça taraf olduğunu ortaya koydu.

Filistin meselesinde tarafını belli eden Trump yönetimi, Gazze sınırında İsrail'in uyguladığı orantısız gücün önüne geçmek için 1 Haziran'da Filistin halkı için koruma talep eden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tasarısını da veto etti.

"Yüzyılın Anlaşması" ya da "Yüzyılın Şamarı"

ABD yönetiminin, Filistin-İsrail sorununun çözümü için yeni bir plan hazırlığında olduğu biliniyor. Başkan Trump'ın "Yüzyılın Anlaşması" dediği plan henüz açıklanmasa da ayrıntıları basına sızmış durumda.

Basında yer alan iddialara göre, hazırlanmaya devam edilen "Yüzyılın Anlaşması" planı, Filistin tarafına getirdiği ağır şartlar nedeniyle meseleye çözüm olmaktan çok İsrail işgalini pekiştiriyor.

Söz konusu iddialara göre plan, "Kudüs'ün tamamının İsrail'in başkenti olması, Batı Şeria'daki yasa dışı Yahudi yerleşim birimlerinin büyük kısmının boşaltılmaması" gibi İsrail'in lehine maddeler içeriyor.

Planda ayrıca İsrail'in topraklarından çıkardığı 6 milyona yakın Filistinli mültecinin geri dönüş hakkına değinilmediği dile getiriliyor. Bu da Trump yönetiminin yurtlarından olan milyonlarca Filistinlinin topraklarına geri dönme hayalini görmezden geldiği şeklinde yorumlanıyor.

İsrail işgalini pekiştireceği dile getirilen planın, Filistin halkına bazı ekonomik yardımların dışında bir şey vadetmediği belirtiliyor.

Bu nedenle "Yüzyılın Anlaşması" Filistin meselesine çözümden çok sorunun daha da derinleşmesine ve bölgedeki gerginliğin giderek artmasına neden olacak gibi gözüküyor.

Plana karşı çıkan ve "Yüzyılın Anlaşması" planını "Yüzyılın Şamarı" olarak nitelendiren Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, planla ilgili ABD'li yetkililerle görüşmeye yanaşmıyor.

Trump'ın Filistin politikası Yahudilere emanet

ABD Başkanı Trump'ın Filistin politikasına yön veren kişilerin çoğunlukla Yahudi olması dikkati çekiyor. Bu kişilerin başında Trump'ın damadı Jared Kushner geliyor.

New York'un önde gelen Yahudi ailelerinden birine mensup Kushner, ABD yönetiminin İsrail-Filistin politikalarını belirlemede en etkili isimlerden biri olarak gösteriliyor.

ABD'nin Tel Aviv'deki büyükelçiliğinin 14 Mayıs'ta Kudüs'e taşınma törenine de katılan Kushner'in Trump'ın elçilik kararını almasında büyük etkisi olduğu belirtiliyor.

Daha önce hiçbir diplomatik tecrübesi olmayan 36 yaşındaki Yahudi damadı Kushner'i işaret eden Trump, "Jared (Kushner) çok iyi bir çocuktur. İsrail ile kimsenin yapamayacağı anlaşmayı yapacaktır. Pazarlık yeteneği ona doğuştan verilmiş. Ortadoğu'da barışı Kushner sağlayamazsa hiç kimse sağlayamaz." ifadelerini kullanmıştı.

Trump'ın Filistin politikasına yön veren bir diğer önemli isim ise ABD'nin İsrail Büyükelçisi David Friedman. ABD'de aşırı sağ kanada yakın duran ve yine Yahudi bir aileden gelen Friedman'ın da ABD'nin büyükelçiliğini Kudüs'e taşımasında etkili olan bir diğer isim olduğu dile getiriliyor.

Seçim kampanyası boyunca Trump'a İsrail konusunda danışmanlık yapan Friedman, yaptığı bir açıklamada, "İsrail hükümetinin işgal altındaki Filistin topraklarında yeni yerleşim birimleri inşa etmesinin barışın önünde engel olmadığını" savunmuştu.

ABD Başkanı'nın Filistin politikasına yön veren diğer bir isim ise Trump'ın Uluslararası Müzakereler Özel Temsilcisi Jason Greenblatt. New York'ta yıllarca Trump'ın avukatlığını yapan Greenblatt, Haredim Yahudisi bir aileden geliyor.

Washington yönetiminin İsrail ile gündelik iletişimini de organize eden isim olarak bilinen Greenblatt da Kushner gibi Filistin konusunda diplomatik bir tecrübeye sahip değil.

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.