100 yılın darbesi
Darbeci Enver Paşa, ülkeyi savaşa sürükledikten sonra 4 yıl boyunca tüm kararları tek başına verdiği 'Askeri Saltanat' sistemi kurmuştur.
Kimse ona 'Ne yapıyorsun?' diye hesap soramamıştır."(sf.148)
100 YILIN DARBESİ
Gazeteci Kerem Çalışkan, 100 Yılın Darbesi adlı çalışmasında okurları, darbelerle hesaplaşan bugünkü Türkiye'den 1 asır öncesine götürüyor ve İttihatçıların 'Babıali darbesi'yle tanıştırıyor.
Caretta Yayınları'nın 'Anlaşılır Tarih' dizisinin yeni kitabı 100 Yılın Darbesi çıktı. Kerem Çalışkan'ın kaleme aldığı kitapta 100 yıl önce Osmanlı'nın kaderini değiştiren İttihatçıların 'Babıali darbesi' anlatılıyor.
Çalışkan'a göre 23 Ocak 1913'teki bu tarihi girişim, bir anlamda bugünkü 'darbelerle hesaplaşma' sürecinin de temelini oluşturan kötü bir mirasÖ Dolayısıyla bir asır boyunca zaman zaman karşılaşılan benzer girişimleri kavrayabilmek için bu mirası iyi çözmek gerekiyor. Çalışkan, kitabında bir anlamda bunu 'gazeteci gözü'yle yapıyor. Yazar kitabına ilişkin şunları söylüyor: "Bu kitapta, Osmanlı'da darbeciliğin köklerine doğru bir yolculuk yapacağız. Bugün kıyasıya eleştirilen bu davranış, tutum ve zihniyetlerin geçmişteki nedenleri üzerine eğileceğiz. Özellikle ülkenin kaderini değiştiren 'İttihatçı dönem'e yakından bakacağız. Çünkü, ancak 'darbeci' akım ve düşüncelerin geçmişteki kökenleri incelenerek, gelecekte bu tür 'hatalar'ın önüne geçilebilir. Yoksa, ordudaki tüm 'paşaları' hapse atsanız da, gün gelir genç teğmenler, hatta astsubaylar veya çavuşlar darbe yapmaya kalkabilir. O zaman 'Bu da nereden çıktı?' diye şaşırmamak için darbeciliğin nedenleri üzerinde daha derinlemesine durmak gerekiyor."
İşte, tarihin çok önemli döneminden sizler için seçtiğimiz bazı kesitler...
KÜNYE
Yazarı: Kerem Çalışkan
Türü: Tarih
Sayfa: 149
Basım: Ağustos 2012
Yayınevi: Caretta Yayınları
Osmanlı'nın 'modernleşme' kavgası orduda başlar
Osmanlı'da ordu daima iktidar kavgalarının parçası olmuştur. Yeniçeriler 'savaş politikası'nı beğenmedikleri pasif padişahları tahttan indirip, yerine daha 'dinamik ve savaşçı' olanı tahta çıkarırlardı. Osmanlı, Avrupa'da yenilip gerilemeye başlayınca padişahlar 'merkezi otorite' olarak orduyu 'modernleştirme' çabasına girişti. Sonunda fatura, 'eski ve yozlaşmış' orduya çıktı. Batı tipi orduya ve sıkı disipline direnen 20 bin Yeniçeri topa tutularak yok edildi. Modern orduyu oluşturacak subayları yetiştirmek için Harbiye ve Bahriye kuruldu. Bu okullardan yetişenler 'modernleşme bayrağını' bu kez padişaha karşı yükselttiler. Genelkurmay makamı oluştuktan 50 yıl sonra ilk Genelkurmay Başkanı 'Anayasa getirmek' için 'askeri darbe' yaptı.(sf.7)
Savaşa darbeciler yüzünden girildi
Bab-ı Ali sözcüğü 'Yüce kapı' demektir. Eskiden Osmanlı'da başta sadrazam (başbakan) olmak üzere yöneticiler 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren burada çalıştığı için Babıali sözcüğü aynı zamanda "Osmanlı Hükümeti" anlamına da gelir. 'Babıali baskını' sözcüğü bu nedenle yer belirtmenin ötesinde 'Hükümet baskını veya darbesi' anlamını da içerir. Ittihatçıların bu 'Babıali darbesi'nin tarihi 23 Ocak 1913'tür. Aslında Osmanlı'nın kaderini çizen bir dizi olay bu darbeyle başlar. Daha sonraki yıllardaki tüm gelişmeler bu darbenin getirdiği koşullara bağlı olarak şekillenir. Bu yüzden 100 yıl önceki İttihatçıların "Babıali baskını" gerçekten "100 yılın darbesi" sayılır. O darbe olmasa, İttihatçılar Osmanlı Devleti'nde iktidarı tümüyle ele geçiremeyecekti. Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu aynı İttihatçı ekip tarafından savrularak I. Dünya Savaşı'na sürüklenmeyecekti.(sf.8-9)
Avrupa'yı mekân tutan muhalefet: Jöntürkler
İttihatçılar, 1860'lardan itibaren Osmanlı'da ortaya çıkan Jöntürk hareketinin bir uzantısıdırlar.
İlk dönemlerde Yeni Osmanlılar, Genç Osmanlılar gibi isimlerle anılan bu akımlar Avrupa'da genel olarak Jöntürk adıyla bilinmekteydi. Jöntürkler, Osmanlı'da 'Meşrutiyet-Anayasa-Parlamento-Hürriyet' kavgası veren ilk kuşaktır. İlk askeri darbeyi de bunlar örgütlemiştir.
Bu akımın yarattığı zihinsel ve örgütsel yapılar 1889'dan itibaren ilk kez Tıbbiye'de kurulan, İttihat ve Terakki adını taşıyan gizli derneğin çevresinde gelişmiştir. Bugünkü adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti ise Eylül 1906'da o sırada Osmanlı'nın en Batılı ve modern kenti olan Selanik'te Talat Bey'in önderliğinde bir grup arkadaşı tarafından yeni bir gizli örgüt olarak kurulmuştur.(sf.13)
Avrupa karşıtı darbe girişimi: Kuleli vakası
İngilizlere daha büyük avantajlar sağlayan 1856 Islahat Fermanı'ndan 3 yıl sonra 1859'da, Avrupa'ya aşırı taviz verdiği düşünülen Abdülmecit'e karşı bir darbe girişimi yapılır. Bu olayın adı 'Kuleli Vakası'dır. Darbeci ekip bir ihbar sonucu yakalanır ve Kuleli'ye kapatılır. Adını bu nedenle 'Kuleli Hapishanesi'nden alan darbe başarısız olur. Yakalanan sorumlular yargılanır ve Abdülmecit'in idam cezalarını affedip müebbede çevirmesi ile çoğunluk sürgüne gönderilirler. Bu darbe girişiminin de Avrupa'ya ve Batı'ya çok taviz veren padişahı devirip, yerine daha aktif ve Batı'ya direneceği varsayılan Şehzade Abdülaziz'i getirme niyeti dikkat çekicidir. Aralarına Şeyh Ahmet gibi İslamcı gelenekten gelen isimlerin de karıştığı bu 'Kuleli Vakası' darbe girişiminin Batı karşıtı eski Yeniçeri darbe ekolüne yaslanan bir yönü vardır.
Batı'nın dayattığı modernleşme Yeniçeri dönemindekine benzer bir karşı-darbe eğilimi yaratmıştır.(sf.42)
Abdülaziz'in kuşkulu ölümü
II. Abdülhamit'in tahta çıkarıldığı askeri darbe sonrası 2 Haziran'da Feriye Sarayı'na getirilen Abdülaziz 4 Haziran günü odasında bilekleri kesilmiş olarak bulunur. Genelkurmay Başkanı Hüseyin Avni Paşa hemen olay yerine gelir ve eski padişahı karakola naklettirir. Padişahın cesedi karakolda bir perde ile örtülür. Doktorların etraflı muayenesi Hüseyin Avni Paşa tarafından 'padişah olduğu' gerekçesi ile engellenir. Daha sonra 'padişahın naaşını yıkayanlar' padişahın göğsünde darp izi tespit ederler. İlk raporlara göre Abdülaziz sakallarını kesmeye yarayan bıçakla bileklerini keserek intihar etmiştir. Ancak daha sonra 1881'de Abdülhamit'in Yıldız'da kurduğu özel mahkemede ortaya atılan iddiaya göre Abdülaziz darbeciler tarafından öldürülmüştür. Bu iş için tutulan pehlivanlar aracılığı ile Abdülaziz zor kullanılarak bilekleri kesilip öldürülmüş ve olaya intihar süsü verilmiştir. 1881'de Yıldız Mahkemesi'nde bu cinayet iddiası ile yargılananlar başında Mithat Paşa vardır. Abdülaziz'in tahttan indirilmesine karışmış olan Mahmut Celaleddin Paşa ve Damat Nuri Paşa ile fetva veren Hayrullah Efendi de sanıklar arasındadır.(sf.52-53)
'Halkın fedaileri'
İttihatçılar kendilerini 'halk adına hareket eden fedailer' olarak görürler. Meşrutiyet ve Anayasa uğrundaki kavgayı, halk adına yapılan fedakârca eylemler olarak tanımlarlar.
Bu bakımdan Enver ve Niyazi gibi 'Hürriyet kahramanları' da silah kuşanıp çete kurarak dağa çıkarken, halkın Hürriyete, Meşrutiyete, Anayasal düzene ve parlamenter sisteme kavuşması için dağa çıkmışlardır. Silaha sarılarak, darbe yaparak, Anayasa ve parlamenter sistem kavgasına girişmek Osmanlı-Türk tarihinin temel çelişkilerinden birisidir. Silahla meşru düzen aramak, özünde çelişik bir davranış ve arayış biçimidir. Ne yapalım ki, bizim tarihimiz budur.
Beğensek de beğenmesek de, 100 yıl sonra bugün çok farklı değerlere dayanarak geçmişi eleştirsek de, geçmiş yaşanmış gerçekler bütünüdür.(sf.65)
İttihatçi terörün 2. gazeteci kurbanı
1910 yılında İttihatçı Hükümeti eleştiren bir gazeteci daha öldürülür. Gazeteci Hasan Fehmi'nin 6 Nisan 1909'da İttihatçı bir tetikçi tarafından öldürülmesini, Meşrutiyete karşı 31 Mart isyanının (13 Nisan 1909) nedenleri arasında saymıştık. İttihatçılar ikinci gazeteci cinayetini 9 Haziran 1910'da işlerler. Bu kez İttihatçılara karşı sert eleştirel yazıları ile tanınan Ahmet Samim akşam saatleri gazeteden çıktıktan sonra Bahçekapı'da arkadaşı ile yürürken vurulup öldürülür. Ahmet Samim sıkıyönetim davalarında işkenceleri ve usülsüz demiryolu imtiyazı gibi tehlikeli konuları gündeme getiren bir gazetecidir. Ayrıca Patrikhane yanlısı yayınlar yaptığı öne sürülür. İTC böylece 'terör' silahını yine kullanır. Bu cinayet İttihatçılara karşı tepkiyi arttırır. Ahmet Samim'i İttihatçı silahşörlerden Abdülkadir'in vurduğuna inanılır.(sf.89)
İttihatçılar'dan Hükümete 'Balyoz darbesi': Babıali baskını
Balkan Savaşı, Osmanlı'yı hem maddi hem manevi olarak yıkar. İstanbul artık 'Felaketin başkenti'dir. Meclis dağıtılmış, siyaset yasaklanmış, basın susturulmuş, İttihatçılar hapse atılmıştır. Hükümet tarihi başkent Edirne'yi de düşmana vermek üzeredir. Sonunda Talat Bey ve İttihatçılar isyan eder. 'Komitacı' damarları kabarır. Hükümeti bir 'balyoz darbesi' ile devirmeye karar verirler. Meşrutiyet için silah kuşanıp dağa çıkan Enver Bey, bu kez beyaz atına atlayıp Cağaloğlu'ndan aşağıya Babıali'ye iner. Darbenin ana sloganı 'Vatan elden gidiyor! Edirne gidiyor!' olur. Darbeci İttihatçılar 4 saatte yeni sadrazamı 'padişah onayı' ile makamına oturturlar. Arada Harbiye Nazırı ve birkaç kişi vurulur.(sf.103)
Darbeci Binbaşı Enver 'Harbiye Nazırı' oluyor
İttihatçılar'ın Babıali darbesinden sonra İTC'nin siyasi rakipleri bir karşı-darbe denerler. Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa bir suikastle öldürülür. Ancak darbe tamamlanamaz. İttihatçı İstanbul Komutanı Cemal Bey kentte terör estirir. Tüm muhalifleri temizler ve sürgüne gönderir. Biri 'Saray damadı' olmak üzere suikast tertipçilerini sıra sıra asar. Babıali darbesi aynı zamanda Binbaşı Enver'in hızlı yükselişinin başlangıcı olur. Darbenin öncülüğünü üstlenen Enver, İttihatçı genç subayların da baskısı ile önce Edirne'yi kurtarır, sonra zorla Harbiye Nazırlığı'na gelir. Bu arada Genelkurmay Başkanlığı'nı da üstlenir. Bu hızlı yükseliş ve kişisel kararlarla Osmanlı'yı önce savaşa, sonra felakete sürükler. 'Darbeciler' kurtarmak istedikleri vatanı sonunda paramparça edip bırakır ve kaçar giderler.(sf.119)
HAZIRLAYAN: ERDAL DOĞAN - BUGÜN GAZETESİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.