1. Dünya Savaşı'nda bölündük şimdi birleşiyoruz
Ülkücü hareketin önemli isimlerinden Uluslararası Kalkınma İşbirliği Derneği (UKİD Başkanı Musa Serdar Çelebi, hiç bir ülkücü savaş sürsün gençler ölsün demez. 'Vur de vuralım, öl de ölelim' sloganı MHP üzerine bazı oyunlar olabileceğinin işareti olabilir dedi. Çelebi, çözüm süreci içinde 'kökünü kazıyalımdan gönülüne kazanalım paradigmasına dönüş olduğunu' söyledi.
Çözüm süreci siyasetteki gerilimi arttırmış görünüyor. Özellikle Salı günleri yapılan partilerin grup toplantıları liderler arasında sert polemiklerle geçiyor. Çözüm sürecine kategorik olarak karşı çıkan MHP, bu süreçte en çok dikkat çeken parti. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin süreç, hükümete ve akil insanlara yönelik sert açıklamaları dikkatle izleniyor. Bu hafta süreci ve MHP'nin süreç karşısındaki tutumunu MHP ve ülkücü geleneği yakından tanıyan bir isme, Musa Serdar Çelebiye sorduk.
Çözüm paradigma değişimidir
Türkiye Kürt sorununun çözümü konusunda önemli bir süreç başlattı. Siz ne düşünüyorsunuz?
Son süreç çok önemli ama çok geç kalınmış, geç başlatılabilmiş bir süreçtir. Hükümetin daha önceleri başlattığı, 2009'da adını koyduğu sürecin devamıdır. Bu kez süreç, geçmişten ders alınmış biçimde yürüyor. Hükümetin bu süreci başından bu yana kesintilere rağmen sürdürmesi büyük bir siyasi risk anlamını taşıyor. Alınan bu siyasi risk Türkiye'ye olan güvenden ve büyük Türkiye hayalinden kaynaklanmaktadır.
DERİN YAPILAR ÇÖZÜM İSTEMEDİ
Neden geç kalındı?
Bir kere geride kalan 30 yılda şu görüldü ki, PKK'yı bitirmek bu sorunu çözmüyor. Terör bitse de sorun çözülmüş olmuyor. Sorun, geçmişte devleti yonetenlerin Kürtleri yok sayması, Kürt kimliğini inkar etmesidir. Bakın, kişileri, kurumları, şirketleri, devletleri batıran şey, gerçeklerin inkarıdır. Benim ülkemde, benim insanımın ana dili Kürtçe ise Kürtçe'yi, Arapça ise Arapça'yı öğrenme ve konuşma onun doğal hakkıdır. Bunu yapmak da devletin vazifesidir. Bu zenginliğimizi inkar etmek, bu devleti büyütmez küçültür.
Yani gerçeği inkar etti devlet?
Özellikle 1990'ların başından itibaren ülkeyi yönetenler terörü bitirmeyi 'kökünü kazıma' anlayışı üzerine kurdular. Oysa bugün karşımıza Ergenekon adıyla çıkan yapılar, köklerini kurutma için sürdürülen mücadeleyi siyaset üstünde vesayet aracı olarak kullandı ve millet üzerindeki kontrollerini pekiştirdiler. Susurluk, 28 Şubat ve 2000'lerdeki darbe planları bunun göstergesi. Allah şükür görüldü ki, kökleri kazıyarak bitirme stratejisi iflas etti. Dedim ya adı bu olsa da bu stratejinin sahiplerinin derdi bu sorun üzerinden vesayetlerini sürdürmektir. Kürt sorununu bunun için kullandılar.
OLİGARŞİK ÇETE SORUNU KULLANDI
Kimler?
Siyaseti vesayet altında tutan kurumlar ve onların temsilcileri, oligarşik çete, kıyamete kadar yönetici kalmak isteyen elitist, seçkinci zümreler. Onlar 2000'lerin ortasından itibaren mevzilerini kaybettiler. Demokratik siyaset güçlendikçe vesayet geriledi ve Kürt sorununun çözümünde kökünü kazıyalım, onları kazanalım politikasına dönüldü. Bu dönüşümü yapan hükümet ve onun sivil destekçilerdir. Eğer bugünkü iktidar bu darbeci çetelerle mücadele etmeseydi, bugün Kürt sorununu hala şiddet sarmalında konuşuyor olurduk.
Şimdi?
Şimdi paradigma değişti. Şimdi bizzat devlet, vatandaşının kökünü kazıyarak değil, tarihten günümüze kadar gelen sosyal ve politik gerçeklerimize dayalı siyaset üreterek kalıcı çözüm sağlamaya çalışıyor. Temel hak ve özgürlükleri esas alarak, onurlu ve eşit vatandaşlar olarak yaşatacak demokratik çözüm çabası sürdürülüyor. Bu kez hem hükümet hem PKK hem halkımızın çok büyük çoğunluğu artık kardeş kanı akmasın diyor. Kalıcı bir kardeşlik süreci başarıyla sonuçlansın istiyor.
Peki siyasetin performansı nasıl?
Hükümet bu süreçle birlikte büyük bir siyasi risk almıştır. Ancak ne yazık ki gerek CHP gerek MHP bu süreçte basiretli davranıştan uzaktır. Burada iki şeyi özellikle ifade etmek gerekiyor. Muhalefet bu sürecin risklerini, tehlikelerini ya da tabanlarından gelen talepleri haklı olarak siyasete yansıtıyor. Buna kimsenin itirazı yok. Ama Kürt sorunu gibi, terörün sona ermesi gibi büyük bir fırsat yakalanmışken hükümete yönelik; 'ülkeyi bölüyorlar', 'parçalıyorlar', 'Apo'yu serbest bırakacaklar' gibi ucuz propaganda yapmaları üzücü. Düşünün dört aydır çatışma yok, cenaze yok, siz bundan mutlu değil misiniz? Her gün şehit cenazesi mi gelsin istiyorsunuz? Bu açıdan muhalefet basiretten uzak, ucuz siyaset izliyor.
HÜKÜMET KUCAKLAYICI OLMALIDIR
Hükümet?
Hükümete de şu uyarıyı yapmak gerekiyor. Çözüm süreci öylesine komplike bir süreç ki, bu süreci tek başına götürme siyaseten taşınan riski çok daha arttırabilir. İkincisi hükümetin uslup konusunda daha dikkatli davranması gerekiyor. Gerek muhalefete karşı gerekse halka karşı, onların anlayacağı, onları ikna edecek, ötekileştirmeyecek bir dil kullanmasına daha cok özen göstermeli. Muhalefet bu sürecin parçası olmasa dahi hükümete düşen daha mutedil, yumuşak, davetçi bir dil kullanmaktır.
Ülkücüye düşen Kürtlere sahip çıkmaktır
Çok iyi bildiğim bir kitle var: Gerçek ülkücüler. Bunlar farklı düşünüyorlar. Bu insanlar bin yıldır kardeş olduğu insanlarla yeniden tam bir kardeşlik kurulması için ne gerekirse onu yapmanın lazım geldiğine inanıyorlar. Hiçbir ülkücünün, hiçbir milliyetçinin, hiçbir Türkün Kürt'le bir sorunu olamaz, yoktur da. Bize düşen şey Kürt kardeşimizin incitilmiş gönlünü kazanarak, onların yaradılıştan gelen haklarını sonuna kadar kullanabilecekleri bir devlet düzenine ulaşarak yaraları sarmaktır. Bu meseleyi sahiplenmek, fesat yuvalarının eline bırakmamaktır.
Birinci Dünya Savaşı'yla bölünen ülkelerin birleşme vakti geldi
İstanbul'da bir grup Kuzey Iraklı ile berabersiniz. Kim bunlar?
Benim yöneteminde bulunduğum Uluslararası Kalkınma İşbirliği Derneği (UKİD) var. Bu teşkilat, Kuzey Irak'tan 52 tasavvuf liderini Türkiye'ye getirdi. Yaklaşık 10 gün Türkiye'de kalıp ziyaretler yapacaklar, temaslarda bulunacaklar. Bunlarla konuştuğunuz zaman Türkiye'nin bölüneceğine değil, büyük ve saygın bir devlet olma yolunda olduğunu görüyorsunuz
Ne diyorlar ki?
'Biz Türkiye ile birleşmek istiyoruz, zaten asırlarca beraber idik, biz ayrılmadık, Batılılar bizi birbirimizden ayırdılar, inşallah tekrar beraber olacağız. İstanbul'u görünce buna tam iman ettik' diyorlar. Bakın, Kuzey Irak'ta resmi olarak ilan edilmemiş bir devlet var. Buranın yöneticileri Türkiye ile birlikte hareket ediyorlar. 2500'e yakın firmamız orada. Her ay 2000 TIR giriyor. Şunu da söyleleyim.
KUZEY IRAK'LA TİCARET HACMİ İKİ YIL İÇİNDE 25 MİLYAR DOLAR OLACAK
Buyrun...
Ben kesinlikle inaniyorum iki yıl içinde Kuzey Irak'la Türkiye arasındaki ticaret hacmi 25 milyar doları bulacak. Ne ayrılığından bahsediyorsunuz. Ortadoğu'da 1. Dünya Savaşı ile ayrılanlar şimdi birleşme vakti geldi diyor. Çözüm süreci de Ortadoğu'da bu birleşmenin, bu ortaklığın ilk adımı. Türkiye'de üretilmiş ayrılık senaryoları vardır. Ama bunların gerçekle bağı yoktur. Çözüm süreci nedir biliyor musunuz?
Nedir?
Türkiye'nin artık kabuğunu kırarak bölgesinde önemli, etkin bir bir ülke olmasınin en esaslı adımlarından biridir. Bu zor, hassas sürecin başarı ile herkesin yararına, herkesi mutlu edecek bir anlayışla sürmesi ve sonuçlanması için, yol göstermeliyiz, çaba sarf etmeliyiz. Bugün Türkiye'nin Başbakanı'nın konuşmalarında Bosna'dan Bakü'ye, Kerkük'ten Kudüs'e, Kahire'den Semerkant'a, Buhara'dan Astana'ya selam gönderiyor. Bunu 35 yıl önce bir yapanlar Turancı, hayalci diye suçlanıp, takibata uğruyorlardı.
MHP tabanı da çözüm istiyor
Gelelim MHP'ye. Bahçeli neden bu kadar sert?
Ben anlamakta zorlanıyorum. Geçmişte başörtüsü konusunda, Cumhurbaşkanlığı konusunda gayet sağlıklı karar verebilen Devlet Bahçeli, ne yazık ki kontrolü kaybetmiş görünüyor. Hele bir mitingde 'öl de ölelim, vur de vuralım' sloganları, karşısında yatıştırıcı olması gerekirken; 'zamanı gelince' gibi tuhaf cevaplar vermesi anlaşılır değil, ateşe benzin dökmek gibi ifadeler. Oysa yapması gereken sürecin dışında durmak değil, tersine ne oluyor, bizim katkımız ne olabilir diye çaba göstermek, ülke için tehlikeli gördüğü noktaları yapıcı bir dille ortaya koymak gerekiyor.
GENÇLER KULLANILABİLİR
Gençlerin attığı sloganlar, bir tehlike işareti olabilir mi?
Bence önce onların kim olduklarını bakmak lazım. Eğer bu sloganların söylenmesi önceden birtakım çevrelerce kurgulanmamış ise, kendiliğinden oluşmuş ise, ciddiye alınmayabilir.
Ya değilse?
O zaman tehlike var demektir. İşte tehlike buradadır. Çünkü öyle bir ortam var ki, sürece zarar vermek isteyen herkes MHP'yi, gençleri kullanabilir. Bahçeli'nin bile bundan haberi olmayabilir. Bence parti yönetiminin bu konunun üzerine gitmesi gerekir. Cünkü Devlet Bahçeli 'ya sev ya terk et' sloganını yasaklayan bir liderdir.
MHP tabanı nasıl bakıyor sizce?
Elbette taban lidere ve parti yönetimine bakıyor. Ama benim gördüğüm kadari ile MHP tabanının barış gelmesi, şiddet, ölüm olmaması yönündedir. Zaten aklı başında insanın bunun tersini savunması mümkün değil. MHP tabanında savaş sürsün, askerler ölsün diye düşünenler olamaz. İnsanlar kan akmasın, barış olsun istiyorlar ama, ülke olarak bir oyuna gelme endişeleri olanlar, atılan adımlardan kuşku duyanlar, PKK'nın silah bırakmayacağını, yeni mevziler kazandıktan sonra tekrar silahlı mücadeleyi sürdüreceğini düşünenlerin sayısı az değil. Bunu anlamak, böyle düşünenlere kızmamak ve endişeleri gidermek için sabırla çalışmak gerekiyor.
Sürece karşı çıkanlar seçimde cevabını alır
Bu dil devam ederse?
MHP bu söylemde devam ederse sandıkta cevabını alır. Bugünkü komuoyu araştırmalarının sonuçları benim işaret ettiğim endişeleri açıklıyor. Oylardaki yükselme biraz tepki, biraz belirsizlik oyudur ve normaldir. Süreç devam ederse halk çatışmacı politikalara prim vermez. İlk seçimde herkes cevabını alır ve MHP marjinalleşir. Kısaca çözümün karşısında olmak milliyetçi düşünce ile bağdaşmaz. Çözümün sürecinin basarı ile sonuçlanması Türkiye'nin büyümesi ve zenginleşmesidir. Bir milliyetçi için bundan daha güzel ne olabilir.
Avrupa'daki Kürtler dönecek
Siz Almanya'da yaşıyorsunuz. Kürtlerle de temasınız var, oradan nasıl algılanıyor?
Biz geçen yıl Mayıs ayında Köln'de bir toplantı düzenledik. Oraya Avrupa'da yaşayan Kürt örgütlerinin büyük çoğunluğu katıldı. Orada çıkan sonuç şu idi: 'Silahlı mücadele yerine siyasi çalışmalar yapılsın. Artık barış olsun, Kürtler kendi kimlikleri ile aşağılanmadan, eşit ve onurlu bir şekilde yaşasın, biz de huzur içinde ülkemize dönelim.' Bugünkü sürecin ne kadar geniş kitlelerde kabul göreceği o toplantıdan da anlaşılmıştı.
Barış olursa gelirler mi?
Ben önemli sayıda Kürt vatandaşın Avrupa'dan Türkiye'ye döneceğini ve siyasete gireceğini düşünüyorum.
Bu kez başarabilecek miyiz?
Elbette inaniyorum. Başka çaremiz yok. Bu yol denenecek, gereken herşey yapılacak. 30 yıl geride o kadar çok acı bıraktı ki, bu acıların kısa sürede unutulması mümkün değil. Bu derin acıları yaşayan insanların Abdullah Öcalan'la görüşülmesine sıcak bakması kolay değil. Ama barış öyle sihirli bir formüldür ki, her şeyi unutturabilir. Bugün sadece hükümet değil, bu acılara yol açan örgüt liderlerinin barış isteği beni umutlandırıyor. Bu sefer kalıcı barışı ve 1071 ruhunu yeniden yakalayacağımıza inanıyorum.
MURAT AKSOY / SÖYLEŞİ - YORUM Yeni Şafak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.