Selim İçli: Partizanık ve vaadkarlık dönemi bitti

Selim İçli: Partizanık ve vaadkarlık dönemi bitti
Selim İçli: "Bir siyasi partiyle özdeşleşerek yalnızca ve her durumda o partiye oy verme anlayışı ile ekonomik vaatlere körü körüne inanma anlayışı değişti.."

Selim İçli: Partizanık ve vaadkarlık dönemi bitti

Bir siyasi partiyle özdeşleşerek yalnızca ve her durumda o partiye oy verme anlayışı ile ekonomik vaatlere körü körüne inanma anlayışı değişti.

Hep merak edilir; seçim öncesi siyasi partilerin vatandaşa verdikleri ekonomik vaatlerin oy verme kararındaki etkisi. Her seçim öncesi de bu tartışmalar yapılır. Peki partilerin vaatleri seçim sonuçlarını nasıl etkiler? Seçmen davranışını etkileyen birçok değişken vardır.

Son kamuoyu araştırmalarına göre küresel ekonomik krizin etkisiyle ekonomik vaatlerin geçmişe nazaran seçmenin oy davranışı üzerindeki etkisi artmış. Seçmen davranışlarını inceleyen çalışmalarda kişisel ve toplumsal ekonomik refahın bireyin vereceği oy kararı üzerinde belirleyici bir etkisi olduğu sonucuna varılmış.

**

SETA’nın seçmenin ekonomik vaatler karşısındaki tepkisi üzerine yaptığı araştırmalarda rakamlar ve vaatler karşılaştırılmış.

2002 yılında AK Parti’nin tek başına iktidar olmasında ülke ekonomisinin dibe vurmasının etkisi çok net biçimde görülmüştü. O döneme ait bütün partiler meclis dışı kalırken AK Parti'nin geleceğe dair umut vermesi, partiyi tek başına iktidara taşımıştı.

2007 ve 2011 genel seçimlerinde Türkiye siyasi tarihinde ilk kez görülen bir başarıyla oy oranını artırmasının arkasındaki temel gerekçe de ekonomideki iyileşmelerdi.

7 Haziran 2015 genel seçimine hazırlanan siyasi partilerin, parti bildirgelerinde ekonomiyi merkeze alarak hareket etmeleri de, bu düşüncenin sonucuydu.

Seçmen davranışlarının ekonomi politikalarıyla değişebileceğine yönelik inancın etkisi vaatlerin inandırıcılığıyla da doğrudan etkili.

**

Oy tercihini hangi faktörlerin etkilediğinin bilinmesi, siyasi partilerin politikalarını ve seçim kampanyalarını şekillendirmeleri için yol gösterici bir özellik taşıyor.

Seçmen davranışını etkileyen özelliklerden biri olan ülkenin genel ekonomik durumu ve bireyin ekonomik refahı faktörleri, 3 Kasım 2002’den sonraki iki genel seçimin sonuçları üzerinde önemli bir etkiye sahipti.

Türkiye tarihinde birçok örnekte, ekonomik krizlerin ardından iktidarda olan partilerin seçmen tarafından TBMM dışında bırakılarak, öncesinde çok az oy oranına sahip partiler yüksek oy aldıkları görüldü.

Seçmenin ülke ekonomisindeki kötü yönetimden iktidar parti ya da partilerini sorumlu tutarak oy tercihini değiştirmesi, Türkiye’nin siyasi tarihinde birçok kez tecrübe edinilen bir durum. 1950 seçimlerinden yüzde 53’lük oy oranıyla galip çıkan Demokrat Parti’nin (DP) iktidar olduğu 1950-1954 yıllarındaki ekonomik iyileşme karşısında seçmen DP’yi 1954 genel seçiminde ödüllendirerek destek oranını yüzde 57’ye çıkarmıştı.

1954-1957 yıllarında aynı ekonomik başarının yakalanamamış olması DP’nin oy oranı azalttı.

1980’li yılların Özal’lı yıllar olarak anılmasının en önemli sebeplerinden biri de Özal döneminde orta sınıfın güçlenmesi, ekonomideki iyileşmeler ve halkın alım gücünün yükselmesiydi.

Bu dönemlerde seçim öncesi siyasi parti liderlerinin seçim vaatleri alt ve orta gelir grubunun hayat standartlarını yükseltmeye yönelik oldu.

1991 genel seçiminde Doğru Yol Partisi’nin (DYP) 500 günlük bir zaman sınırı koyarak herkese bir ev ve bir araba sözünü vermesi, “Herkese İki Anahtar” ifadesiyle sloganlaşmıştı. Ancak vaatlerle gerçekler uyuşmadı.

İktidara gelen DYP, 5 Nisan 1994 tarihinde açıklanan ve 5 Nisan kararları olarak bilinen ekonomi paketi, halka ciddi bir ekonomik maliyet yükledi.

Alt ve orta gelir grubundakiler; bütçe açıklarının kapatılması amacıyla yükseltilen vergiler, memur maaş artışının sınırlanması, çalışanların sosyal güvenlik için ödediği primlerin artışı, yüksek enflasyonla alım gücünün zayıflaması gibi yüksek bir ekonomik faturayı ödemek zorunda kaldı.
Seçim öncesi iktidara aday parti olarak iki anahtar vaadiyle halka umut aşılayan DYP, 5 Nisan kararlarıyla hükümet ortağı olarak halka ağır bir maliyet içeren ekonomik paketini sunmuştu. 1995 yılında bu kez Tansu Çiller’in ifade ettiği iki anahtar, seçmen tarafından kabul görmeyerek bir önceki seçimin galibi olan DYP’yi üçüncü parti yaptı.

**

Uzun yıllar siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamın, bilhassa kamu sınırıyla çizilmiş alanların dışında kalmış, muhafazakar ve gelir düzeyi düşük kesimin oylarını alan Refah Partisi’nin birinci parti olmasının arkasındaki gerekçe sosyo-ekonomik etkenler oldu.

Refah Partisi’nin lideri olan Necmettin Erbakan “adil düzen” prensibiyle herkesin adil bir gelire sahip olacağını ve sosyal adaletin sağlanacağını taahhüt etmişti.

Sosyo-ekonomik olarak gelir seviyesi düşen alt ve orta kesimin bu taahhütte olumlu cevap vermesi, geçmiş dönemde üzerine yüklenen ekonomik maliyetlerle doğrudan ilişkiliydi.
Hızlı tren, her ile bir havalimanı ve bir fabrika gibi yatırım vaatleri de seçmeni olumlu etkiledi.

**

2000’li yıllarda Türkiye’deki seçmen davranışları ise, geçmiş yıllara göre farklı bir resim çizdi.
2002 yılında AK Parti’nin yüzde 34,3 oranında oy alarak tek başına iktidar olmasının başlıca sebebi olarak ekonomik kriz, artan yoksulluk, gelir eşitsizliğinin derinleşmesi ve ülke ekonomisindeki çöküş olarak kabul ediliyor.

Ancak AK Parti’ye tek başına iktidar olma kapısını açan yine partinin ekonomiyi iyileştireceğine dair beslenen umut oldu.
Yani 2002 yılında da seçmen davranışı ekonomik krizden sorumlu tuttuğu partileri cezalandırma, umut olarak gördüğü partiye ise şans verme yönünde şekillendi.

**

Genç Parti lideri Cem Uzan’ın aldığı yüzde 7,25’lik oy oranı seçim vaatlerinin seçmen üzerindeki etkisini en net açıklayan siyasal sonuçtur.

2 milyonu aşan oy desteği, ekonomide darboğaz yaşayan, enflasyon baskısından bunalmış seçmenin seçim vaatlerine bakarak oyunun rengini belirlemesi bu etkiyle doğrudan ilgiliydi. Cem Uzan’ın, dönemin şartlarına göre mümkün görünmemesine rağmen “mazot 1 TL”, “her işsize maaş”, “gıda üzerindeki vergilerin kaldırılması” gibi politikaları seçmenin çaresizliğiyle birleşince Genç Parti oy patlaması yaptı.

**

Ekonomik olarak alt veya orta seviyede bulunan, kırsalda geçimini sağlayan kesimle iletişime geçmek için kullanılan “benim köylüm, benim çiftçim” gibi hitaplar, bir sonraki aşamada yerini köylerin kent olacağına dair sözlere, her aileye 600 Türk lirası, 1 milyon işsize iş gibi kaynağı belirsiz hedeflere, “kim ne veriyorsa ben 5 fazlasını vereceğim” gibi açık artırmaya dönüşen vaat yükseltme performanslarına bırakmıştı.

2002 sonrasında ise AK Parti’nin ekonomi yönetiminde gösterdiği başarı, seçmen davranışlarının rasyonel yaklaşımla şekillenmesinde büyük rol oynadı.

2007 genel seçiminde oy oranını yüzde 46’ya, 2011 genel seçiminde ise yüzde 49’a yükselten AK Parti’nin iki genel seçimden de başarıyla çıkması, mevcut iktidarın ekonomi politikalarının ödüllendirilmesi olarak yorumlandı.

2002 yılında kişi başı gelirin 3.392 dolardan, 2007 yılında 9.247 dolara ve 2011 yılında 10.427 dolara yükselişi, enflasyon, büyüme, bütçe açığı gibi makroekonomik göstergelerde sağlanan iyileşmenin kişisel refaha yansıması, 2007 ve 2011 genel seçimlerinde AK Parti’nin seçim kampanyalarında referans gösterdiği birinci kaynak oldu.

Eğitim, sağlık ve ulaşım gibi kamu hizmetlerinin yaygınlaştırılması, alt ve orta gelir grubundakilerin bu hizmetlere erişiminin kolaylaştırılması, hizmet kalitesinin yükseltilmesi, çevreden merkeze doğru ilerlemenin sağlanması ve verilen sosyal yardım ve sosyal hizmetler, seçmenin tercihlerini olumlu etkiledi.

Sosyal yardımların 2002 yılında 825 milyon TL’den 2015 yılında 33 milyar TL’ye yükselmesi seçmenler açısından olumlu bir politikaydı.

Sosyal harcamaların Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) oranının 2013 yılı itibariyle yüzde 18,1’lik bir orana ulaşması da seçmenlerin oy tercihlerini yönlendirdi.

Haziran 2015 genel seçimine hazırlanan siyasi partilerin seçim bildirgelerinde halkın ekonomik durumunu gözetmesi ve ekonomiye yönelik vaatlerin merkeze konulması, 2000’li yıllarda ekonomik yaklaşımın seçmen davranışlarını belirlemesinde etkisinin arttığını gösterdi.

**

2000’li yıllarda siyaset arenasında yaşanan bu değişim, seçim kampanyaları ve seçim bildirgeleriyle seçmenden oy isteyen partilerin vaat politikasını da kısmen dönüştürdü.

Bir siyasi partiyle özdeşleşerek yalnızca ve her durumda o partiye oy verme modeli, 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde değişti.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 2007 genel seçimi öncesinde “laiklik” vurgusuyla yürüttüğü kampanya istenilen sonucu vermedi üstüne üstlük seçimden iktidar partisi güçlenerek sandıktan çıkınca 7 Haziran 2015 genel seçiminde ekonomik vaatleri öne çıkardı.

Hazırladığı seçim bildirgesinde ve seçim vaatlerinin merkezinde ekonomi oldu.

**

Aynı şekilde, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) seçim beyannamesinde de, yoksulluğun ve yoksulluğa sebep olan siyasi, sosyal ve ekonomik alandaki fırsat eşitsizliğinin kaldırılacağına yönelik vaatler, siyasal vaatlerin önüne geçti.

TBMM’deki iki muhalefet partisi CHP ve HDP’nin seçim vaatleri konusunda rasyonel ve gerçekçi bir yol izlememeleri, gelecek döneme dair seçmenleri ikna etmekte bir eksiklik olarak karşılarına çıktı.
Çünkü partilerin bu kez, enflasyon, bütçe açığı, ekonomik büyüme gibi birçok makroekonomik göstergeleri pozitif durumda olan bir ülke ekonomisini düzlüğe çıkarmak değil, bugün bulunduğu konumdan daha iyi bir konuma taşımayı hedeflemek zorunluluğu vardı.

Diğer yandan, karşılarında ülke ekonomisindeki iyileşmenin yanında yaklaşık 13 yılık dönemde ekonomik ve sosyal refah bakımından elde ettiği kazanımları kaybetmek istemeyen bir seçmen kitlesi vardı.
Muhalefet partilerin işi kolay değildi.
Çünkü sahip olduklarını kaybetmek istemeyen ve güvenlik duygusuyla hareket eden seçmenin istikrardan yana tavır alması çok normal beklenen bir durumdu.
Partilerin seçmeni seçim vaatleriyle ikna edebilmesi için onlara mevcut faydalarından daha fazlasını sunmaları gerekiyordu.

Bunun yanında, bu vaatlerin gerçekçiliği de seçmen tarafından daha sorgulanıyordu.
Kendini ve ülkesini güvende hisseden seçmenin oy tercihinin değişebilmesi için muhalefet partilerinin seçim vaatlerinin, hem mevcut durumdaki çıtayı yükseltmesi hem de rasyonel olması gerekiyor.
Seçmen profilinin geçmişe nazaran sorgulayıcı olması, ümitlere değil gerçeklere odaklanması, enformasyon düzeyinin yükselmesiyle bilgiye kolaylıkla ulaşabilmesi, siyasi partilerde yeni bir yapılanmayı zorunlu kılıyor.

**

1990’lı yılların sonunda doğmuş gençlerin 2015 yılında oy kullanacak olması, yalnızca AK Parti dönemi Türkiye ekonomisini değerlendirebilecekleri ve geçmişte yaşanan ekonomik krizler konusunda somut bir mukayeseden uzak oldukları dikkate alındığında, muhalefetteki siyasi partilerin bu kesimi geleceğe yönelik vaatlerle ikna etmesi mümkün.

Ancak aynı yıllarda yetişkin olanlar için 1990’lı yıllar ve 2000’li yılların karşılaştırmasının yapılacak olması, iktidar olma yolunda muhalefet partilerini zorlayacak.

Çünkü geçmişin koalisyon dönemi o yılları yaşayan seçmenin hafızalarında hala taze.
O yüzden de seçim vaatlerine sağlam bir dayanak arayan ve buna göre oy tercihini belirleyecek olan seçmen, yalnızca vaatlere değil, vaatleri gerçekleştirebilme olasılığını yüksek gördüğü partiye yöneliyor.

Bugün seçim vaatlerinin ve söylemlerinin 1980’li ve 1990’lı yıllarda kullanılan dili anımsatması, vaatlerin inandırıcılığı konusunda şüphe uyandırıyor.
Zira içinde bulunduğumuz dönem, ulusal ve küresel şartların da etkisiyle her konuda eski dö- nemlerden farklı bir söylem gerektiriyor.

Seçim vaatlerinin “şu kadar vereceğiz, şunu kaldıracağız” gibi muğlak ifadelerle dile getirilmesi, olumsuz algılanıyor.

Son söz olarak şunu söylemek gerekir; Vatandaş oy vereceği partide ilk önce yakınlık ve aidiyet arıyor, sonra yapabilme ve inandırıcılığına sonra da ekonomik vaatlere bakıyor.

ulukanal.com / yazının devamı..

 

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.