Mustafa Yürekli: 'Kudüs’ten Dünyaya Bakmak..'

Mustafa Yürekli: 'Kudüs’ten Dünyaya Bakmak..'
'Eğer İslam milleti, başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınmasına ya da 1935’te, İstanbul’da  Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine izin vermeseydi, 1948’de, Filistin’de İsrali’in ilan edilmesi mümkün olmayacaktı..'

 

Kudüs’ten Dünyaya Bakmak

Bu yazı, Yolcu dergisinin Haziran 2017 tarihli 83. sayısında ''Benim Adım Kudüs'' dosyasında yayımlanmıştır..

kudus-001.jpg

İslam ülkesi ve onun kuzey batı köşesi olan Türkiye, coğrafi olarak kritik bir noktada, dünyanın merkezindedir. Bu nokta, tarihin başladığı, kutsal kitapların indiği, peygamberlerin semavi dinlerini tebliğ ettiği ve tevhid mücadelesi verdiği bir coğrafyada bulunmanın dayattığı kritik bir noktadır.

Bu dünyanın merkezi olan coğrafyada yaşamak da, ülke yönetmek de zordur. Bakıyorsunuz, Mekke de, Medine de bu coğrafyada ve bu şehrin uzantıları olan Kudüs de, Şam da, Bağdat da, Kahire de, İstanbul da bu coğrafyada. 

Kudüs dediğin zaten başlı başına bir evrensel değer ve dolayısıyla bir çatışma alanı. Tüm semavi dinler için Kudüs, kutsal ve tüm semavi dinler için Kudüs vazgeçilmez. Bu vazgeçilmezliği her din mensubu kendince ifade ediyor ama bu konuda İsrail şiddete dayalı acımasız bir ifade yöntemi kullanıyor. Bu bölge, Hz. İsa’nın yaşadığı bölge olması itibarıyla Hıristiyanlar için de önemlidir. İslam’ın bu iki dini, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı aşarak özgün sesini insanlığa duyurması için Kudüs'ten seslenmesi gerekir..

İlk Hıristiyan devleti olan Bizans’ın başkenti olan Kostantin, 1453’ten sonra İstanbul olarak, İslam ülkesinin başkentliğini yaptı. Mekke, Kudüs ve İstanbul, tevhidi mücadele alanları.

İşte biz, böyle bir coğrafyada, hala İslam ülkesinin başkenti olan İstanbul’da yaşıyoruz. 2017 ramazanında, İstanbul’da, Mekke, Kudüs ve diğer İslam şehirlerine bakıp İslam ülkesinin içinde bulunduğu tarihi koşulları düşüneceğiz.

 

HAK BATIL SAVAŞI’NIN SKORBORDU

Sezai Karakoç, “Ayasofya, tarihi doğu-batı savaşında, zaferin hangi tarafta olduğunu gösterici bir semboldür. Ayasofya, cami olduğu sürece, üstünlük İslam’dadır. O, cami olmaktan çıktığı andan itibaren üstünlüğün Batı’da olduğu bilfiil kabul edilmiş olur.” demektedir.

Aslında Sezai Karakoç’un Ayasofya ve İstanbul için belirttiği bu göstergelik durumu, Kabe ve Mekke ile Mescid-i Aksa ve Kudüs için de geçerlidir. İslam tarihi boyunca süregelen dünya savaşının, Hak Batıl Savaşı’nın skorbordu Kabe, Mescid-i Aksa ve Ayasofya’dır da denilebilir. Bu mekanlar ve üzerinde yapılan düzenlemeler, tarihe ruh ve biçim veren İslam milleti ile küfür milleti arasındaki küresel savaşta üstünlüğün kimde olduğunu göstermektedir dense yanlış olmaz..

 

İSLAM ŞEHİRLERİNİ SAHİPLENMEK

Allahu Teala, mekanda Mekke’yi, zamanda Kadir Gecesi, ramazan, cumaları ve günün beş vaktini özel vakit olarak kendine, yani ubudiyete tahsis etmiştir. Kadir Gecesi, yani Kur’an-ı Kerim, ramazanın ve Mekke’nin ruhudur. Mekke ve ramazanlar, insanın ruhunu, aklını ve kalbini Kur’an-ı Kerim’e açar; tevhid bilinciyle her yeri Allah’ın huzuru, her anı da miraç haline getirir. Namaz, oruç, hac, sadaka ve zekatlarla, bedenlerimizle ve mallarımızla Allaha ait olduğumuzu, kulluğumuzu haykırırız, Kur’an-ı Kerim’in emrine gireriz, İlahi İrade’yi şahsi irade, hatta kollektif irade, ortak irade, milli irade haline getiririz..

Ramazan ve Kabe, Kur’an-ı Kerim’in bedenidir. Müslümanlar, imanlarını kişilik ve medeniyet iddiası olmaktan çıkarıp ashab-ı Kur’an olmaktan uzaklaştıkça, ramazanlarda Kur’an-ı Kerim’in tevhidi ruhu kaybolur, Kabe’yi putlar sarar, tıka basa doldurur.

Kudüs, İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki hesaplaşmanın her çağda yinelenmesidir, her kuşakta..

İslam milleti, gönlünü Kur’an-ı Kerim’de ayarlamayı başarmadan ne  de Kabe’yi bulup sahiplenebilir, ne Kudüs’e ve İstanbul’a, tüm İslam şehirlerine, İslam ülkesine sahip çıkabilir..

 

TÜRKİYE ÖNCÜLÜĞÜNDE İSLAM BİRLİĞİ

Yirminci yüzyılın başında, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, 1918’de, Osmanlı İslam Devleti yenilip tarih sahnesinden çekilirken üç kıtaya yayılan koskoca İslam ülkesi işgal altında kalmış ve yenilmiş kabul edilen İslam milleti de Avrupa’nın baskı ve sömürüsüne düçar olmuştu.

Eğer İslam milleti, başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınmasına ya da 1935’te, İstanbul’da  Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine izin vermeseydi, 1948’de, Filistin’de İsrali’in ilan edilmesi mümkün olmayacaktı.

Osmanlının çöküşünden sonra o İslam ülkesinde huzur kalmadı; emniyetin ve huzurun yerini kan ve gözyaşı aldı. Devletsiz kalan İslam milleti, kendi yurdunda parya haline getirildiğini iliklerine kadar hissetmekte ve bunu da dile dökmektedir. Bu huzursuzluk ve bu huzursuzluğun Osmanlıdan sonra başlaması, tüm milletlerde bir Osmanlı özlemine yol açmaktadır. Bu özlemin insanları götürdüğü yer ise Türkiye öncülüğünde İslam birliğidir.

İslam milleti, düşürüldüğü siyasi ve ekonomik haklardan vaz geçerek yaşama hakkını elde etme sürecine bir son vermeyi başaramıyorsa, bunda en büyük sorumluluk Müslüman aydınların omuzlarındadır. Siyasi ve ekonomik haklardan vaz geçerek yaşama hakkı elde etme zilletine razı olduğu sürece, İslam milleti, vatan dediği topraklarına da sahip çıkamayacaktır. Ramazan ve Kabe bizi Kur’an-ı Kerim ile buluşturamıyorsa, İslam birliği sağlanamıyorsa, İslam milleti tek beden olamıyorsa Kudüs ve İstanbul sahipsiz kalmış demektir.

 

ÜÇ ŞEHRİN DİRİLİŞİ

İslam milleti, dünya sisteminin merkezinden atananlara boyun eğmeyip, tevhid inancıyla kaderini eline alarak, kendi yetiştirdiği aydın Müslüman kadroları ve lideri ile teşkilatlanmasını tamamlasa ve programını kendi yapsa idi, ne 1978’de Afganistan işgal edilebilirdi, ne İran ile Irak 10 yıl savaşırdı ne de Irak ve Suriye yeniden işgal edilerek parçalanırdı..

ABD ve Avrupa’nın üstünlüğü kabul edilmeden siyaset alanına girilemiyor İslam ülkesinde; ipleri ellerinde olmayan çapsız, bölücü iktidarlar, ABD, AB, Rusya ve Çin arasında denge kurarak bağımsız politika uyguladığı izlenimi vermekte, sürekli denge politikalarıyla İslam milletinin gözü boyanmakta ise bu aldanışın vebali aydınların boynundadır.

Bugün İslam milleti karşısında küfür milleti üstünlük sağlamışsa, Filistin toprakları ve Kudüs, faşist Şiyonist işgali altındaysa, bunun gerçek nedeni,

Mekke’nin dünyanın en büyük turizm şehri ve Kabe’nin altınla kaplanmış olmasının yanı sıra İstanbul’un kapitalist dünyanın finans merkezlerinden biri ve Ayasofya’nın da müzelikten kiliseliğe doğru evriliyor olmasıdır..

Dolayısıyla Mekke, Kudüs ve son hilafet merkezi İstanbul’un hakikat medeniyetinde yüklendikleri anlamı keşfetmek günümüzde hayati önem taşımaktadır.. Bu üç şehir uyanıp kendine gelebilse, bu üç şehir dirilişini gerçekleştirirse, İslam milleti de üzerindeki ölü toprağını silkeleyecek, ayağa kalkacak, tuttuğunu koparacak, sözünü dinletecek ve hak ettiği saygıyı insanlık aleminden görecektir.

Kudüs’ten Dünyaya Bakmak - Mustafa Yürekli

Kaynak:

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum